Akademik Kaygısızlığınız Kaygılandırıyor Beni
Eylül, sararıp dökülen yapraklarla değil, yeni umutlar, yeni hayaller ve yeni başlangıçlarla da gelir… Eylül, bir mevsim değişimi değildir sadece; minik yüreklerin okullu, sınav badiresini bir şekilde atlatmış gençlerin üniversiteli olmasının takvim yapraklarındaki karşılığıdır memleketimde... Her eylül; SBS, YGS, LYS, sınav kontenjanı, puanlama ve hesap yanlışları, yerleşti - yerleşemedi tartışmalarıyla / kaygılarıyla geçen talihsiz bir ağustos sonrasıdır ki, her geçen yıl büyüyen bir koroyla söylenen “eski sınav bitti, yaşasın yeni sınav!”dır bir de…
Her kentte “en az bir üniversite” olmalı mıdır gerçekten?
Piyasaların canlanma vaktidir eylül, candır; fiyakalı açılış konuşmaları ve alkışlarla dinlemekten yorulduğumuz uzun nutuklar ayıdır… Servis mervis ayıdır… Ve yeni başlangıçlar zamanıdır elbette… 2012 Eylülü, değişen eğitim sisteminin henüz bilinmedik ama öngörülebilen sorunlarına gebe, malum 4+4+4 dizilişiyle çıkıyor sahaya … “60 mı olsun 66 mı; olsun mu, olmasın mı?” kafalar karışık; eğitim sisteminin yükseğindeki sorunlarıysa her zaman güncel yerini koruyor, hemen herkesin ileri demokrat olduğu bir memlekette antidemokratik yapısına rağmen YÖK, yok olmuyor, mesela… Gündemi her an değişmeye hazır medyatik ülkemin eski sorunları kemikleşmeye devam ederken ilk okulundan yüksekokuluna, bir de 2008 yılında alınan “yeni üniversitelerin kurulması kanunu”yla, Türkiye’nin her ilinde kağıttan ve betondan müteşekkil- en az bir devlet üniversitesi bulunmakta/kurulmakta, kimi “kampus” sözcüğüne rahmet okuturcasına derme çatma binalarda, kimiyse kağıt üstünde hâlâ… Üniversitenin asıl sahipleri olan öğretim görevlileri ve öğrencilerse…
Her kente en az bir üniversite! YÖK yaa! Güzel kampanya, üstüne televizyonda yarışma programları bile yapılabilir hatta… Her kentte “en az bir üniversite” olmalı mıdır gerçekten? Bir yerde akademik yapılar oluşturmanın/açmanın tek gerekçesi akademik kaygılar değil midir? Çünkü bu yapılar “Eflatun ve Aristo’nun hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları ortamdan esinlenerek günümüze kadar evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar olarak üniversite adını almışlardır. Üniversite felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır.” (1) Ancak, ülkemiz üniversitelerinin kalitesi her geçen gün düşmekte; üniversiteler, siyasal ve ekonomik gerekçeler ve kaygılarla açıldığı için özünden uzaklaşmaktadır güzel ülkemde. Türkiye’de 2012 itibariyle 103’ü devlet, 65’i vakıf, 7 tanesi de vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere 168 üniversite bulunuyor. (2) Bunlardan kaçı “dünya üniversitesidir” dünyanın dört bir yanındaki en başarılı, en zeki, çığır açıcı öğrencilerin okumak istediği?..
Üniversite kurmak yarısı kırtasiye, diğer yarısı betonarme bir süreç midir ki “her kente en az bir üniversite” hedeflenirken eğitim içeriği ve dünya üniversiteleri ile yarışabilmek göz ardı ediliyor misyon ve vizyon tabelalarına inat, mesela? Ve ardı ardına açılan “tabela üniversiteleri”…
Ama söz konusu eğitimse ülkemde, eğitim; deneme YANILMA tahtasıdır sadece…
Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, 2011 yılında kurulan bir devlet üniversitesidir şehrimde… Şimdi, tüm kaygılardan uzak, tüm iyi niyetli bir merakla merak ediyorum: Bu üniversite de çoğu üniversite gibi belli sayıdaki öğrenciye sadece diploma veren bir kurum mu olacak, yoksa gerçekten kentimizin ve ülkemizin gereksinimlerini karşılayacak bilimsel çözümleri ortaya koyabilecek, bilim ve teknoloji üretebilecek mi adına yakışan? Türk ve dünya üniversiteleri içinde marka olabilecek mi alanında, mesela? Bilimsel bilgi deneyle mi öğretilecek, yoksa hocanın kırtasiyeye bıraktığı fotokopi notlarıyla mı? Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, dilerim, bir dünya markası olur üniversiteler içinde andıkça adını gurur duyduğumuz...
Toplum olarak beklentimiz meslek sahibi olmak ve bunu bir “diploma” ile belgelendirebilmek… Bir de KPSS engeli aşıldı mı, tamamdır!.. “Her kente en az bir üniversite” bilimsel kaygı ve iddiadan uzak, popülist bir yaklaşım değil midir, toplumu avutmak adına? Oysaki söz konusu eğitimse günübirlik kaygıların dışında geleceği şekillendiren programların, hedeflerin ortaya konması gerekmez mi? Ama söz konusu eğitimse ülkemde, eğitim deneme YANILMA tahtasıdır sadece… Bilimsel bir bilgi değildir; ancak eskilerin deneyimleriyle bozuk düzende sağlam çark da olmaz hani!.. Sınavlar birer birer biter bir sonraki sınava kadar; koşun çocuklar, koşun!.. Tercihler, yanlış tercihler; doğru yerlerde yanlış insanlar, istemeden edinilen meslekler vs… vs… vs…
Çocuğuna gencine beş seçenek içinden “bir ve tek doğru”yu buldurmaya uyarlanmış eğitim sistemimiz (ya da sistemsizliğimiz) içinde okul öncesinden yüksek öğretime kadar tüm süreçlerin gözden geçirilmesi gerekiyor piyasayı kollayan kırtasiye kaygılardan uzak, sadece öze ve amaca bakarak… Sadece ve sadece “akademik kaygılarla” planlanması gerekiyor eğitimin. Akademik kaygıların yerini akademik olmayan kaygılar alıyorsa bir ülkede eğitim alanında okul öncesinden yüksek öğretime kadar, işte o zaman gerçekten kaygılanabiliriz okul sonrasında da...
(1) Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ; Öğretim Üyesi ya da Bilim İnsanı Kimdir?” isimli yazısından.
(2) http://www.yok.gov.tr/content/view/527/
Nuri Gürdil
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları