Futbol, Toplum ve Siyaset
“Futbol, Tanrı’ya ne yönüyle benzer? Hemen söyleyeyim: Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla.” (Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, Can yayınları, 2006)
Milyonlarca insanın bir topun arkasında koşan yirmi iki kişiye bakmasının ne kadar anlamsız olduğuna ilişkin kurulan cümleler, artık eskisi kadar etki yaratmıyor. Futbol artık yirmi iki kişi arasında topla oynanan bir oyun olmaktan çıktı. Özellikle 80’li yıllardan sonra kulüpler, federasyon, futbolcular, başkanlar, teknik adamlar, hakemler, menajerler, sponsörler, medya ve hatta seyircisiyle birlikte dev bir sektöre dönüştü. Birleşmiş Milletler raporuna göre sporun dünya ekonomisi içindeki payı %3’e ulaşmış görünüyor. Artık endüstriyel bir sektör haline gelen futbola ilişkin finansal araştırma raporlarına göre, dünya futbolunda dönen para son on yıl içinde 200 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış durumda.
Birçok muhafazakar aydının bu konudaki aşağılamaları, topa tapınmanın, halkın hak ettiği bir batıl inanç olduğu savına dayanır. Her şeyiyle futbola inanmış olan halk kütleleri, kendilerine yakışan bir şekilde ayaklarıyla düşünmeye başlarlar ve bilinçaltlarında tatmin olurlar. Bu aşamada hayvansı içgüdüler insan mantığına hakim olur, cehalet kültürü ezer ve böylelikle ayaktakımının istediği gerçekleşmiş olur.
Buna karşın birçok solcu aydın, futbolu, yığınların gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini başka yöne kanalize ettiği için aşağılarlar. Onlara göre işçiler onların ahlaklarını bozan top tarafından hipnotize edilerek bilinçlerini yitirirler ve sınıflarının düşmanları tarafından sürü gibi güdülebilirler.
Sosyal bilimler alanında spora ve futbola ilişkin kuramsal tartışmaların uzun bir geçmişi yoktur. 1960’lı yılların sonunda ilk önemli kuramsal tartışmalar Marksist ekolun, genelde spor ve siyaset olmakla birlikte, özellikle futbol ve siyaset arasında kurmaya çalıştıkları kuramsal ilişkidir. Bu çalışmaların temelinde kapitalist toplumda sporun, tıpkı hukuk, kültür, sanat gibi diğer üst yapı kurumlarıyla birlikte ideolojik bir rol oynaması yatar. Futbol, bir yandan çalışan sınıflara gündelik hayat içinde ağır çalışma koşullarını ve sömürüyü unuttururken, bir yandan da hakim sınıfın ideolojisini ve değerlerini topluma yayar. Futbolun çalışanların boş zamanlarını “sahte bir neşe kaynağı” olarak veya “afyon etkisi” olarak gören bu yaklaşım, Portekiz diktatörü Salazar’ın ülkeyi uzun yıllar boyunca 3F (Fado, Fiesta, Futbol) ile yönettiği veya İspanyol diktatörü Franco’nun Barnabeau stadı için “150 bin kişilik uyku tulumu” benzetmesi yaptığına dair klişelerle desteklenmiştir.
Marksist ekolun bu değerlendirmeleri, farklı akademik ve entelektüel çevrelerde etkinliğini önemli oranda sürdürmekle birlikte 1980 yıllarından itibaren Gramsci’nin ekoluna göre spor alt yapıdan özerk bir kültürel form niteliğini taşır. Bu yaklaşıma göre: “Spor hem yönetici sınıfların farklı fraksiyonları, hem de toplumsal sınıflar arasında bir mücadele alanıdır.” Tüm bu yaklaşımlar spor-siyaset ilişkisine farklı bir gözle bakmanın penceresini açarken, aynı zamanda sosyal bilimler alanında farklı disiplinlerin ilgisinin futbola doğru yönelmesine de neden olmuştur.
Sporu özellikle de futbolu, tarihin hiçbir döneminde siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerden ayrı soyutlayamayız. Aksine spor, içinde bulunduğu toplumun özellik ve çelişkilerini belli kırılmalarla yansıtan bir ayna olarak da değerlendirilebilir. Bu açıdan bakıldığında spor ve siyaset doğrudan veya dolaylı olarak bir bütünsellik gösterebilir. Oynanmaya başlandığı tarihten itibaren en popüler spor dalı olan futbol da siyasetin her zaman ilgi alanında olmuştur. Siyasal seçkinlerin ve başkanların futbola verdiği anlam ile futbolu oynayan ve seyredenlerin futbola verdiği anlam her zaman aynı olmamıştır.
Ülkemizde ise hiçbir zaman futbol, toplum ve siyaset bu kadar iç içe girmemişti. Siyasetin kendi içindeki tutarsızlığı ve seviyesizliği sporla özellikle de futbolla örtbas edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu durum futbolu da her şeyiyle birlikte seviyesizleştirmiştir. Özellikle Fenerbahçe’nin siyaseten cezalandırılmak istenmeleri, Beşiktaş’ın taraftar grubu olan Çarşı’nın ısrarla farklı bir anlam yüklenerek ve darbe girişimi suçlamasıyla siyasetin içine çekilmek istenerek yıpratılmaları futbol-toplum-siyaset üçgeninin çok kötü bir örneği olarak her zaman karşımıza çıkacaktır.
Ali İhsan Ökten
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları