Adana’nın Sanat Emekçisi Tiyatro ve Karagöz Ustası MAHMUT HAZIM KISAKÜREK
Mahmut Hazım Kısakürek Kimdir ?..
1954 yılında Adana’da doğdu. İlkokulun sınıflarını ayrı ayrı kentlerde okuduktan sonra eğitimini Adana’da tamamladı. Liseye kadar tabii ki! Lise yerine 1969 yılında Tiyatroya başladı. Amatörlük dönemi kısa sürdü; “Ver elini Ankara” dedi ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Çocuk oyununda rol aldı. Çocuk oyunundan da mezun oldu. Bu kez Ankara Birlik Tiyatrosu’na geçti ve daha 17 yaşında tüm Türkiye’yi dolaştı; Aziz Nesin Usta’nın ölümsüz eseri “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’’ oyunu ile… Ama daha sonra tüm sanatçıların gözdesi İstanbul Tiyatroları’nda oynamak bile Adana hasretini gideremedi. 1973 yılında evlenip Adana’ya yerleşti. Bu evliliğinden 2 erkek 1 kız çocuğu oldu (bugün bu üç çocuk ona 5 torun verdi). Tiyatro yapabilmek için ek işlerle oyaladı kendini yıllarca.
1979 yılında Almanya’ya gitti Yurdunun paramparça, kan revan günlerinde. 1981 de döndüğünde yeni kurulmuş olan Adana Belediye Şehir Tiyatrosu’na başladı “Nalınlar’’ oyunu ile. İkinci oyunda oynamasını engelledi 1402 sayılı sıkıyönetim yasası. O da, o günlerin her “sakıncalı personeli’’ gibi tencere pazarlamacılığı yaptı. Tiyatro ile ilişkisini kesmemek için iyi bir seyirci oldu her daim (ayağının biri de tiyatroda kaldı desek daha doğru olur). Beş yıl süren tiyatrosuz günler 1987’de son buldu.
Kapatılan Belediye Şehir Tiyatrosu’nun tiyatrosuz kalan oyuncuları ile bir tiyatro kurup tiyatro yapmaya devam etti. İşte bu günlerde İkinci evliliğini yaptı. Bu evliliğinden olan bir kız bir erkek çocuğu şu an Konservatuar da Müzik okuyorlar (Refik - Obua / Yaren - Viyolensel). Karagöz ve Kukla gösterilerine bu yıllarda başladı. Kreş ve anaokullarında eğitici gösteriler yaptı bir süre. O dönemin İl Kültür müdürü UNIMA ile tanıştırdı ve Karagöz - kukla ve tiyatro ile yaşam biçimi güzelleşerek değişti.
Karagöz ile birçok uluslararası festivale katıldı. Adana Tiyatro Derneği ve Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun kurcuları arasında yer aldı. Bu arada birkaç sinema filminde rol aldı. Halen Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu – eğitmen ve Karagöz, kukla sanatçısı olarak yaşamını sürdürüyor.
Bizim halkımız “Ölü sever’’ denir. Bir çok değerini (bilim, sanat, edebiyat adamı) öldükten sonra sahiplendiği için, bu yakıştırma çok kullanılır. Çok şükür ki, bu kez böyle olmadı. Adana halkı gerçekten sahiplendi sanatçısını.
22 Ağustos Çarşamba sabahı telefonla aradım M. Hazım Kısakürek’i , karşılıklı hal hatır sorarken sesinin kötü geldiğini duyumsadım. Bayramda kötü olduğunu ve acile gidip muayene olduğunu halen ağrılarının sürdüğünü belirtince canım sıkıldı, üzüldüm. Aynı günün akşamı durumu daha da ağırlaşınca sabah kendinden geçmiş halde Başkent Hastanesi aciline götürülüyor. Alelacele tahliller tetkikler yapılınca Menenjit geçirdiği anlaşılıyor ve yoğun bakıma alınıyor. 42 gün sürecek bir macera böyle başlıyor işte. 3 gün boyunca ailesi ve can dostları nöbet tuttular yoğun bakımın kapısında. Doktorlar “hayati tehlike sürüyor ancak 3.günü atlatması lazım…’’ dediğinde tüm tanıyanları, arkadaşları dualarını yolladılar. 4.gün itibarıyla hayati tehlikeyi atlattığı söylendiğinde artık her sonuca hazırdık. 19 günlük yoğun bakımdan sonra servise alınabildi ve nöroloji servisindeki odası tam 25 gün boyunca arkadaşları ve yakınlarınca doldu. 23 Ağustos’ta başlayıp 5 Ekim’de biten tam 42 günlük hastane maratonundan sonra evine taşıyoruz M.Hazım Kısakürek’i. Tekerlekli sandalyedeki yeni yaşamı için ortam yaratılıyor evinde… İnsanların böyle acılar, ağrılar yaşaması kötü elbette. Ama bunca olumsuz tablonun yanında sevildiğini, arandığını, önemsendiğini görmek ne güzel. Eminim ki, Mahmut Hazım Kısakürek ve ailesi de bu denli bir ilgiyi beklemiyordu. Doğrusu halkımdan bu denli umudu kesmişken son 1 ayda yaşadıklarıma çok ama çok şaşırdım. M. Hazım Kısakürek’i çok yakından tanımasa da ismini duyan, Adana’ya katkısını, çabasını bilen yüzlerce insanın nasıl yardımcı olduğunu görünce coşkulandım umudum ve inancım arttı. Ey sanat ve sanatçı dostu sevgili Adana’lılar iyi ki varsınız… Bu duygulanım içinde evine doğru yöneldim söyleşi için; dilimde güzel bir türkü “Bir ışık parlar yeniden karanlıklar arasından, Umudu kesme yurdundan’’…
Evi dolup taştığı için ilk iki randevudan geri dönmek zorunda kaldık. Nihayet 3. gün öncesinde sözleştik ve eş-dosttan o saatler için rica ettik, saatler süren bir sohbete koyulduk. Açık konuşmak gerekirse yakından tanıdığımı sandığım Mahmut Abi’yi bu denli analiz edememiştim. Konuştukça aslında ne yoksulluklar, yoksunluklar ve puştluklar içinde sevgiyi yeşerttiğini daha da iyi anladım. Sözün özü; herkesin her kesimden insanın yardımına koşan, bu uğurda sağlığını yitiren, Adana’nın sanat ve sosyal yaşamındaki katkısı yadsınamaz bir “Hamal’’ın yaşamından satırbaşlarını aktaralım.
Altınşehir Adana: Merhaba, kimdir Mahmut Hazım Kısakürek, çocukluğu nerede geçti?..
Mahmut Hazım Kısakürek: Adana’nın en eski mahallelerinden Hurmalı Mahallesinde oturuyorduk. Babamın mesleği yüzünden ilkokulu 5 ayrı okulda okumak durumunda kaldım. Babam muhasebeciydi. Önce resmi kurumlarda çalışıyordu, sonra özel işlerde çalışmaya başladı. İşleri hep ters gidiyordu. Daha ilkokul 1. sınıftayken hayat kavgasına atılmak zorunda kaldım. Kocaman ekmeği göğsüme bastırarak eve götürmenin cefasını ve huzurunu yaşadım. Eve ilk ekmeği götürdüğümde annem ağlamıştı. Ekmeği iki elimle kucaklamıştım, hiç unutamıyorum. Ekmekler kocamandı o zaman, şimdi poğaça gibi bir şey. Sonrasında İstiklal Orta Okulu’na başladım. Evimiz de okulun hemen bitişiğindeydi zaten. Kirvemin eviydi, kiracıydık. Damı sac, çamurdan bir evdi. 1968 yılıydı. Orta okuldayken tiyatroyla tanıştım. Kısakürek Tiyatrosu adıyla tiyatro kurmuştum. “Ayyar Hamza’’ adlı oyunu sahneye koydum. Tiyatromuzda şimdinin sinema oyuncusu Atilla Yiğit vardı. Abisi Ender Yiğitel ise Adana Dost Oyuncular Tiyatrosu’ndaydı. Sonrasında Dost Oyuncular’dan teklif geldi ben ve Atilla onlara dahil olduk.
A.A.: Adana’nın efsanevî kadrosu vardı o zaman değil mi? Bünyamin Satanoğlu, Ender Yiğitel, Zeki Göker, Perihan Doygun…
M.H.K.: Perihan Doygun’la tanışmam çok enteresandır. Çekingen bir vaziyette kuliste duruyordum. “Ne dikiliyorsun be adam, otursana’’ deyip bir de küfür savurdu; “Burası kulis, aramıza hoş geldin, alış artık…’’ Nur içinde yatsın sonrasında hep sahiplenmişti bizleri… Oyunlarımızı belediyede sergiliyorduk.
İlk Sahne Deneyimi ve Siyasal Adımlar…
A.A.: Peki, yarı amatör yarı profesyonel biçimde bir özel tiyatroya giriş yapmış oldunuz. Belediye’de oyunlarını sergileyen Dost Oyuncuları’na girdiniz. Bu arada okul sürüyor mu?
M.H.K.: Elbette, bir yandan “Göç’’ adlı oyunu sergiliyoruz. Bir yandan da orta okulu son sınıfa devam ediyorum. Bu arada yeni oyunla ODTÜ Gençlik Şenliği’ne hazırlanıyoruz. Gülten Akın’ın “Keloğlan’’ adlı çok güzel siyasal taşlama olan oyununu sergiledik. Müthiş bir ilgi ve tartışma ortamında bulduk kendimizi. İlk siyasal deneyimlerimizi böyle kazanmış oluyorduk. Dolayısıyla ilk profesyonel sahne deneyim ve siyasi adımlarımı aynı anda yaşamış oldum.
A.A.: Dost Oyuncuları’nın oyun sergilediği 1968 yılı Türkiye’de her alanda hareketliliğin başladığı dönemdi. Özellikle entelektüel alanda ciddi gelişmeler vardı. Örneğin o dönemde Adana’da Çukurova İşçi Tiyatrosu’nun (ÇİT) bir oyununu Vakıflar Sarayı’ndaki Arzu Sineması’nda izlediğimi anımsıyorum. Peki, oyunlarınız sürüyordu, sonrasında ne yaptınız?
M.H.K.: Ortaokulu bitirince Ankara Devlet Konservatuvarı’na gittim. 3 ay yatılı okudum ama dayanamadım, ayrılmak zorunda kaldım. Adana’ya döndüm ve Erkek Lisesi’ne gittim. Ama henüz 5. günümde müdür yardımcısının bana siyasal tepkisiyle okuldan tasdiknamemi aldım. Dostum Kenan’ın yönlendirmesiyle Adana Ticaret Lisesi’ne kaydımı yaptırdım. Ama bende bir terslik vardı herhalde. Altıncı günümde kırmızı-beyaz kravatımın rengi yüzünden Müdür tarafından fırça yedim o gün okuldan kovuldum. 15-20 gün daha gittim ama sürmedi ve okul hayatım burada bitti. Yaz döneminde Dost Oyuncu-lar’da yeni bir oyun “Komşularımız’’ hazırlığı esnasında yönetimsel tartışmalar oldu ve ayrışmalar başladı. 1971’de Dost Oyuncular dağıldı. Zeki Göker ve Ender Yiğitel Çukurova Bölge Tiyatrosu adıyla yollarına devam ettiler. “Alo Orası Tımarhane mi’’ adlı güldürüyle turneye çıktılar. Benle Bünyamin baş başa kaldık. Kenan Yanar ve İsmail Ökke bize katıldı. Halkevi binasına taşındık.
A.A.: Atatürk parkı içindeki eski binayı söylüyorsunuz değil mi?..
M.H.K.: Evet, kapalı bir yerleri vardı. Temizledik, düzenledik ve taşındık. Ama oyun sergileyeceğimiz bir alan yok. Bünyamin dedi ki, “Bahçeyi düzenleriz’’. Evet ama bahçenin bir sınırı yoktu ki… Önce kendi ellerimizle tel örgü çekerek bir sınır döşedik. Yazlık bir sinema gibi sandalyeler taşıdık. Yan taraftaki bir harabenin artıklarını yükselti için taşıdık ve üzerine beton harç dökerek sahne oluşturduk. Tam oyunu sahnelemeye başlayacağımız zaman ben hastalandım, hastaneye kaldırıldım. O dönemde aşırı zayıftım; güneşin altında fazla çalışmaktan beden yorgun düşmüş. Dilim tutuldu, günlerce konuşamadım. Sonrasında toparlandık ve oyunlar oynadık.
A.A.: Sn. Ali Özgentürk ile konuştuğumuzda 1962 yılında Adana’da Belediye Şehir Tiyatrosu çatısı altında bir Devlet Tiyatrosu olduğunu söyledi. Peki sizin anlattığınız bu dönemde herhangi bir ödenekli tiyatro var mıydı?...
M.H.K.: Hayır Belediye Başkanı Ali Sepici tiyatroyu kapatmıştı. Sadece özel tiyatro grupları vardı.
'Türkiye’nin siyasal anlamda iyice keskinleştiği dönemlerdi. Hele ki Adana daha da derin ve keskindi.'
Profesyonel Tiyatro Yaşamı Başlıyor…
A.A.: Bu inişli çıkışlı gruplarla çalışma ne kadar sürdü?. Kurumsal bir yapıda ne zaman yer aldınız?
M.H.K.: 1971 yazında Bünyamin Satanoğlu’ndan ayrıldım. Çünkü 4 kardeşin en büyüğü idim ve babam ortada yoktu, ciddi ekonomik sıkıntılar çekiyorduk. Başka arayışlara girmem gerekiyordu. Zeki Göker ve Ender Yiğitel turneden dönmüşlerdi ve Çukurova Bölge Tiyatrosu adı altında Belediye Tiyatrosu’nu 15 gün kiralamışlardı. “Keşanlı Ali Destanı’’ adlı oyuna başlıyorlardı. Ben de aralarına böyle katıldım. Ardından “Toros Canavarı’’ ve “Teneke’’ adlı oyunları oynadık. Yaşar Kemal’den tekst olarak aldığımız ‘’Teneke’’ adlı oyunumuz seyirci rekoru kırıyordu. Kapalı gişe oynuyorduk 1 ay sonraya bilet satıyorduk. Her gün 1 seans; cumartesi pazar günleri 2 seans olmak üzere 1 ay kesintisiz dolu oynadık. Daha sonra turne yaparken Cengiz Sezici de katıldı aramıza ve çevre il ve ilçelerde oyunlar oynadık.
A.A.: Bunca gruplar varken tek salon Belediye salonu muydu? Sinemalar kullanılamıyor muydu? Mesela Sun Sineması verilmiyor muydu tiyatro için?
M.H.K.: Ne yazık ki, tek salon vardı evet. Sinemalar tiyatroya pek vermek istemi-yorlardı. Hele Sun Sineması, sosyete sineması hayatta vermezdi bizlere. Tabii işletmecilerin tiyatroculara bakışı da çok iyi değildi o dönemlerde. Bu dönemde ben de bir tiyatro kurdum (Yeni Çağ Sahnesi) ve Dünya Tiyatro Günü’nde belediyeyi kiralayarak “Öç’’ adlı bir oyun sergiledim. Mustafa Dertli ve ben oynuyorduk. Feodal yapıya, ağalığa karşı eleştirel bir oyundu. Ertesi gün sıkıyönetimden geldiler ve beni jandarma eşliğinde götürdüler. Önce Necip Fazıl Kısakürek’le bir akrabalığım olup olmadığını sordular ve ardından bir Albayın karşısına sorguya çıkarıldım. Suçlama çok net; “Oyun yoluyla Devlet’e, yargıya hakaret ve halkı kışkırtmak…’’ Şaşırdım elbette. Albay’ın oyunu seyrettiği yok , bir tiyatrocunun ihbarı olduğunu belirterek ifademi aldılar ve oyunu kaldırttılar.
A.A.: Belediye Şehir Tiyatrosu süreci bundan sonra mı başladı?
M.H.K.: Hayır o sıralarda Ercan Kont, Alinur Uğurpakkan ve Cengiz Sezici’ler yeni bir tiyatro kurdular. 1978 yılında Halk Tiyatrosu adı altındaki bu oluşuma beni davet ettiler. Onlarla beraber 4 farklı oyun oynadık; “Aladağlı Mıho’’, “Kim Kime Dum Duma”,’ “Aç İt Fırın Yıkar’’ “Yeniden Doğarız Ölümlerde’’.
A.A.: 1978’den sonraki dönem değil mi bu? Tam Türkiye’nin siyasal anlamda iyice keskinleştiği dönemlerdi. Hele ki Adana daha da derin ve keskindi. İşte bu dönemde sanırım “Aladağlı Mıho’’yu izliyordum salonda. İnanılmaz bir politik ortam vardı. Salonun bir tarafında Dev Yol’cular bir slogan atarken diğer taraftan Halkın Kurtuluşu grubundan birileri ayağa fırlıyordu. Ortam çok gergin ve ajiteydi; doğru düzgün oyun seyredemeden ayrıldığımı anımsıyorum. Bu oyunları sergilediğinizde henüz Şehir Tiyatrosu yok hâlâ değil mi?
M.H.K.: Yok, hayır, biz Halk Tiyatrosu olarak oynuyoruz. Belediye’nin salonunu kullanıyoruz. Buradan yola çıkarak Şehir Tiyatrosu’nun temellerini atmayı planlıyoruz.
A.A.: Aslında ödenekli tiyatro gibi salonu kullanıyorsunuz, teknik destek alıyorsunuz ama maaşlı değilsiniz sadece. Çünkü anımsadığım kadarıyla şehir tiyatrosunun alt yapısını hazırlamak adına sizden salon bedeli de alınmıyordu. Yani aslında şanslı bir dönem yaşamışsınız Selahattin Çolak döneminde.
M.H.K.: Evet aynen öyle oldu. Belediyede gerçekten dürüst bir bürokrat kadro vardı o sıralarda; Fevzi Acevit, Çetin Yiğenoğlu, Rahmi Toksan… yani bizi iyi sahiplendiler o zaman. Bunca yoğun geçen tiyatro yaşamıma karşın para kazanamıyordum ve ek işlere gereksinim duyuyordum. Oyun günlerinin dışında Ercan Kont’la birlikte pavyonlarda sunuculuk yapıyordum. Tiyatrodan hiçbir zaman büyük paralar kazanamadık…
A.A.: Bu çok garip değil mi peki?.. Tiyatronun altın çağında salonların dolu olduğu bir dönemde para kazanamıyorsunuz ve ek iş yapıyorsunuz.
M.H.K.: Evet ironik bir durum aslında.Geniş halk kitleleri; sendikalar, dernekler tarafından tanınıyorsunuz. Oyunlarınız sürekli dolu gidiyor ama para kazanamıyorsunuz. Çünkü çok küçük paralar karşılığında oynuyorduk. Yani bilet bedeli her öğrencinin, işçinin alabileceği oranlardaydı.
A.A.: Bu da yanlış değil mi peki?...Salon kirası vermeyeceksiniz, Elektrik, su parası ödemeyeceksiniz; dolu salonlara oyunlar oynayacaksınız ama salt idealler uğruna bilet fiyatlarını düşük tutarak sizler sürüneceksiniz. Böylelikle aslında sanatı ve sanatçıyı yoksun ve yoksul kılmış olmuyor musunuz?..
M.H.K.: Evet ne yazık ki öyle oldu. Bir yerlerde yanlış yaptık elbette. Biz olaya böyle baktığımız için ne yazık ki yerel ve merkezî yöneticiler de ucuzcu bir yaklaşım sergiledi tiyatro için. Hâlâ da öyle yürümüyor mu? Bedava tiyatro sergileniyor ama çalışanlara yönelik bir iyileştirme yapılamıyor ne yazık ki… Neyse politik ortam, ülke çok gergin ve bizler ölüm tehditleri alıyorduk. Babam ve eniştem anlaşmışlar beni Almanya’ya gönderecekler. Eniştem arabasıyla gelmişti. İki çocuğumu ve eşimi ardımda bırakarak eniştemlerin aracıyla Almanya’ya gittim. Gurbet, hasret sancıları, ekonomik sıkıntılar içinde yaklaşık 2 yıl geçirdim ve 1980 yılı sonuna doğru dayanamadım, döndüm.
Belediye Şehir Tiyatrosu Hayali ve Askerî Darbe !!!
A.A.: Türkiye’de 12 Eylül Askerî Darbesi yapılmıştı. Belediye Şehir Tiyatrosu kurulmuştu değil mi?..
M.H.K.: Evet, atanmış belediye başkanı Nuri Korkmaz vardı. Benden önce “Seferî Ramazan Beyin Nafile Dünyası’’ adlı oyun oynanmıştı. İkinci oyun olarak “Nalınlar’’ hazırlanacaktı. Ben de kadroya dahil oldum, tekrar tiyatroya kavuşmuştum işte. O gün bir de müjde gelmişti salona; Şehir Tiyatroları Yasası meclisten geçmiş ve Adana Belediyesi’ne kadro verilmişti. Kadroda Mehmet Kulaç, Cengiz Sezici, Perihan Doygun, Alinur Uğurpakkan , Ahmet Ündağ, Hüseyin Akkaya, Döndü Akbatı vardı… Daha sonra Hüseyin Akşen dahil oldu kadroya. Bünyamin Satanoğlu’nu da çağırdık 1-2 gün geldi sonra vaz geçti. Bu arada provalara başladık, dekoru yapıyoruz. Salona 2 Jandarma geldi. Ercan Kont’un yanına gittiler. Beni çağırdılar ve elime zarf tutuşturdular. 1402 sayılı sıkı yönetim yasası gereğince iş akdimin fesh edildiğini bildiriyorlardı. Buz gibi oldum, herkes dondu kaldı. Belediye Başkan’ına çıktım. “Oğlum buna ben bir şey yapamam kusura bakma, şimdilik dışarıda kal, sonra çözeriz’’ dedi. Bir anda dünyam karardı. Hem Almanya’dan yeni gelmişim, işsizim, hem tiyatrosuzum artık. Diş deposu sahibi olan bir arkadaşımın yanında çalışmaya başladım. Artık tiyatro bile düşünemiyorum. Tamamen işime yoğunlaştım. Bir süre çalıştıktan sonra DEVA ilaçtan teklif geldi. Tıbbi mümessil olarak çalışmaya başladım (1981). Çok başarılı olmama ve ciddi primler kazanmama karşın bir arkadaşıma yapılan haksızlığa tepki olarak istifa edip ayrıldım. Tekrar işsizdim. Borç harçla Paris Pasajı’nda bir dükkan kiraladım, esnaflık yapmaya başladım. Daha sonrasında çok farklı işlerde çalışarak yaşamımı sürdürmeye çalıştım (Reklam ajansı, tencere pazarlama vs).
A.A.: Öyle görünüyor ki, Tiyatro yaşamınızda tek başına pek olamamış mutlaka yanında bir işle götürmek zorunda kalmışsınız hep. Peki ne zaman tekrar şehir tiyatrosuna döndünüz?..
M.H.K.: Ben şehir tiyatrosuna dönemedim. Bir süre Adana Gösteri Sanatları Merkezi adıyla tiyatro yaptık “Ayı mı Dayı mı?’’ Epeyce güzel iş de yaptık. Ama benim için kısa sürdü. Başkaca farklı işler yaptım.
'Kendi kendime araştırarak Karagöz tasvirlerini öğrendim. İstanbul’a ve Bursa’ya gidip üstadlarla tanıştım.'
A.A.: Peki bunca hengamede Karagöz ve Kukla işi nasıl gelişti?
M.H.K.: 1991 yılında boş olan kayınvalidemin evini atölyeye çevirerek, kendi kendime araştırarak karagöz tasvirlerini öğrendim. Kalktım İstanbul ve Bursa’ya gittim ve üstadlarla tanıştım ve artık iyice içine girmiştim. Ünver Hoca, Orhan Kurt gibi ustalarla sohbetlere koyuldum. Önce Seyhan Belediyesi Ramazan Etkinlikleri’nde yer aldım, Veysel Sadak’la birlikte. Daha sonra Adana’da yapılan Karagöz- Kukla şenliğinde İl Kültür Müdürü’nün daveti ve teşvikiyle yer aldım. İşte büyük ustaların tümünü bu sayede tanıdım. Sonrasında kendime meslek edindim. Milletlerarası Kukla Birliği olan UNIMA’ya üye oldum ve Adana’daki tek temsilcisiydim. O yıldan bu yana yüzlerce gösteriyle onbinlerce çocuğa Karagöz ve kukla gösterileri yaptım. Yunanistan ve Suriye gibi ülkelerde festivallere katıldım. Ulusal bazda onlarca festivalde (İzmir, Bursa, Konya, Samsun, Uşak vs.) bulundum.
A.A.: Kaç yılından bu yana Adana Şehir Tiyatrosu’ndasınız?
M.H.K.: 2001 yılından bu yana onlarca oyunda oyuncu ve yönetmen olarak görev aldım. Ayrıca Adana Devlet Tiyatrosu bünyesindeki oyunlarda da konuk oyuncu olarak çalıştım.
A.A.: Bunca yoğun ve yorgun bir süreçten geçerek demleniyorsunuz, bu deneyimlerinizi aktaracağınız bir proje düşünüyor musunuz?
M.H.K.: Evet, Adana Tiyatro Derneği çatısı altında ve başkaca STK’larla işbirliği yaparak en az 12 ay sürecek bir Karagöz ve Kukla Atölyesi hazırlayacağız. Yaklaşık 10 öğrenciyle başlayacağımız bu çalışmanın ardından en az 5-6 yeni ustanın yetişeceğini umut ediyoruz.
A.A.: Altınşehir Adana Dergisi ve tüm Altın Oran grubu adına tekrar teşekkür ediyorum. Sağlıkla ve umutla kalın sevgili Usta….
M.H.K.: Sizin nezdinizde tüm Adana’lı sanatsever dostlara bir kez daha şükranlarımı sunuyorum…
Metin Bahçıvan
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları