Din, Afyon mudur?

 
Karl Marks, “ Din afyondur “ demiş. 
Peki, öyle mi?
Din gerçekten de afyon mu?
 
 
*    *    *
 
Değerli Okurlarım
Din afyon mudur, sorusunun cevapları çelişiyor. 
İlginçtir; çelişen görüşlere, kendi açılarından bakıldığında“doğru“ görünüyorlar: 
“ Din afyondur “diyenlerin mantığı şöyle işliyor: “
Din sömürüsü tüm zamanlarda var mı? Var...
Din kullanılarak toplum paralize ediliyor mu?  Ediliyor. 
O halde, din afyondur, diyorlar. 
Karşı çıkan taraf  ise inancını şöyle savunuyor: 
“Din Allah emridir kutsaldır; iyiliği emreder kötülüğü yasaklar.”
Gerçek şudur: Din afyondur, tespiti; tek yanlı bakış açısının yaptığı teşhistir.
Kutsal değerleri sömürü aracı yapan din değil ki; insanlar... 
Din, “ Gidin insanları hile ve riyâ yoluyla aldatıp sömürün” demiyor.
Tam tersini emrediyor; güzel ahlâkı övüyor; çalmayın, öldürmeyin, adaletsizlik yapmayın, yoksula yardım edin diyor.  Kur’an, Lukman suresi 33 ayetinde; 
“ Ey insanlar!...Allah’ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. 
O yaman aldatıcı, size Allah hakkında/ Allah ile aldatmasın “ diyor. 
Bu apaçık bir uyarıdır. Ayette geçen “O yaman aldatıcı” işte o din istismarcılarıdır 
 
Toplumların Paralize Edilmesi Nedir?
 
 
Paralizenin tıptaki anlamı, felçtir. Paralize toplum bireyin öz iradesinin kilitlenip 
kalması ile kitlelerin inisiyatif kullanamaz hâle düşürülmesidir. Düşmanca telkin,  
baskı ve tehditler, ihanet ve travmatik olaylar toplumu paralize ediyor. 
İnsanların zihni Allah ile aldatılarak ilkel korkular kullanılarak kilitleniyor.
Bu yöntem elbette riyâdır ve azgın benliklerin yoludur. 
Bu oyun, çıkar sağlamak için sahneye konan bir iğrençlikler tiyatrosudur.
Güç tutkunu benlikler tarih boyunca bunu yaptılar. 
 
Ruhban Sınıf ve Zulüm
 
 
Klan yaşamında şamanlar mânevi otoriteyi temsil ederlerdi.
Antik Mısır’da Firavunlar egemenliği ruhbanlarla paylaşırlardı. 
Kadim dönemin Musevî yaşamında iktidar ortağı ruhban hahamlardı. 
Roma’da Senatörlerden oluşan din adamları sınıfı vardı.
Orta Çağa gelindiğinde Avrupa, Kilise hegemonyası altına girmişti. 
İslâm âleminde ise mollaları, *ulemâyı, şeyhleri, devletten/saraydan maaşlı 
din görevlilerini görüyoruz. *( Osmanlı’da İlmiye sınıfı,‘Ulemâ’ diye anılırdı).  
*    *    *
“ İslâm’da ruhban sınıf yoktur ” denilebilir. 
Doğrudur: Kur’an’ın  tebliğ ettiği dinde ruhban sınıf yok.
İslâm’da din görevinin para karşılığı yapılması da yok...
Ama yapılıyor... 
İslâm ülkelerinde ruhban sınıf kılık değiştirerek molla, ayetullah,  tarikat şeyhi, din görevlisi gibi ve benzeri elbiseleri giyerek ortaya çıktı. Din görevlileri, bilginler yönetici güce nafaka bağıyla bağımlıysa; orada  özgür düşünce kısıtlanır.
Maaşla geçinen insan otoriteye nasıl karşı çıksın!? 
Çıkarsa Hallâc-ı Mansûr’un başına gelenler ona da olur:
 
Hallâc-ı Mansûr 
Abbasi Sarayına Kul Olmadı 
 
 
Sûfî bilgeler ve âlimler saltanata uzak dururlardı. 
Ancak aralarından saltanata kul olanlar da çıkardı. 
Saltanata boyun eğmeyişin çarpıcı örneği Hallâc-ı Mansûr’dur: 
Abbasi yönetimi, Hallâc-ı Mansûr’un  köle isyanını desteklediğini düşünüyordu. 
Toplum nezdindeki itibarını yok etmek için fırsat kolluyordu. 
“Ene’l-Hak/ Ben Hakkım “ demesini kullandılar. 
Mahkum edip işkence ile öldürdüler.
 
Ali Şeriatî:  “Dine Karşı Din”
 
 
Çağdaş örnek ise; İranlı düşünür Ali Şeriati’nin başına gelenlerdir.
Ali Şeriati sosyolog, aktivist, düşünür ve yazardı
Din sosyolojisi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine eserler vermişti. 
Marksist düşünceden alıntılar ve türetmeler yapmıştı.
İran Devrimi'nin baş düşünürü olarak anılıyordu ve moderndi. 
 “ Dine Karşı Din” kitabı kitleleri etkilemişti. Kitapta, hurafe ile kutsalın birbirine 
karıştırıldığı uydurma dine karşı çıkıyor insanları Kur’an’daki İslâm’a davet ediyordu. 
Ali Şeriati’ye göre iki din vardı:Biri, Kur’an’daki İslâm öteki uydurulup saltanata araç yapılan din. Ali Şeriati’nin toplumu etkilemesi Şah yönetimini tedirgin ediyordu. 
Önce dersleri kısıtlandı. Sonra ağır baskı altına alındı. Toplum üzerindeki etkisini kıramayınca, tutukladılar. 1977 yılında şüpheli bir ölümle hayata veda etti; 44 yaşındaydı. Şeriati’yi, İngiliz ve İran istihbaratı (SAVAK) tarafından öldürdüğü söylendi; bu iddia kanıtlanamadı. 
 
Hz İSA’yı Çarmıa Ruhbanlar Sürüklemişti 
 
 
En ağır çileyi çeken, kutsal devrimciler olan Peygamberlerdir. 
Onlar İlahî mesajı teblîğ ettiler sömürü düzenini yıktılar:
Hz Musa’yı ve bağlılarını yok etmek için Firavun ordu ile takip etmişti.
Hz İSA’nın ilahî mesajı ile esen manevi rüzgâr dönemin ruhbanlarını ve Roma’yı tedirgin etmişti.  Kudüsteki Kutsal Tapınak, yahudi Ferisi ruhbanların kontrolündeydi. 
Tapınağın yanında banker tezgahları vardı. Faizci ticaretten(!) Ferisiler de nemâlanıyorlardı. 
Hz. İSA o tezgahları yerle yeksan etmişti. Egemenlerin düzenini tehdit eden Hz İsa, düzmece suçlamalarla yargılanıp çarmıha götürüldü. 
 
Hz Muhammed’e Sûikasti 
Mekke Seçkinleri Tertiplemişti
 
Hz. Muhammed’in tebliğatı adalet, özgürlük, mesajı veriyordu.
Kurtuluşa giden yolu gösteriyordu. Mekke hükümranları rahatsız oldu;; sultaları, tehdit altındaydı.Önce uzlaşma aradılar. Kabul görmedi. Bu defa şiddete başvurdular; ilk inananları ezdiler. Baktılar yine olmuyor; cinayet plânladılar. Putperest ailelerden birer suikastçi seçildi; Hz Muhammedi gece baskınıyla öldüreceklerdi. Hz Muhammed ile dostu Ebubekir hicret için yola çıkmışlardı. Suikastçiler karşılarında yalın kılınç bekleyen Hz Ali’yi buldular, geri döndüler. Ne var ki; saltanat cinayetleri devam edecektir:  Hz Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyin, Emevi saltanatı için kahpece öldürüleceklerdir. 
 
 
Değerli Okurlarım 
Görüldüğü üzere; Müslüman, Hıristiyan ya da Pagan, farketmiyor, din, saltanata ulaşmak ve onu korumak isteyenlerin elinde daima kötüye kullanılıyor. 
Dinin insanları etkileme gücü hırslı benliklerin iştahını daima kabartmış. 
Kutsalların sömürüsü üzerine bina edilen saltanat düzeni bu iştahın ürünüdür. 
Bu oyun, *riyâ batağına girilmeden oynanamaz kirlidir, kanlıdır: 
Yönetim erki azgın beniklere geçti mi; ruhban sınıfla çıkar birlikteliği kuruluyor. 
Toplum, din sömürülerek, propaganda çarkı işletilerek paralize ediliyor.  
Peki bu nereye kadar? Cevap tarihin sayfalarında: Kitleleler patlama noktasına gelinceye kadar sürüyor; Aydınlanma Çağı tarih sahnesine işte böyle çıktı. 
 
Orta Çağ Karanlığı ve Aydınlanma 
 
 
Orta Çağ Avrupası Kilise baskısı altında yaşadı: İnsanlar, büyücü /cadı, denilerek işkence gördü hatta yakıldılar. Düşünürler, sanatçılar sindirildi. Bilgi saklandı, bilimsel gelişmenin önü kapatıldı. Buna karşın Aristokrasi kutsandı. Hükümdarlar ilahlaştırıldı “tanrının gölgesi” diye anılır oldular.  İlginçtir; *teokratik Osmanlıda da zihniyet aynıydı: 
Osmanlılar döneminde Peyam-ı Sabah gazetesi yazarı Ali Kemal, Kuvay-ı Milliyecilerin “imha”  edilmesini isteyen yazısında, Padişah Vahideddin’in bir buyruğundan; “ irade-i zıllulahi / Allah’ın gölgesinin iradesi” diye söz ediyordu.
 (Teokrasi, siyasi iktidarın, Tanrı'nın temsilcileri olduklarına inanılan din adamlarının elinde bulunduğu toplumsal, siyasi düzen, demektir. Sekülerizm (laik düzen) buna engel olduğu için dinci-laik çatışması doğuyor; yani bu ilahî olanı  ikame mücadelesi değill; iktidar kavgasıdır).
 
Aydınlanma Felsefesi
 
Aydınlanma 18. Yüzyılda doğup benimsendi akılcı düşünce gelişti. 
Düşünce eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan kurtuldu özgürleşti.
Aydınlanma ile akıl merkezli bir düzen ortaya çıktı.
Yeni bir ideal tarih sahnesine taşındı: 
  • Dünya düzenine aklın aydınlattığı, kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalı sürekli ilerlemeliydi. 
  • İlerleme ideali küresel bir hedef olarak benimsenmeliydi.  
  • İnsan, geleneğin köleliğinden kurtulmalı mutluluk ve özgürlük yolunda gelişmeliydi. 
Aydınlanmanın ilk temsilcileri, Rene Descartes, G. W. Leibniz’dir. Almanya'da Herder, 
Kant, Wolff; Fransa'da Diderot, Helvétius, Montesquieu,  Rousseau, Voltaire; Büyük Britanya'da  Hume, Locke ve Paine diğer önemli aydınlanmacı düşünürlerdir.
 
Aydınlanma ve Sekülerizm 
(Laiklik) 
 
Sekülerizm (laik düzen) aydınlanma düşüncesinin temelidir; ateizm veya dinsizlik demek değildir. Aydınlanmacılara göre din, insanın vicdanı ile ilgili bir konudur; devlet dinsel kurumlardan kesin bir biçimde ayrı olmalıdır. Farklı dinler ve inanışlardan kişiler yasa önünde eşit olmalıdır.  Aydınlanmacılar "Doğal dini" benimsiyor, buna, akıl dini, diyorlardı (deizm).   Düşünür Locke ve Wolff ‘a göre ise: “ Tanrı buyruğu aklın üstündeydi, ama akla uygundu.” 
 
İnsanın Doğası
 
İnsan bedenden ibaret değildir; ruhsal boyutu da vardır; yüksek niteliklere estetik değerlere sahiptir; özgür ruhlu yaratılmıştır; zincire vurulabilir; ama o zinciri gün gelir mutlaka kırar. Aydınlanmacılcarın başlattığı süreç de  işte böyledi Orta Çağ zulmünün zincirlerini kırmıştı. 
İnsanın yüksek niteliklerinin yanı sıra nefsani zaafları da vardır: 
Bencildir, kendine yontar; güce, servet ve refah tutkundur.
Yalana, riyâya sapabilir ve kan dökebilir. Bağnazlığa yatkındır: 
Nesnel şeylere dine, mezhebe, ideolojiye tutkuyla bağlanabilir. 
Bu sahiplenme; bağnazlık düzeyine varabilir. 
 
Karl Marks Haklı mı?
 
Karl Marks’ın “Din afyondur” sözünden yola çıkmıştık. 
Karl Marks tarihsel olayları değerlendirmiş; pratikteki gerçekliğe bakmış; ruhban 
sınıf ile hükümdar elitin dini araçsallaştırdıklarını tespit etmiş. 
Bu tespite yanlış demek mümkün müdür? 
Dinin araçsallaştırıldığı gözler önünde olan bir durum...
Baskılardan bunalan insanlar çareyi ideolojilerde aramışlar. 
Ne var ki kantarın topuzu yine kaçırılacaktır: 
İdeoloji din, ideolog peygamber yerine konulacaktır. 
Böylece ideolojik ayrışmalar din ve mezhep çatışmalarına eklenecektir 
Yani biz insanlar dengeli orta yolu bulamamış yine ifrat ile tefrit tuzağına düşmüştük.
Dni değerlerin istismarı yanlıştır; idelojileri kutsayıp tek doğru saymak da hatalıdır. 
Din çarpıtılıp istismar edilmiş yaşam pratiği bunu gösteriyor. 
Ancak, gerçeğin öteki yüzü de var:
 
Tekâmül ve İdeolojiler
 
Değerli okurlarım, evrim /tekâmül, kâinat yasasıdır: 
Her şey gelişerek değişir, tekâmül eder. 
O halde zamanla a her şey eskiyecek değişim ise kesintisiz sürecektir. 
Bu nesnel varlıklar için de, ideolojiler için  de geçerlidir. 
İnsan için aslolan, nitelikli bilgiye ulaşarak farkındalığını genişletmesidir.  
Bilgeliğe yükseliş ancak böyle yapılırsa  mümkündür. 
Sağlık ve sevgi içinde olunuz değerli okurlarım. 
 
Fevzi Acevit
Ekim-2016-Adana
 
 
 



SAYI 35 (Kasım- Aralık 2016)

Bu yazı 5417 defa okundu.