Kristal Karlar Şehri; Kars
Yazının başlığını biraz soğuk bulmuş olabilirsiniz, fotoğrafları da. Biliyorum artık bahar geldi, soğuk günleri unutup doğanın uyanmasını izliyorsunuz. Ancak henüz geçen hafta bir çok il ve ilçemiz yoğun kar yağışına maruz kaldı. Şaşırtıcı bir şekilde Nisan ayında kar manzaraları izledik. Neyse, Şubat ayında Altınoran Doğa Grubu ile yaptığımız Kars gezisini yazmak için çok da geç kalmamışım. Aslında amacım bu nefis geziyi şimdiden sizlere aktarıp, gelecek kıştan önce gezi planlarınız arasına almanızı sağlamaktır.
St.Petersburg yakınlarında bir küçük şehri andıracak kadar mimari güzelliğe sahip bir şehri görmek, İsviçre dağlarının arasında kalmış göllere benzer bir gölde doğayla içiçe yaşamak istiyorsanız Doğu Anadolu demeyip Kars’a gitmenizi tavsiye ediyorum.
Şimdi gözlerimizi kapayalım ve kendimizi Ankara-Kars seferini yapan Doğu Ekspresi’nde hissedelim.
Doğu Ekspresi Anadolu’yu kat ederken köylerin, akarsuların kenarından geçiyor, dağları tünellerle katedip köprüleri geride bırakıyor. Yol boyunca ovaları, tepelerdeki karları görünce Anadolu’nun güzelliğine tanık oluyorsunuz. Yolculuk hiç bitmesin istiyorum.
Kars’a tam da biletin üzerinde yazan varış saatinde karlı dağların arasından geçerek ulaşıyoruz. Ayaz karşılıyor bizi istasyonda. Doğu Ekspresi’nin romantik görüntüsü bize Anadolu’nun en doğusunda olduğumuzu fark ettiriyor.
Ver elini Kars…Doğu Beyazıt…Sarıkamış…Ani ve Van…
Doğu'daki İsviçre; Çıldır Gölü...
İlk durağımız buzla kaplı Çıldır Gölü.
Ardahan ve Kars il sınırları içerisinde kalan Çıldır Gölü, Doğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük tatlı su ve en büyük ikinci gölü. Deniz seviyesinden neredeyse iki bin metre yüksekteyiz.
Dizi dizi sıralanan köyleri geçip, yaklaşık bir saat içinde Çıldır Gölü’ne varıyoruz. Kar ve dağ manzaralı yollardan geçerken yolun her iki tarafından tilkiler ve yabanıl hayvanlar bize el sallıyor. Kars’ın doğası artık bizi içine almıştır.
Gözlerinizin görebildiği yere kadar uzanan beyaz bir düzlük ve bu düzlüğün gökyüzü ile öpüştüğü mavilik. Beyaz uçsuz bucaksız mavi sonsuza kadar derin. Arasında biz.
Çıldır en eski Türk yerleşim yerlerinden biri. Oğuz Han’ın Çavuldur boyunun adı. M.Ö. 650-700 yılları arasında Saka Türkleri bölgeye gelip yerleşmişler. İlçe merkezi, ortalama 1.950 metre yükseklikte düz bir alana kurulmuş, köyleri ise kısmen düz ve kalanları da engebeli. Burada Terekeme (Karapapak) ve Ahıska Türkleri çoğunlukta. Çıldır gölü üzerinde düzenlenen değişik aktivitelerle ziyaretçilerin keyifli zaman geçirmelerini sağlayıp para kazanıyorlar. Bunun dışında gölü çevreleyen otlaklarda hayvancılık yapıyorlar.
Gölde yetişen aynalı sazan nedeni ile bölgede balıkçılık gelişmiş ve halkın yan geçim kaynağı olmuş. Göl yılın 4-5 ayı donmuş olsa bile, kış mevsiminde gölün üzerindeki buz tabakası kırılarak balık avlanmakta Bu görüntüler amatör ve profesyonel fotoğrafçılar tarafından önemli bulunup fotoğraflanıyor. Bize de Akçakaya köyünden Tahsin ve Erhan yardımcı oldu, bol bol fotoğraf çektik.
Yemeğimizi Atalay’ın Yeri’nde yedik. Burası gerek otantik düzenlenmesi, gerekse yemek kalitesi yönüyle Çıldır Gölü’nü ziyaret ettiğinizde görülmesi gereken yerlerden biri.
Bu güzellikleri ile Çıldır Gölü Şubat ayının ilk haftasında insanları bir festivalle de kucaklayarak turizme katkıda bulunmakta.
Issızlığın Ortasındaki İhtişam; İshak Paşa Sarayı
Kars turunun ikinci gününde ilk durağımız İshak Paşa Sarayı. Ağrı Dağı’nın eteklerinden geçerek Anadolu’da güneşin ilk doğduğu yere Doğubayazıt’a geliyoruz. Saray ovaya hâkim yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş. Uzaklardan seçilen heybeti ile bir güç gösterisi gibi Doğubayazıt ovasını seyrediyor. Yüzyıllardır dağdan bir parçaymış gibi orada duruyor ve gören herkes için çok şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir etkisi var.
1685 yılında Çıldıroğulları Hanedanı’ndan Çolak Abdi Paşa tarafından yaptırılmaya başlanan saray, 1784 yılında oğlu II.İshak Paşa tarafından tamamlanmış. Osmanlı mimarinin tersine Selçuklu ve İran izlerini taşıyor. Özellikle taş işlemeleri nadir örnekleri içeriyor ve felsefi derinliği hemen hissedebiliyorsunuz. Bir Selçuklu eseri olan Divriği Ulu Camii duvarlarındaki kabartmalar ayarında olduğunu düşündürüyor.
Saraya Selçuklu mimarisinin izlerini taşıyan görkemli bir taç kapıdan giriliyor. Bu anıtsal taç kapı som altın ile kaplıymış ancak 1917 Rus ihtilalinde Moskova’ya taşınmış ve halen Moskova Müzesi’nde bulunduğu söylenmekte.
116 odası, türbesi, camisi, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, kütüphanesi, misafirhaneleri ile külliye özelliği taşır ve aslında bir bey kalesidir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Bayazıt Sancağı bu saraydan yönetilmiş.
Batı tarihinde bin yıldır güzel bir binanın oranları ve simetrisiyle aritmetik kusursuzluk belirgindir. İshak Paşa Sarayı’nda ise asimetri dikkat çekmekte. Sarayda yinelenen geometrik seriler Tanrının kusursuzluğunu anlatmak içindir. 11.yüzyılda yaşamış İbni Sina’ya göre bir süslemenin düzenine ve süslemesine hayran kalmak Allah’ın zaferini teslim etmek demekti. Sanatçı bunu sağlayan bir aracı kişiydi. Sarayda İslam mimarisinin karakteristik unsurları olan bitki motifleri, mukarnas, geometrik örgüler ve yazıların tüm örneklerini görmekteyiz. İşlenmiş yerler, boşluklar, kabartmalar, oymalar, girintiler çıkıntılar, ışıklar ve gölgelerle taş, dantel gibi işlenmiş.
Bu taş yapının önemli bir özelliği de o yıllarda bile kalorifer tesisatıyla ısıtılıyor olması. Her odada taştan yapılmış ocaklar var. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu göstermekte.
Sarayın ikinci avlusunda bulunan kesme taştan iki katlı sekizgen türbe, Selçuklu türbe mimarisi geleneğine uygun olarak kümbet şeklinde yapılmış. Çolak Abdi Paşa ve İshak Paşa ile yakınlarının yattığı türbenin duvarlarındaki hayat ağacı deseni barok üslupla etkileşimin örneklerindendir. Evrenle dünya arasında bağ kurduğuna inanılan hayat ağacı, bütün dinlerde ve kültürlerde bereketi, cenneti ve ölümsüzlüğü simgeler.
Bir motifte kökeni İslam sanatında olmayan bir melek figürü var. Bu da sarayın Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Batı İran’ın oluşturduğu coğrafi bölgenin bir ürünü olduğunun belirtecidir. Ustaları, kalfaları ahenkle bir araya getiren meçhul mimara ise hiçbir kayıtta rastlanmamış.
Saray eski Bayazıd şehrinin içinde inşa edildiğinden çevresinde başka eserlerde var. Bayazıd Kalesi klasik orta çağ kalelerinden, yüksekçe bir tepeye inşa edilmiş. Eteklerinde Bayazıd Camii ve onun hemen yanında büyük Kürt alimi Ahmed-i Hani'nin türbesi var. Ahmed-i Hani, müderrislik ve İshak Paşa Sarayı’nda kâtiplik yapmıştır. Ünlü “Mem-u Zin” adlı eserin yazarıdır. Bu eserde, Emir Zeyneddin’in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Sili adlı iki kız kardeşin Memo ve Taceddin adındaki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlatır.
Sarayın terkedilme süreci 19. yüzyıl olmuş, hüzünlü bir saraya dönüşmüş. Osmanlının son dönemlerinde yaşanan Rus istilalarında büyük hasar almış. Bu yüzden son dönemlere kadar harap vaziyetteyken büyük bir restorasyon yapılmış. Yapının tavan kısmı büyük oranda yıkıldığından koruma amaçlı cam bölmeler yapılmış. Acaba başka ellerde olsaydı durumu böyle mi olurdu? Aslına uygun bakar, korur kollarlardı. Ne yapsın o da herkesten uzakta “siz beni bir de gençliğimde görecektiniz” der gibi kendini dinlenmeye çekmiş.
Görüntüsü sınırı aşan yüce Ağrı Dağı, İshak Paşa Sarayı’ndan görünmüyor. Saraydan Ağrı’nın görünmeyişinin öyküsü de şöyle anlatılıyor:
“Paşanın kızı bir çobana aşık olmuş. Sabahtan akşama kadar yemeden içmeden, Ağrı’nın eteklerinde koyunlarını otlatan çobana bakar dururmuş. Duruma sinirlenen Paşa, ‘bana öyle bir saray yapın ki, hiçbir yerinden dağ görünmesin’ demiş. Ustalar bu emir üzerine dağın görünmediği tek yeri bulup, sarayı inşa etmişler…”
Sarayın detayları ve süsleme sanatı anlatılacak gibi değil, tarih ve sanat tarihi yönünden eşsiz bir değere sahip. Mutlaka gidip görülmesi gereken bir değer olduğunu düşünüyorum
Bir Dünya Şehri; Ani
Gezimizin üçüncü günü Kars’dan 45 km uzakta bulunan Ani Harabeleri'ni ziyaret etmek için hareket ediyoruz. Ani'yi üç taraftan çevreleyen Arpa Çay, aynı zamanda Türkiye- Ermenistan sınırını da oluşturuyor. Dolayısıyla karşıda Ermeni köylerini görebiliyorsunuz. Sanki elinizi uzatsanız yakalayacakmışınız gibi.
Harabelerin bulunduğu köye geldiğinizde sizi iç içe iki sur karşılıyor. Anlaşılan kent bir zamanlar o kadar önem kazanmış ki, kenti korumaya biri yetmemiş, ikinci suru yapmışlar. Kente surlarda bulunan Arslanlı Kapı'dan giriliyor. Bu ad arslan motifinin iç sur duvarına yontulmuş olmasından verilmiş olmalı. Bundan başka şehre girmek için kullanılan sur boyunca yapılmış 6 kapı daha var.
Antik kenti gezerken buradaki eski yaşantının ve kültürün ne kadar büyük olduğunun farkına varıyorsunuz. Kars'a gelen turistlerin ziyaret ettiği en önemli bölge olarak dikkati çeken Ani Harabelerinin 4.500 metrelik surları içerisinde bir çok farklı kültüre ait eserle karşılaşıyorsunuz. Cami, kilise, katedral, manastır, hamam, külliye, şapel ve çeşitli yerleşim kalıntıları, yüzyıllar boyunca değişik ulus ve dinleri bünyesinde topladığının göstergesi... Bu kültürel buluşma adeta günümüze ders veriyor.
Kent öyle bir konuma kurulmuş ki; Güneş erken saatlerde kentin üzerinde doğuyor ve günün en son saatlerinde yine kentin üzerinde batıyor. Kışın ise güneş ışıklarının kar ile yaptığı ışıltılı oyun görülmeye değer. Zaten bölgenin karı için “Kristalize kar” tabiri kullanılmasının nedeni bu.
6000 Yıllık Geçmiş
Ani Harabeleri’nin geçmişi milattan önce dört binli yıllara kadar uzanıyor. 4.yüzyılda Kars’a adını veren Karsaklılar tarafından inşa edilen Ani şehri, en ihtişamlı dönemini 10.yüzyılda Ermeni krallığı döneminde kazanmış. Ermeni Kral 3.Aşut’un 961 yılında Ani’de taç giymesi ve başkenti Kars’dan Ani’ye taşımasıyla birlikte bölgenin en önemli merkezi haline gelen Ani, yine aynı dönemde etrafı surlarla çevrilerek 700 yüzyıl boyunca güven içinde yaşamış. İpekyolu üzerinden girişte ilk konaklama şehri olduğu için burası aynı zamanda büyük bir ticaret merkeziymiş. Ancak uzak diyarlardan sadece ticaret amacıyla gelip geçmemişler; sanatlarını ve kültürlerini de getirmişler bu topraklara.
Öyle güzel öyle zengin bir şehirmiş ki her uygarlık ona sahip olmak istemiş. Bu nedenle geçmişinde bir çok savaşa sahne olmuş. Ermenilerden sonra Selçuklular, Gürcüler, Moğollar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Osmanlılar, Çarlık Rusyası gibi pek çok medeniyet gelmiş,geçmiş.
Uzun yıllar savaşlara, istilalara maruz kalan bölgede 1319 yılında bir de büyük bir deprem olunca Ani yaşanmaz olmuş. Terkedilmesinin bir diğer önemli neden ise; ticaret yolunun güneye kayması sonucu kara ulaşımlı ipek yolunun önemini kaybetmiş olmasıdır.
Neler Var
4000 metrekarelik Ani şehrinde; Büyük Katedral (Fethiye Cami), Aziz Prkich Kilisesi, Abukhamrents (Polatoğlu) Kilisesi, Tigran Honents (Resimli) Kilise, Genç Kızlar Kilisesi, Aziz Krikor Şapeli ve sınırın en ucunda bulunan Bakireler (Rahibeler) Manastırı ayakta kalabilmiştir. Ulaşımı mümkün olan eserlerin tümünü gezdik, inceledik. Ayrıca Selçuklu Sarayı ve Kalesi, hamamları ve Türklerin Anadolu’da yaptıkları ilk cami olan Menucehr Camii’ de hayran kaldığımız yapılar arasında yerini aldı.
Bir Ayağı Türkiye'de... Öbür Ayağı Ermenistan'da...
Ani’nin içinden geçen tarihî İpek Yolu’nun, Arpaçay üzerinden iki yakasını birleştiren ancak şu an yıkılmış olan köprünün bir ayağı Türkiye diğer ayağı Ermenistan’da olup görülmeye değer bir manzaradır.
Ani şehrinin en büyük yapısı katedraldir (Meryem Ana Kilisesi). Yapımına 977-989’lu yıllarda başlanmış. Ermeni kral Gagik’in eşi kraliçe Katrenide’nin isteği üzerine yapılmış. 1064 yılında bölgenin Alparslan yönetimine geçmesiyle 200 yüzyıl boyunca cami olarak, Gürcü krallığı döneminde de kilise olarak kullanılmış. Büyüleyici bir iç mekana sahip katedralin inşasında İstanbul’da ki Ayasofyayı onaran ünlü mimar Tridad’ın da görev aldığı söylenir. Oyarak yaptıkları her motif, hatta resimler binanın yapısıyla inanılmaz bir uyum içerisindedir. 1000 yıl önce yapılan kilisenin hala ayakta duruyor olduğunu görmek çok etkileyici.
Ani’ye gelen turistlerin büyük ilgi gösterdikleri Tigran Honents diğer ismiyle Resimli Kilise içindeki freskleriyle ünlü bir yapı. Kilisenin en önemli özelliği duvarlarında Tevrat ve İncil’den konuları anlatan resimleridir.
Güneş saatiyle dikkati çeken Abughamrent Gregor Kilisesi ile Aziz Pirkitch Kilisesi de Ani harabelerinin güzellikleri arasında bulunuyor.
Ani’de bin yıllık abidelerin her biri bir şey anlatır.. Özellikle birliği, dostluğu, kaynaşmayı. Bunu en iyi anlatan da Selçuklu Kervansarayıdır . Taç kapısıyla bir kervansaray, içindeki haç süslemeleriyle de bir kilisedir burası. Mukarnas süslemeli kubbesi Selçukludan, haç kitabesi Ermeni Krallığından kalma.
Ani’de etrafa saçılmış her taş çok değerli, her taş binlerce yıl ötesinden gelen bir parça. Dünya şehri Ani yeniden canlanmaz belki ama taşlar yerine gelebilir Ani adı artık Ani harabeleri olmaktan kurtulabilir.
Ani Ören Yeri üzerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve geçmişleri 2 bin yıla dayanan eserler Kars Müzesi’nde sergilenmektedir.
Açıkhava müzesi olarak ziyaretçilerini bekleyen Ani Harabeleri muhakkak görülmesi gereken bir dünya mirası bizce... Üstelik gezerken bir miktar yürüyecek olmanız nedeniyle de hem kültürü tanımış, hem de spor yapmış oluyorsunuz.
Kar altındaki antik kenti biz her bir eserin önünde konuşarak, tartışarak beş saate gezebildik. Sizin de tüm şehri yıkılmadan önce doyasıya gezmenizi öneririz.
KARS Kristal Karlar Şehri; Kars
Kars gezimiz boyunca yanımızdan ayrılmayan, bize arkadaşlık ve rehberlik yapan Karslı fotoğraf sanatçısı sevgili Murat Kaya, otele yerleştikten sonra yürüyerek şehir turu yapmamızı önerdi.
Issız bir gece vakti, sarı sokak lambalarının ışığıyla yarı aydınlanmış karlı sokaklarda yürüyüş yapmaya başladık. Kentin sessizliğinden karda yürürken ayak seslerimizin ritmi bize bir asker şehrinde olduğumuzu anımsatıyordu sanki. Bu hissin sebebini cadde isimlerinden de anlayacağınızı düşünüyorum. Birbirini dik kesen Atatürk, Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Ordu caddeleri ile Faik Bey ve Halit Paşa caddeleri arasındaki bölge, tarihi kent dokusunu içeren görsel zenginliklerle dolu bir alan.
Kars kent merkezini keşfetmek için yaptığımız yürüyüşü termal giysi ve kalın pantolonlarınızı unutmadan yapmalısınız mutlaka. Çünkü Kars, dağ ve yaylalarıyla yurdumuzun en yüksek şehirlerinden biri.
İlk durak: Kars Kalesi. Ne yazık ki uzaktan görmekle yetindik. Yalçın bir kayanın üstüne kurulmuş şehre hakim bir konumda. 1153 yılında Selçuklular tarafından yaptırılmış.
Kalenin etrafındaki Taş Köprü, hamamlar, Evliya Camii ve Fethiye Camii görülmeye değer eserler. Yine bu bölgedeki Havariler Kilisesi gerçekten güzel bir yapıt, adını duvarlarında yer alan 12 havari figüründen almış. Kilise dediğime bakmayın, şu an adı Kümbet Camii. Dinlerin etkileşimini en güzel biçimde yansıtan kilise çatısı ile cami minaresi yan yana yükseliyor. Bizim bu etkileyici manzarayı gece fotoğraflama imkanımız oldu.
Sokaklar kentin geçmişini gözler önüne seren ayrıntılarla dolu. Biraz üşüdük ve yorulduk. Murat Bey’e uzun kış gecelerinde vakit nasıl geçer diye sorduğumuzda bizi, “KarStore” isimli canlı müzik de yapılan bir şarap evine götürdü. Soba başında ısınıp, sıcak şaraplarımızı yudumlarken muhabbetimizin konusu tabi ki Anadolu’da eşi benzeri olmayan özellikler taşıyan şehrin muhteşem mimarisiydi.
Kars Kalesi’nin güney etekleri eski Osmanlı Mahallesi yerleşim yerleridir. 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra 40 yıl Rus işgalinde kalan şehir önemli bir değişim yaşar. Askeri Vilayet olarak ilan edilen Kars’a eski yerleşim yerlerine dokunmadan soylu Rus kumandanları ve aileleri için yeni bir kent inşa edilir. Şimdilerde adı “Hekim Evi” olan opera / konservatuar binası bile yapılmıştır. 1890’ın başlarında Hollanda’dan gelen mimarların tasarladığı şehir kısa sürede tamamlanır. Bu nedenle kendinizi Lahey veya Petersburg’da gezerken hissedebilirsiniz.
Rusların Kars’ı işgali şimdi bize olumsuz duygular hissettirse de, bugün kentte olumlu bazı izler de bırakmış. Örneğin Kars’ı Kafkasya’ya bağlayan demiryolu yapılmış. Ayrıca Karslılar sütçülüğü Rus işgali sırasında buraya yerleştirilmiş bir dini azınlık grubu olan Malakanlardan öğrenmişler. Ülkemizin her tarafında bilinip tercih edilen meşhur Kars kaşarının yapımının ilk başlangıcı da bu döneme rastlıyor.
Ve tabii bir de evler… Baltık mimari ve barok tarzını yansıtan, düzgün kesme taş işçiliği ile de bezenmiş , estetiğe önem verilmiş; tek,iki ve üç katlı binalar yapılmış. Bu tarihi binaların giriş cephelerinde sütunlar, bordür kabartma taşlarla süslenmiştir. İçlerinde uzun koridorlar, etrafında iç içe açılan oda ve salonlar bulunmaktadır. Bu evlerden pek çoğu günümüzde hala ayakta ve İl Sağlık Müdürlüğü, Defterdarlık. Sanayi Odası gibi devlet kurumları olarak pek çok farklı amaçla kullanılmaya devam ediyorlar. Başıboş binalar ise turizmciler tarafından alınıp restore ediliyor, butik otele çevrilip Kars turizmine kazandırılıyor.
Düşünüyorum da aklıma İstanbul, biraz İzmir dışında kendine has mimari tarzı olan başka şehrimiz gelmiyor. İşte Kars, bu üç şehrimizden birisidir.
Kars'ın toplumsal yapısı çeşitli etnik grupların kültürleriyle harmanlanmış. Ruslar’ın Kars’ı ele geçirmesiyle birlikte 19. yüzyılda yoğun bir göç yaşanır. Ermeni, Rum, Yezidi, Asurî ve Süryani gibi gayrimüslim gruplar ile Malakan, Dukhobor ve Estonlar, Çarlık yönetimince Kars ve yakın çevresine bu dönemde yerleştirilirler.
Etnik yapı bakımından günümüz Kars’ı Rus hâkimiyeti dönemindeki kadar çeşitlilik göstermez. Cumhuriyet sonrası kent, Türkiye’deki büyük göç hareketinin bir parçası olarak ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerle önemli bir nüfus kaybına uğrar ve etnik çeşitlilik azalır. Kars’ta bugünkü etnik yapılaşma, Yerli, Terekeme (Karapapak), Kürt, Azeri ve Türkmenlerden oluşur.
Bu nedenle Kars’da bir kültürel birikim olduğunu görüyorsunuz. Arkadaşlarımızla birlikte akşamları rahatlıkla dolaşabildik. Şehirde bir sakinlik, ama sosyal yaşantıda bir canlılık var. Birbirinden ilginç isimler taşıyan türkü barlarda, bir yandan sıcak bir şeyler içip bir yandan gençlerin çalıp söylediği türküleri dinleyebiliyorsunuz. Ancak meşhur aşıklar geleneğini sürdüren ustaların sazına kulak vermenizi tavsiye ederim. Herkesin adını, işini ve memleketini öğrenip başladılar söylemeye: Sizlere ısındı canım/ İliğimde damarımda kanım / Adana’dan Pelin Hanım/ Serhat Kars’a hoşgeldiniz… Tabi bu sıcak hoşgeldinin karşılığını da aldılar.
Kars'ta Ne Yenir, Ne Alınır, Ne Yapılır?
Biz “Ocakbaşı Restaurant”da fırında bulgurlu kaz eti yedik. Nuran Hanım’ın işlettiği “Kars Kaz Evi Restaurant”da hengel, piti aşı, evelik çorbası gibi yöresel yemekler yedik. Kars mutfağı çok zengin bir mutfak, geniş bir yelpazede yemek çeşitlerini bulabilirsiniz.
Kaşar tekerleri arasında kendimizi kaybettik. Evlerimize kargo ile gönderilmek üzere çeşit çeşit peynir, bal ve kaz siparişlerimizi verdik. Kargoyu tercih etmeyen arkadaşlarımız ise havayoluna ilave ücretler ödemek durumunda kaldılar, uyarılır.
Sarıkamışı unutmadık.
1914 yılında Sarıkamış’ta donarak şehit olan askerlerimiz anısına yapılan şehitlikte uçuşan kar tanelerine gözyaşlarımız karıştı, yüreklerimiz üşüdü.
Çevresi ünlü sarıçam ormanlarıyla kaplı kayak merkezini çok beğendik. Birden çocuklaşıp hepberaber telesiyejle eşsiz manzara eşliğinde tepeye çıkıp sıcacık yanan bir sobanın başında bir yandan sucuk ekmek yiyerek sıcak şarap içerken, uzun ve geniş pistlerde kayan insanları izledik. Bu bölgeye yağan kar, kristal şeklinde topaklanmayan yumuşacık bir kar türü ve kayak açısından çok değerli.
Sonuç olarak Kars, Türkiye’nin en güzel şehirlerinden birisi; hele kar altında olduğu zamanlar. Herkesi Kars’a gitmeye davet ediyorum, çünkü burası kristal karlar şehri.
Yeni bir gezide buluşmak dileğiyle...
Kars yazı dizisi Şubat ayında Posta Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Yazının hazırlanmasındaki yardımlarından dolayı hocam Sn.Haluk Uygur’a, fotoğraf destekleri için Kadir Emrahoğlu, Hilal Onaç ve Semiran Bahçivan’a teşekkür ederim.