Sanat, Anlam ve Duygu Evrenine Yolculuk...



Aynadan Bakan Kim

“Sanat, anlam ve duygu evrenine yapılan yolculuktur.” 
 
Alex Carrel, “İnsan  Bu Meçhul” adlı eserinin adını belirlerken, kendine, 
o aynı soruyu sormuş olmalı: “Biz aslında neyiz - kimiz?“
 
Sahi, hangimiz aynadan bize bakanın aslında kim olduğunu biliyoruz?..
 

İnsan Bir Sesleniş midir

Değerli okurlarım, sanatı, insanı tanımadan anlayamayız. 
İnsanı ise anlamak kolay değildir!
İnsan keşfedilmesi gereken bir meçhuller labirenti gibidir. 
Ve insan bir kitap gibidir; anlaşılabilmesi için, okunması gerekir!
 
İnsan dünya ile ilk  temasını doğarken yapar ve ağlar.  
Kullanmayı öğrendiği ilk iletişim aracı ağıttır.
Çevrresiyle iletişimi, öğrenip-olgunlaştıkça, çeşitlenir.
Sözün gücünü kullanmaya başlar.
İnsan için; “o bir sesleniştir “ diyebiliriz. 
Çünkü onun, dünyaya vermek istediği bir mesajı vardır. 
İnsanlar iç dünyalarından dışarıya; ya bir şey istemek, ya itiraz etmek, ya da mesaj verebilmek için çıkarlar; seslenişler işte böyle doğar.
 
Bunlardan en etkili olan sesleniş yöntemi ise, sanat yeteneğidir. 
Yer yüzü üzerinde; gönlünün duygu titreşimlerini, özbenliğinden akan esini ve akıl yürüterek  ürettiği düşünceleri sanat yolu ile ifade edebilen tek varlık insandır.
 

İnsan ve Onun Paradoksal Doğası

Kainatta ne varsa insanda da mevcuttur. 
Ona mikro kosmoz / küçük kainat denmesi bundandır.
 
İnsan, iç dünyasında, rüzgarın önündeki yaprak gibidir.
Bazen yüce duygu ve düşüncelerin esintisiyle göksel ălemde süzülür.
Bazen de bencil güdülerin fırtınasıyla oradan oraya savrulur.
 
İnsan doğası, bencildir, kendine yontar. 
Değerler fezasında kanat çırparken bile böyledir. Mesela, zihnine doğan yaratıcı esini alır kullanır; kaynağını sorgulamak aklına bile gelmez. 
Çeşmeden su içer gibidir. Muslukta hazır bulduğu suyu kana kana içer. 
Onu inşa edip taşıyanı aklına bile getirmez. 
 
Zihnine doğan esinle eser üretir; değer üretebilmenin heyecanını yaşar. 
Farkedilmenin hazzı ile sarhoş olur…
Sonra da “Bunları BEN yapıyorum” der; ötesini o kadar da düşünmez. 
İnsanın ben merkezli işleyen karmaşık doğası dış dünyaya işte böyle tezahür eder. 
 
İnsan, dünya yaşamını, zıtların benzerlerin çatıştığı ortamda sürdürür.  
O, kutuplu bir varlıktır; çelişkiler manzumesidir; insanda yüce ile aşağı birlikte yoğrulur. 
Zihinsel duygusal paradokslar içindedir; açmazların girdabında döner durur.
Ancak insanı üstün yapan da işte karmaşık yapısıdır. 
Çünkü soru sorulmadan bilgi sahibi olunamaz. 
 

Tanrı’yı Tasarımda Aramak

Sanat yeteneğine sahip kılınmış tek varlık insandır demiştik.
Peki ya doğadan yansıyan sanat…
Doğada gözlediğimiz güzellikler  o kusursuz tasarım nasıl ortaya çıkıyor?..
Yaşamı mümkün kılan o muhteşem denge düzeni nasıl kurulmuş?..  
Değerli okurlarım, doğal varlıklarda gözlenen sanat; ürpertici güzelliktedir.
Bir yaprağı ya da çiçeği alınız.Yapısını dezenlerini dikkatle inceleyiniz.
Renklerine, dokusuna ve o yapısındaki mucizevi tasarımına bakınız. 
Hayranlık duyacağınız bir mükemmellikle karşılaşmanız kaçınılmazdır. 
Maddenin derinlerine indiğinizde de, göksel alemin görkemine yükseldiğinizde de karşılaşacağınız 
gerçek budur; kainatın her boyutunda şaşmadan-değişmeden işleyen muhteşem bir denge düzeni vardır. 
Ve her varlık hatasız bir tasarımın ürünüdür.
Tüm varlıklar birbirini tamamlamakta birinin ihtiyacını öteki karşılamaktadır.
Doğadan yansıyan sanatın ihtişamı, gerçektende ürperticidir.
Ve elbette bu sanat, insan üstüdür. 
Bu sebeple olsa gerek; bilgeler şöyle söylemişler: 
“Tanrı’yı tasarımda arayınız.“ 
 

Yaratıcı Esin ve İnsan 

İnsan, hazırı kolayı çok sever.
Ve  çoğu zaman hazır bulduğunu sorgulamadan alır kullanır. 
Ama insan aynı zamanda; fizik ötesini, akıl ve zaman üstü boyutları anlamaya çalışan varlıktır. 
O yalnızca akıl sahibi değildir; onun bir de gönlü vardır.
Gönül gözü ile öteleri hatta ötelerin ötesini bile sezer. 
Sonsuzu, aklıyla değil gönlü ile algılar. 
İnsanı sanatçı yapan yanı; gönlüdür. 
Ve zaten insan odur; sonsuzun koynunda titreşen bir düşünce parçası…
Kainat aynasına yansıyan duygu ve düşünceden oluşmuş bir ışık halesi... 
İnsanların aynalardaki akislerine bakıp da göremedikleri de odur zaten…
İnsandaki yaratıcı esinin kaynaklanıp aktığı mecra da orasıdır; gönlü
 

İçimizdeki Sırat Köprüsü

İnsan, kutuplu varlıktır; iki temel güdü tarafından yönlendirilir; Işık- karanlık
Bu iki kaynaktan da insana ilham iner.
Bu sebeple insanın yaratıcı esini hangi kaynaktan aldığı çok önemlidir.
Eğer ilhamını sevgi pınarından (ışıktan) alıryorsa; sanatı, dünyaya barış ve güzellik halinde doğar. 
İlhamını, ihtirasları besleyen (karanlık  kutuptan) alırsa; sanatı ile dünyaya kötülük ve çirkinliği taşır.
Doymazlık pınarından beslenen ruhlar ilahi esinden yoksundur. 
Çünkü onları ihtirasları yönetir. 
Sevgi pınarından beslenen ruhlar ise; Tanrısal esin ile dolarlar. 
Çünkü sanat, İlahî Pınar’ın suladığı ağacın meyvesidir. 
 

Sanatçı Elde Taş, Heykele… Boya, Resme… Söz Şiire Dönüşür

Heykeli yontan ya da  boyayı resme dönüştüren insan, yalnızca objeleri mi kopyalar?..
Ya da hissedip-düşündüklerini, hayallerini mi biçimlendirir?..
Fotoğrafı yaşam karesi yapan; kamera mıdır, kamera ardından bakan benlik mi?
Boyayı, taşı, sözü, çizgiyi sanatsal esere; düşünceyi, mesaja bilgiye dönüştüren; 
kullanılan araçlar değil, insandır. 
Bir yapıt; duygu ve düşünceyi aktarabiliyor ise sanat eseridir. 
Resim, onu düşünen benliğin tasavvurunda şekillenip tuale işleninceye kadar ressamındır. 
Tamamlanıp-paylaşıldıktan sonra insanlık alemine ait olur. 
Şiir, müzik, yazın; velhasıl sanatın her dalından üretilen eserler için geçerli olan budur. 
İşte bu nedenle sanatçılar ve eserleri insanlığa ait ortak değerlerdir. 
 

Aynadan  Bakan Kim

İnsanda; iyi ile kötü, güzel ile çirkin, aşk ile nefret, ruhsal ile hayvansal sürekli çatışır. 
İnsan, fıtraten mahkûmu kılındığı bu erdirici kaosun merkezinde yer alır.
Ve yaşamı süresince metronomun kolu gibi ışık ile karanlık arasında salınır.
Zıtların diyalektiği insana, bilinmezin kapılarını açan anahtarlardır. 
İnsan bu ruhsal ve düşünsel çatışmalar sayesinde öğrenir; bilgeleşir.
 
Karanlık olmasa ışığı farkedip anlayabilir miydik?!
Aşk ve sanat; ışığa varabilmenin yollarıdır. 
Çünkü ancak ışık olabilirsen, fark edililirsin…
 
Ancak yaşam yolu engellerle doludur. 
O yol üzerinde aşk ve sanat yolcularını bekleyen tuzaklar vardır.
Bilinmelidir ki yaratıcı yetenek, rastgele dağıtılmaz. Şans ürün bir  meleke değildir  o…
Yaratıcı yetenek insana, dünya yaşamı sırasında yerine getirmesi gereken aslî görevini yapabilmesi için İlahî takdir tarafından bahşedilir. 
 
Yeteneklerini bencil güdülerini beslemek için kullananlar; karanlık kutupta kalırlar. 
Işık ile karanlık seçeneklerinin varlığındaki hikmet de budur zaten; insan, yeteneklerini, azmini -iradesini ışığa (iyiye, güzele, sevgiye, barışa ) hizmet etmek için kullanırsa, onunla birleşir kendisi de ışık olur.  
Tersini yaparsa, onu, bekleyen karanlıktır. Görüleceği üzere; sanatsal yeteneğin yüceltici erdeminin hemen yanında insani nefsaniyetin dipsiz uçurumu uzanmaktadır. 
 
Değerli okurlarım, önemsiz insan yoktur.
Her insan önemlidir; çünük ălemde ne varsa o, odur…
Ve her insan, farklı seviyelerde olmak üzere, sanatçıdır.
 
Duygu seli içinde akan ve çoğu zaman acı çeken insan gönlü; teselli ararken, mesajını iletmek isterken sanat yeteneğine baş vurur. Sözün gücüne tutunur. Sel suları gibi coşan duyguları, söz ile biçim kazanır. Duygular, insan ruhunun dokunuşuyla yapraktaki şebnem gibi ışıldar.
Söz, işte bu dokunuşlarla şiir olur…Ve söz şiir olunca mısralar uçuşur dünyayı kucaklar. 
Mısralar, soluyarak açılan sabahlarda gül yapraklarına konan  şebnemler gibi, insanların gönül tellerine konarlar. 
 
Sanat bazen dayanılmaz acıların hıçkırığı, bazen de mutluluğun resmidir. 
İnsanlar gönül yaralarını, düşlerini-hayallerini, önce; zihinlerindeki düşünce ekrana taşırlar.
Sonra oradan alır tuale, kağıda, notalara döker ve insanlarla paylaşırlar.
Sanat, aynı zamanda paylaşımdır.
 
Marie Rilke işte bu duygularla yazdığı mısralarında şöyle seslenmiş:
“Yapraklar düşmede, bilinmez nerden
Gök kubbede uzak bahçeler bozulmuş sanki…” 
 

Sonsuza Sevdalı İnsan Ve Sığınılacak Liman

İnsan, dünyada gurbettedir…Ve insan, sonsuza sevdalıdır. 
Gönlündeki volkanı ateşleyen de işte o yakıcı hasrettir. 
Nerede biteceğini bilemediği arayışı ve dinmek bilmeyen özlemidir onu yazmaya, 
söylemeye, çizmeye, resmetmeye taşı yontamaya yönlendiren.
 
Doğuştan yüreğinde bulduğu… 
Her vesile ile paylaşmaya çalıştığı bir derdi vardır insanın. 
Aynaya bakar…
Yansıdan bakan yüzü tanır tanımasına da… 
Aynaya akseden o suretin ardındaki benlik aslında kimdir bilmez…
Kendisi, kendine sır olan varlıktır insan.
 
İnsanlara bakar…
Gönüldaş olmak onlar tarafından farkedilmek ister aralarına sokulur. 
Kendini beklentilerin farklılaştığı çıkar çatışmalarının fırtınasında savrulurken buluverir.
O ălemde sürüklenir doymaz bencilliklerin duvarına çarpar, kırılır ve kırar…
Telleri kırık bir keman gibidir insan.
 
Hayata bakar…
İnsanlar doğmakta bir süre yaşadıktan sonra da ölmektedir. 
“Sonlu yaşama mahkûmuz…” diye düşünür. 
“Bu  hem acı, hem de korkutucu bir gerçek” diye yakınır.
“Niçin böyle?“ Diye sorgular.
Sonsuzu sezip arayan gönlü, sonlu olmayı kabullenmek istemez.
Tolstoy gibi çeperlerini yoklar kainatın…
Ötelere, sonsuza yol arayan varlıktır insan. 
 
Hayata bakar…
Kimi zaman isyan eder…
Çoğu zaman da görmemeyi,  görse de unutmayı seçer. 
Günlük yaşamın hipnozuna bırakır kendini. 
Yalın gerçeklikten uzaklara  kendini aldatma örtüsünün ardına saklanır. 
Kendini aldatmanın da ustasıdır insan.
 
Kimi zaman da göğün yıldızlı derinliklerine bakar…
“Çok az şey biliyoruz…Gerçek orada bir yerde“ der; umutlanır. 
Yeni bir heyecanla, aklın rehberliğinde, sorular labirentinin karmaşık yollarına dalar. 
Cevapları aramaya koyulur…
Bitmek bilmeyen bir arayışın yolcusudur insan.
 
Hayatın akışı içinde dünyevi başarılar elde eder. 
Mal mülk mevki makam sahibi olur.
Bir an gelir Tolstoy gibi gönlünü yoklar: 
“Şan, şöhret, mevki ve makam ve  mal vardır, ama…
O aynı boşluk hălă yerli yerinde durmaktadır...“
Kalıcı mutluluğu bulamadığını anlar. 
Ruh safiyetinin sırrını çözemediğini idrak eder.
Henüz kendini bile yeterince tanımadığını fark eder. 
Ölümsüzlüğü arayan tutkusuna bakar; eksilmemiş artmıştır.
“Ölümlü bir varlık için bu ne derin çelişki!..“ diyerek yakınır.
Hem yaralayan hem de yaralara merhem olan insanlara bakar…
“Bu ne yaman çelişki!“ diye düşünür. 
 
Bu açmazın içinde sığınacak bir liman arar. 
Peki, var mıdır böyle bir sığınak? 
 
Olmaz olur mu, elbette var…
Çal gönlünün ışığa açılan kapısını…
Gerçek Dost’u…
Sevgi Pınarı’nı hemen orada yanı başında bulacaksın.
 
Şairin dediği gibi:
* “Bir türküdür yaşamak dediğin
   Başladığı yerde biter…”
 
………………………………………………………………………………………………………………………
* Adanalı Şairler Antolojisi, S.Mamay, “Gün yine yaprak uçlarından düşecek toprağa ” şiirinden bir iki dize.
………………………………………………………………………………………………………………………
 



Sayı 23 (Kasım - Aralık 2014)

Bu yazı 4960 defa okundu.