NAZIM ÜSTÜNE SÖZ SÖYLE(YEME)MEK

“Ben bir edebiyat öğretmeniyim; yüzlerce kez anlatmışlığım, binlerce kez okumuşluğum var Nazım’ı; bir kez daha anlatırım.” dedim Altınşehir Adana dergisi için Nazım üstüne bir yazı istediklerinde. 
Lise öğrencisine anlatmak kadar kolay değilmiş dergide Nazım’ı anlatmak, ona dair bi’şeyler yazmak… Ne kaldı ki anlatılmadık, üstüne yazılmadık, söylenmedik söz kaldı mı? Ne kadar söylesek, körlerin fili anlatması gibi… Anlattıkça eksik kalıyor sözler, tümceler...  Şair, Koca Şair, kolay mı?..
Yaşamına dair bilgi isterseniz her yerde, üstüne yazılmış kitapların sayısı belli değil… Sanatına, şiirine dair de… Mücadelesi üstüne söylenenler de şiirinden geri değil… Ne kalmış söylenmeyen?
Büyük şair… Büyük insan… Büyük komünist… Büyük hasretlerin adamı… Büyük vatansever… Vatansever, evet! Ve çooo…ok daha fazlası…
Vardır muhakkak Nazım’ı vatan haini” diye bilen memlekette, hâlâ…  Vardır Nazım’dan öcü gibi korkan ama bir tek şiirini okumamış olan, hâlâ… Türkçeyi doğru dürüst konuşamayanların, Türkçeyle düşünemeyenlerin Nazım’dan korkması tuhaf değil oysaki… Vatan’ı satanların Nazım’a “vatan haini” demesi gibi, hâlâ… Olağan… Olağan…
Yalnız… Evet, sanatı siyasetten ayırmazdı, ayıramazdı da; çünkü her komünist gibi onun da hayatı mücadeleydi zaten. İdeolojisini şiirinden çıkardığında, şiirine konu olacak ne kalırdı ki? Nazım bilmez mi bunu? Nazım, ideolojiye aşkı, romantizmi ekleyerek sadece Türk şiirine değil, dünya şiirine de “aşkla örülmüş bir toplumcu gerçekçilik” hediye ettiği için büyük bir şairdir aynı zamanda. Bu, onun özgün yanıdır, insan yanıdır ve doğal olarak komünist yanıdır... Yanlış anlaşılmasın, altını çizelim: Onu büyük şair yapan ne tek başına ideoloji, ne de aşk’tır;  kuru, didaktik, propaganda şiirini de salya sümük arabesk aşk şiirini de reddedip mücadelede şiirinin sınırlarını, aşk’ın sınırlarıyla örtüştürmesidir... Yoksa nasıl çıkar “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak” dizeleri?
İçerikteki Nazım’a özgü özlü, felsefi, keskin yapı apaçık ortadadır. Nazım, Türk şiirinin içerik bağlamında zincirlerini kırar; ancak asıl devrim biçim’dedir; çoklarının “merdiven basamağı gibi” dediği… Binlerce yıllık Halk şiirinin hece ölçüsünü, bin yıllık Divan şiirinin Aruz ölçüsünü “putları yıkar” gibi yıkar:
Ben yanmasam 
                  sen yanmasan 
                             biz yanmasak, 
                             nasıl 
                                   çıkar 
                                          karan- 
                                                  -lıklar 
                                                      aydın- 
                                                              -lığa… 
Başka, yeni bir şiirdir artık onun şiiri…
Daha önce söylenmiş sözler ediyorum, iyi mi? Ne söylenecekse, söylemiş Nazım, bize neredeyse hiçbir şey bırakmamışçasına… 
Nazım “büyük insanlığın” şairidir; “ toprağında gölge, sokağında fener, penceresinde cam” olmadığı halde “umudu” olan “büyük insanlığın” şairidir… Bilir ki “umutsuz yaşanmıyor”…
Kendisine yapılmış tüm haksızlıklara rağmen “insanların içindeyim, seviyorum insanları” diyen büyük insan... Yıllarını hapiste ya da sürgünde geçirmesine rağmen “Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime, / toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.” diyebilmek… Hem de bilincindeyken kapkara kötülüğün:
“Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı 
Kırdılar kitap tutan ellerimizi 
Kanına girdiler çocuklarımızın.”
Aydınlığın ve umudun düşmanlarına karşı sözünü esirgemez; kendini tanımlarken karşı tarafın portresini çizer:
Sen de bilirsin ki ben
                      ne dedemden
                                miras bekledim,
ne babamdan şeref, şan!
Hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.
Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum
                             ne de tecrübelik bir tavşan.
Ben sadece ölen babamdan ileri,
doğacak çocuğumdan geriyim,
ve bir kavganın adsız neferiyim..
 
Karanlığa inat ütopya, umut, iyimserlik onun kişiliğinin koca bir parçasıdır:
Aya gidilecek 
            daha da ötelere, 
teleskopların bile görmediği yere. 
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç 
                                                            kalmayacak, 
            korkmayacak kimse kimseden, 
            emretmeyecek kimse kimseye, 
            yermeyecek kimse kimseyi, 
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?
İşte ben komünistim bu soruya karşılık 
                                                             verdiğim için. 
 
Ümitse sonuna kadar ama yetmez bazen Nazım’a:
Seni düşünmek güzel şey 
                                  ümitli şey 
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. 
Fakat artık ümit yetmiyor bana, 
ben artık şarkı dinlemek değil 
                              şarkı söylemek istiyorum... 
Hasretse, en iyi bildiği: 
“kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir 
ben ayrılıkların 
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını 
ben hasretlerin ”
Memleket hasretine ne demeli?
Bir vapur geçer Varna önünden, 
uy Karadeniz'in gümüş telleri, 
bir vapur geçer Bogaz'a doğru. 
Nazım usulcacik okşar vapuru, 
yanar elleri…
Ölüm gerçeğinin sonuna kadar farkındadır ve asla cennet/cehennem tasavvuru yoktur Nazım’da:
— Paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, — 
                  «gülmek, ağlamak bitti çocuğum...» 
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak : 
                    görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat... 
 
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha, 
güzelim dünya elvedâ, 
ve merhaba 
                    k â i n a t . . . 
 
 Anlattıkça eksik kalıyor sözler, tümceler:  
“En güzel deniz : 
                        henüz gidilmemiş olanıdır. 
En güzel çocuk : 
                        henüz büyümedi. 
En güzel günlerimiz : 
                        henüz yaşamadıklarımız. 
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz : 
                        henüz söylememiş olduğum sözdür...”
Nazım’ı anlatmak zor, en iyisi Nazım’ı okumak her okuyuşta daha büyük, daha insan, daha sevdalı, daha yeni olduğunu fark ederek, okumak… En iyisi anlatmak için değil; anlamak için Nazım okumak…
Yaşayanlar ölür, geriye ölümsüz bir Nazım kalır. Şaire ölüm mü olur? Bize anması düşer her 3 Haziran’da… 3 Haziran 1963’ten beri Hasan Hüseyin’in şiirinde dile getirdiği gibi Haziranda Ölmek Zor’dur:
“...
yıllar var ki ter içinde 
       taşıdım ben bu yükü 
bıraktım acının alkışlarına 
                      3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı  
                    şimdi uzakta 
bir kırmızı gül dalı 
                    iğilmiş üzerine 
yatıyor oralarda 
bir eski gömütlükte 
       yatıyor usta 
bir kırmızı gül dalı 
              iğilmiş üzerine 
okşar yanan alnını 
bir kırmızı gül dalı  
                      nâzım ustanın 
 
gece leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
bir basın işçisiyim 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların 
              şuramda bir çalıkuşu ötüyor 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! ”
 
 
 



Sayı 33 (Temmuz - Ağustos 2016)

Bu yazı 4241 defa okundu.