Yetmez Ama Sinema; NURİ BİLGE CEYLAN

1959, İstanbul doğumlu Nuri Bilge Ceylan; Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden mezun olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki yıl sinema eğitimi gördükten sonra eğitimini tamamlamadan bıraktı. Mektepli yerine alaylı diyebileceğimiz yönetmenin fotoğrafa olan tutkusu belkide O'na sinema yolunu açtı.

90'larda oluşan yeni kuşak Türk sinemacılarının arasında kendine yer ayırtan yönetmen 1980 sonrasının yenilmişliğini hissettirir filmlerinde. Muhalif tavrı ve minimalist yaklaşımıyla iyi filmlerin “ az konuşan, içe dönük, reklama inanmayan, medyaya mesafeli duran filmler ” olduğuna inanan Ceylan, yaptığı işi ciddiye alan, onun üzerine düşünen, bir görüş ve sinema dili oluşturmaya çalışan bir sinemacı.

Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eğitimi sırasında üniversitenin fotoğrafçılık (BÜFOK) kulübüne katıldı. İmge ve görüntü bağlamında kafa yoran Ceylan kendine uygun anlatı biçimini kullanarak kitlelere ulaşmaya çalıştı. Dönemin Gergedan gibi popüler dergisinde yazıları yayınlanan Ceylan için, düşündüğünü fotoğrafa aktarmaktan daha fazlası gerekliydi. Nuri Bilge Ceylan, yer yer otobiyografik özellikler barındıran, ses ve görüntü ayrılığı, imgenin anlatı üstünde önceliği gibi saf sinemanın temel estetik ilkelerini kendi sinemasına uyarlayarak ‘yönetmen sinemasının’ özgün bir ismi oldu.

1995 yılında ilk kısa filmi olan "Koza" ile sinemaya adım atan yönetmenin özellikle Tarkovski sinemasının etkisinde kaldığı gözlendi. İlk uzun metrajı 'Kasaba( 1998)' ile fotoğrafik yaklaşımlarının etkisiyle kır, kasaba hayatı üzerinden doğayla insan arasındaki gizemi göstermeye çalışır. Sonsuz özgürlükteki doğanın kasabadaki sıkışmışlığı üzerine derin anlatıları olan filmin siyah-beyaz fonu ve gölge-ışık oyunları arasındaki pastoral denge yeni bir sinemacının ayak seslerini hissetirir. Tamamen amatör oyuncularla çekilen filmde Nuri Bilge Ceylan'ın oyuncu yönetimindeki başarısı da gözlemleniyordu. Zamanın o bitip tükenmek bilmeyen süreğenliği içinde ardı sıra çekilmiş fotoğraf kareleri gibi tabir edebileceğimiz filmin bütünsellik açısından Tarkovski etkisi göstermesi kaçınılmazdı. Kasaba hayatı üzerinden "ne yapıyoruz biz?" sorusuna cevap arayan filmin tek olumsuz yanı olarak diyaloların dublaj olmasını gösterebiliriz. 

1999 yılında 'Mayıs Sıkıntısı' ile sinema dünyasında ciddiye alınması gereken bir isim haline geldi. Neredeyse tüm ailesine rol verdiği, Çanakkale' nin küçük bir kasabasında geçen, çocuk gözüyle hayatı yansıtmayı başarmış, saf, sakin, abartısız olan filmi renkli çekmeyi tercih eden yönetmen başarılı bir kurgu örneği sunar. İran sinemasından izler taşıyan film için Abbas Kiarostami tarzı kadrajlar bulmakta mümkün. Nuri Bilge Ceylan sinemasının en önemli anlatım özelliklerinden biri de sadelik ve yalınlıktır. Her şey hayatta olduğu gibidir; sade, yalın, durağan. Bu yaklaşımları, fotoğraf/tespit gerçekliği ile kavramlaştırabileceğimizi gösteren ilk örnek ‘Mayıs Sıkıntısı’ dır.

uzak-3-filmDoğa ve insan ilişkileri üzerine özgün bir üçleme olarak tanımlayabileceğimiz bu serinin son filmi ise 2002 yapımı bol ödüllü 'Uzak' (diğerleri Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı) olmuştur. Film, birbirlerinin dünyasına tümüyle yabancı iki insanın büyük şehirde yaşadıkları trajedileri anlatır. Doğanın insanla konuştuğu çağı geride bırakırken insan sesi yerine doğal seslerin kulağımıza itildiği bir deneyim 'Uzak'. Anlatımın ağırlıkla görüntü üzerinden aktarıldığı filmde Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğrafçılıktan gelen yapısı hissedilir. Kahramanlar Yusuf ve Mahmut sürekli kente bakarlar. Böylece ortaya kartpostal bir çalışma çıkar. İstanbul kadrajları kenti, filmin başrol oyuncularından biri yapar. Amatör oyuncularla çalışan Ceylan'ın fotoğrafı öne çıkaran anlayışı; oyuncuların birer figür gibi görünmesine, arkadaki fonun ise sanatsal anlamdaki sinema ile tiyatro arasındaki ayrımı vurgulaması açısından başrole geçmesine neden olur.

2006 yılına gelindiğinde 'İklimler' filmi ile perdeye gelen yönetmen, sadelik açısından tavan yaptığı sinemasıyla her şeyin hayatta olduğu gibi doğal olmasını ister. Oyunculukta, iddialı ve abartılı yaklaşımlardan uzak durmak isteyen Ceylan, filmin başrolüne kendisiyle beraber eşi Ebru Ceylan’ ı yerleştirir. Sesi olabildiğince azaltarak görüntüyü öne çıkaran yönetmen aynı zamanda kurguyla fazla oynamayarak yapaylığı önleme çalışır. Müzik artık tümüyle geri plândadır. Anlatımı açısından önemi yadsınamaz olan müziğe mesafelidir. Bunu seyirciye bir tuzak olarak görür ve müziği asgariye indirir. Ağrı'dan, İstanbul'a, oradan Kaş'a; ülkenin mevsimlik portresi çerçeve oluştururken İklimler görece müthiş bir fotoğraf olarak yerleşir merkeze. İsa ile Bahar arasındaki ilişki ekseninde iletişimsizliğin fotoğrafıdır film. Anlatılan bir aşk hikayesidir. Kaybetmek üzerine anlatır yönetmen hikayesini.
3-maymun-film
2008 yılında 'Üç Maymun' filmiyle tüm dünyada kabul gören Nuri Bilge Ceylan ilk defa profesyonel oyuncularla çalışmıştır. Önceki filmlerine kıyasla, gerek dramatik yapısı, gerekse teknik açıdan çok daha sinemasal havası olan bir film Üç Maymun. Para karşılığı bir başkasının suçunu üstlenip onun yerine hapis yatma gerçekliğinden yola çıkarak, herkesin bildiğini birbirlerinden sakladığı bir döngüyü anlatan filmin yoğun grafik anlatımı ve teknik yetkinliği gerçekten hayranlık uyandırıcı. Ailenin ölmüş oğlunun farklı karakterlerin gündüz düşlerinde gözüktüğü sahnelerden de anlaşıldığı gibi, Nuri Bilge Ceylan bir hüzün yaratmanın peşine gidiyor. Ama biçimci yaklaşımı, seyirci ile arasına öyle bir mesafe koyuyor ki, hislenmek zorlaşıyor.

sinema-bir-zamanlar-anadoluda'Bir Zamanlar Anadolu' da( 2011)' başlı başına yazı konusu olması gereken bir başyapıt aslında. Tanıtım metnine yansıyan kelimelerle ifadeye başlarsak; " Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında "yeni ve farklı bir şey" çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar... İnsan yüzlerine doğanın gerisinden bakmaya devam ettiğimiz film Ceylan'ın önceki filmlerinde rastladığımız bütün öğeleri salt sinema açısından ele alır. Bıkkınlığın, içe dönüklüğün ve hüznün tarihini yazan kıraç toprakların aynası niteliğindeki insan yüzleri, ceset ararken kazma vurulan bozkır toprakları gibi kırışıktır. Erkek egemenliğine kadın karakterler üzerinden balta vuran kareler eşlik eder perdeye. Devlet olgusunun ete kemiğe büründüğü polis, savcı, doktor üçlemesi üzerinden insana bakar yönetmen. Özellikle Doktor Cemal (Muhammet Uzuner) ve Arap Ali ( Ahmet Mümtaz Taylan) karakterlerinin karşılıklı diyaloğu kişisel olarak en sevdiğim sahnesidir filmin.

Tarkovski, Angelopoulus, Bergman, Ozu, Bresson, Ray gibi sinema anlayışını benimseyen yönetmen ayrıca Yeni Dalga, İtalyan Yeni Gerçekçilik, devrim sonrası İran Sineması (özellikle Abbas Kiarostami)'nı filmlerine yansıtır. Hayatın direkt kendisinden sarsıcı sonuçlar çıkaran Nuri Bilge Ceylan; sinema izlemek yerine sinemaya bakmak diye bir kavramı Türk Sinemasına kazandırmış bir yönetmen. Kişesel olarak; tüm bunlara rağmen gayet didaktik bulduğum filmlerine sinema sanatı adına hayranlıkla "baktığım" Nuri Bilge Ceylan'ın, Cannes gibi bütün filmleri ödüllendirilmiş bir festivalden sonra özellikle Oscar yönünden ıskalanması şaşkınlık uyandırıyor. İyi Seyirler…




Sayı 17 (Kasım - Aralık) 2013

Bu yazı 5401 defa okundu.