SANATTIR Baki Kalan 

Eldeki veriler, sanatın, karanlık mağara duvarlarında doğduğuna işaret ediyor; üstelik sanatsal kaygılardan uzak ama yaşamsal kaygılara yakın bir yerden doğduğuna…

İlk resmi çizenin, yanına bir başka resim çizenin ve diğerinin de sanatsal kaygısı yoktu belki ama “başkasına iletmek/söylemek istedikleri dertleri vardı muhakkak.  Mağara duvarlarında ne tapılası kadın nü’leri, ne de aşktan yanmış Keremler, Mecnunlar… Ne de genetiğiyle oynanmış natürmort doğalar… Ne de zamanı eriten soyutlamalar… Atlar, bizonlar, korkulası vahşi hayvanlar ama en çok yaşamak için verilen kavgalar…
Sanat karanlık mağara duvarlarında doğdu; karanlıkları aydınlatmak, sesini çağlar ötesine ulaştırmak gibi bir kavgaya giriştiğinin belki de farkında bile olmayarak… Belki de bundandır sanatın karanlıklarda parlayıp, karanlığın da sanatı boğmaya çalışması… Aktıkça Heraklit’in suları, durmaksızın sürüyor ışıkla karanlığın diyalektik kavgası…

Mağara resimleri insanlara bir şeyler anlatmak ister de destanlar geri mi kalır? O uzun, upuzun şiirler bir okuldur yazıdan önce, sese işlenen. Şiir denince akla “aşk” gelir, şarap gelir, sevgili gelir nazlı, usul usul; ama aşka ne vakit vardır, ne de imkân!.. Saray sahiplerinin bildik aşk derdi varla yok arası bile değildir destanlarda; çünkü yaşam çetindir ve alınacak dersler vardır kulağa küpe cinsinden. Sözün müzikle hafızalara işlenmeye çalışılması belki de en çok bu yüzden…

Tiyatro, ah o eski “seyirlik” oyun; sadece seyirlik midir gerçekten? Aristoteles’in kulakları çınlasın katharsisten… Hep etik bir kaygıyla söylenen/sahnelenen iyiyle kötünün sürtüşmesi; dilin değil, aklın sürçmesi… Namık Kemal’in dediği gibi, “Tiyatro, eğitim araçlarının en eğlencelisi…” Yine de “sözüm ona sanat”ın eğlencelik bir gösteri olması çok sonradan, ayaküstü standup’tan… Sanat her yanda yaşamla yan yanadır, sırt sırta; yaşamın içindedir ve yaşayanlara yabancılaşmamıştır daha, hele hele metalaşmamıştır… Yaşamak zor olsa da yaşamanın bir anlamı vardır; sanatın iyi niyetli hem kahraman hem de delikanlı çağında. O çağlar ki, sanat eserinin müzayede salonlarında alınıp satılmadığı, yakasını piyasa koşullarına kaptırmadığı çağlardır.

Etik kaygılarla antik tiyatroları dolduran halk ile, birbirini boğazlayan gladyatörleri izlemek için arenaları dolduran “halk” aynı mıdır mesela antik çağlarda? Bugün tiyatrolar da var, arenalar da… Neresidir eğlencelik işlerin pazarı, piyasası, sahası modern zamanlarda?
“Doğru sözü söyleyeni dokuz köyden kovarlar”da, insana ayna tutan sanata ve sanat ehline rahat verirler mi? İktidarların sanatsevmezliği, sanatın süslü olsa da yalansız oluşundan... İşe yaramayan(!), üstelik çoğunluğu uyaran/uyandıran sanatçıların dünyanın her yerinde görmezden gelinmesi, onlara türlü eziyetler edilmesi belki de halkı peşine takan “eğlenceli bir eğitim aracı” oluşundan. “Sanat bir eğlencedir.” tezi, ya art niyetten ya da kafaların basmamasından.

Sanat, yaşamın ruhuna dair söyleyecek sözü olanların sesidir ki, hele bir de acılarla beslenen toprakların çığlığı olursa, barışın sesi olursa, tehlikelidir; susturulmalı, yasaklanmalı, yok edilmelidir vatan millet aşkına bir fırsatını bulup…
Sanat da sanatçılar da gerçek barışın, herkes için mutluluğun istenmediği coğrafyalarda kimi zaman asi, kimi zaman vatan haini, kimi zaman tehlikeli bir delidir kötülerin dünyasında kötülenen… Gerçeğin yıllar sonra ortaya çıkması, sövülüp dövülen sanatçıların çağlarını aşıp baş tacı edilmesi belki de bundan…


Sanat çok yol aldı, gelişti; toplum değişti, gelişti… Gelin görün ki ışıkla karanlığın kavgası bitmedi daha, sürecek… Sanat, tarih boyu görülen tüm olumsuzluklara karşı,  sorgulayan ve hep daha güzeli arayan çoksesli yanıyla darağaçlarına çıkarılsa da karanlıkla aydınlığın kavgasından yüzünün akıyla aydınlık çıkacak.

Tarih şimdiye dek güçlüleri yazdı, yazıyor; birgün gelecek haklıyı ve güzeli yazacak… Karanlıkla aydınlığın, tiyatro salonlarıyla arenaların savaşımı sürecek daha belki yıllarca.

Arenalarda insanlar da dövüştü, aslanlar da, horozlar da; geriye kalanın üstüne leş kargalarının konduğu… Sanatın insan meydanında yalnızca insan ve insana dair olan şeyler var; iyilikler, güzellikler… Bir hoş sadadır bu boş kubbede baki kalan; yaşayan, düşünen, üreten, güzelleştiren insandan…

Bir hoş sada, insanı ölümsüz kılan…




Sayı 11 (Kasım - Aralık 2012)

Bu yazı 5178 defa okundu.