Bir Zamanlar Adana - Güneş Kenti Adana ve Sinema

Bir zamanlar Adanalı  sinemaya, sinema da Adana’ya  sevdalıydı.

Neredeyse her semtte yazlık sinema vardı. Sosyal yaşamın nabzı sinema ortamında atardı. Güneş kentinin insanları yaz aylarının, “ Yaprak kımıldamıyor! “ dedirten sarı sıcağını damlara cibinlik kurarak, bağlara yaylalara göçerek , akşamları yazlık sinemaya giderek geçirirlerdi.

 

Adana su ve Güneş beldesidir. Adana’ya yaz erken gelir geç gider. 
Sarı sıcaktan sivri sinekten korunmak Adanalı için yaşamsaldır. 
Günümüzde Adana insanı rahatladı; artık soğutucular var...Ama eskiden öyle değildi... *Bağa yaylaya çıkamayan Adanalılar için serinleme umudu rüzgara bağlıydı. Soğutucu klimaların akıllarda bile olmadığı dönemdi o günler...Etler günlük kesilir günlük alınır serin bir yere asılan tel dolaplarda muhafaza edilirdi. İçme suyunun, ayranın, asmanın  (Asma, koruktan yapılan bir içecektir.), limonatının **bocitlere buz parçaları atılarak soğutulduğu zamandı. 
*   *   * 
Öğle üzeri başlayıp akşam saatlerine kadar esen aşağı yeli durduğunda Adana geceleri boğucu sıcağa teslim olurdu. ( Aşağı yeli, denizden esen rüzgara Adanalıların verdiği yöresel addır.) Adanalılar,  evlerinin bahçesinde yüksekçe yerlere kurdukları ***tahtlara ya da doğrudan evin damına yatak serer serinliği öyle ararlardı. Yatakların üzerine cibinlik kurulur, sivrisinekten öyle korunulurdu.
*   *   *  
İşte o yıllarda Adanalı sinemaya sevdalıydı. ( Halen de öyledir ya...) 
Kışlıkların yanı sıra sayıları yüzü aşan açık hava sinemaları vardı. 
Neredeyse her semtte yazlık sinema...Hatta bazı semtlerde bir kaçı birden...Mesela Sular  Yolu Kavşağı çevresinde 4 adet yazlık sinemayı anımsıyorum. Semt sinemaları Adanalılar için hem sinema keyfini yaşama hem de soluk alma ve başka insanlarla bir araya gelme mekânlarıydı.
İnsan olan yerlerde insana özgü olaylar da olur: Sinemalar genç yüreklerin sevdalarla, bıçkın ruhların da sonu karakolda biten kavgalarla buuştuğu yerlerdi.  Güney insanıydı bu...hem çabucak sever hem de aynı hızla kapışırdı. ( Kapışır: ‘ Döğüşür ‘ anlamındadır.) 
*   *   *
Sinemalarda gençler bakışarak tanışırlardı; uzaktan uzağaydı bu tanışma....
Gönüllerden uçuşan sevda polenleri bakışların esintisiyle ulaşırdı sevgili adaylarının yüreğine. Selam, eller başa götürülüp saçlar  düzeltiliyormuş gibi yapılarak verilirdi. 
Çünkü selamı belli ettin mi, kavga bela hazırdı... Kızın, abisi emmisi dayısı babasından birini ya da hepsini birden karşında buluverirdin.  
Bu risk, sevda arayan yürekleri caydırır mıydı? 
Hayır caydıramazdı.
Adana’da sevdalar bu nedenle delikanlıydı ya...Sevgi, kalplerden dudaklara oradan da gizli buluşmalara kadar uzanır hükmünü icra ederdi.
*  *  *
Yeni bir film gösterime girdi mi, bilet gişeleri önünde kuyruklar uzardı. 
Aileler daha çok loca bileti alırlardı. 
Böylece hem iyi yerden film izlerler hem de bakışların tacizinden sakınmış olurlardı. 
Ancak loca bileti hiçte ucuz değildi. Loca bileti bulamayan ya da alamayanlar da vardı. Onlar mecburen salondan alırlardı bileti.  
Açık hava sinemalarında oturma grupları yan yana birbirine bağlanmış sandalyelerden oluşurdu. 
Kavgaların çoğu da işte bu düzenden doğardı. Arka sıradaki bir kimse,  bilerek ya da bilmeyerek ayağını öndekine değecek  şekilde uzattı mı...Hele ön sıradaki sandalyede oturan da bir kadın ya da genç kızsa...İşte o takdirde yandı gülüm keten helva!

 

 


* Bağa yaylaya çıkmak: Adanalılar yaylacıdır. Toroslar, çamlı dorukları serin havasıyla nefes aldırır Adanalıya.  Adana  eskiden bağların  bahçelerin şehriydi. Bağlar kentin  kuzeyindeydi.  Kuzey Adana  şehir merkezinden  daha yüksektir, daha serin olur; Adanalılar yayla niyetine bağa da çıkarlardı.
** Bocit: Kapaklı ve lüleli çinko sürahi, toprak, bakır sürahi
*** Taht: Ahşaptan yapıılan bir tür platform; damlara da, evlerin yüksekçe yerlerine kurulurdu. Adana’da yaz ayları sadece sıcak günlerin değil damdandüşme vakalarını da mevsimiydi. Bu nedenle Adanalılar, “ Damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar “ derler.

 

 


 


Kadının kocası...Genç kız ise abisi, babası,  emmisi dayısı...Velhasıl yanlarındaki erkek her kimse...ayağını uzatana çatar ( daıyılanıp diklenir anlamında), sözlü tartışma yumruklaşmaya kadar varıp karakolda bittiği çokça rastlanılan bir durumdu. 
İşte bu sebeple aile bölümü vardı sinemaların.  
Oraya bekâr izleyici sokulmaz eşiyle kızıyla ( ailesiyle) gelenlere bilet verilirdi.

 

Işık ve Çamlı Sinemaları


Sinemalar arasında klas farkı vardı.
Yazlık sinemaların bir ve iki numarası Işık ile Çamlı’ydı. 
Bu sinemaların müşterileri seçkindi.  Oturma grupları kaliteli. İşletmecilik anlayışları disiplinli ve güven vericiydi. Vizyondaki iyi filmleri daha çok o sinemalar getirirlerdi.
*   *   *  
Sinemaya uzak semtlerden gitmek ulaşım sorunu yaratırdı. 
O dönemin Adana’sı fayton arabaların kentidir. 
Giranit taşlı yolların üzerinde çınlayan nal seslerinin duyulduğu dönemdir o günler. Kent ulaşımı Okat Otobüsleri adıyla ( özel sektör işletmeciliği şeklinde) vardı, ama yeterli değildi. Okat Otobüsleri’nin güzerahı kuzeye doğru gidildiğinde Yeni İstasyon (Adana Garı), batıya doğru Hava Alanı Kavşağı son durak olan kapasitedeydi. 
*   *   * 
Biz, uzak semtten sinemaya gitmek zorunda kalan ailelerdendik. Sinemalarda genellikle iki film gösterilirdi. Çocuk gözlerim ikinci filmi bitirmeye güç yetiremez çoğu zaman uyur kalırdım. Bir ara kulaklarımda çınlayan ritmik nal sesleriyle uyanır, nerede olduğumu anlamaya çalışırdım...Meğer film çoktan bitmiş, babamın ya da dayımın tuttuğu faytona binilip eve doğru yol çıkılmıştır artık. 
*   *   *
Işık Sineması kent merkezindeydi.  Şimdi yerinde Büyükşehir Belediyesi yeni binası var. İşte oradaydı Işık Sineması. O günlerde karton film diye anılan çizgi filmlerle Adanalı Işık Sineması’nda tanıştı dersek, yanlış söylemiş olmayız.Yull Birynner ve Deborah Karr’ın  unutulmaz “Kral ve Ben” ‘filmini Işık Sinemasında izlemiştim.
*   *   *
Çamlı Sinema’yı “Karmen “filmi ile anımsarım... 
Karmen’i Rita Hayworth  oynuyordu. Genç ve tutkulu askeri ise Glenn Ford.
Kırmızı elbisesi  ellerinde kıvrak seslerle ritm tutan yürek hoplatan kastenyetlerinin eşliğinde dans eden Rita Hayworth’un beyaz perdeye yansıttığı Karmen, unutulacak gibi değildi...
Çamlı Sinema, Işık’a yakındı...
Büyükşehir Belediye Binası’nın hemen güneyindeydi. Günümüzdeki Turan Cemal Beriker Bulvarı’nın geçtiği güzergahtaydı, İstasyon Caddesi ( şimdiki Atatürk Bulvarı ) üzerinden girilirdi. Cadde ile Sinema arasında küçük çapta bir çam korusu vardı. Sinema adını da oradan almıştı.  Adana Klubü de hemen yanı başındaydı. Bahçeli hoş bir mekândı; orada düğünler de yapılırdı. Bu yerler D-400’ün İç Geçiş Yolu  ( T.Cemal Beriker  Bulvarı )  yapımı için kamulaştırıldı, yıkılıp anılara karıştılar...

 

“ Alo ...Aloo...Dikkat...Dikkaat...”

 
Yüzü aşkın açık hava sineması ( ben 170 olduğu dönemi biliyorum)  tanıtımlarını nasıl yaparlardı derseniz; karüse at arabalarının üzerine film afişleriyle donatılmış kocaman bir kartela konulurdu. 
At arabası şehri dolaşırken gür sesli çığırtkanlar filmleri duyururlardı. 
O sesleniş halen zihnimde çınlar...
“ Baytekin...39 Kısım Tekmili Birden!!! Bu Akşam Yazlık Esendam Sineması’nda...”
( Günümüzde Altın Koza Festivali etkinliklerinde bu nostalji yaşatılıyor. İyi de yapılıyor...) 
Esendam, Döşeme Mahallesinde dam üzerine kurulu bir semt sinemasıydı. Güneyinde de İstiklal Sineması vardı, adından anlayacağınız gibi, orası da İstiklal Mahallesi’nin semt sinemasıydı.

 

Adana Çocukları “ Komene” Oynarlardı

 
O dönemin sevilen filmleri  daha çok westernlerdi.
Silahı hızlı çeken,  kötülükle savaşan kovboylara öyle bir inamıştık ki... 
O dönemin ünlü kovboylarını, Adana’ca adlarını da yazarak sayalım:
Randolop Sıkot ( Randlop Scot) , Kara Gopper ( Gary Cooper), Edi Murphy  ( Kısa boyu sebebiyle ‘ Ufaklık’  namıyla tanınırdı, adı kartelaya bile  parantez içine alınarak  ‘ufaklık’ diye  yazılırdı.) 
Devam edelim:
Robert Taylor, Tyrone Power, Clark Cable, Richard Widmark, John Wayne, Alan Ladd, Glenn Ford,  Steward Granger, James Stewart, Tony Curtis, Kirk Douglas, Burt Lancaster...
Western’lerin yanı sıra komedi, dram ve aşk filmlerinin ünlü isimlerinden bir kaçı da şöyleydi:  Dean Martin, Jeryy Lewis,  Wılliam Holden, Frank Sinatra, Rita Hayworth, Liz Taylor, Jennifer Jones, Jane Russel, Sofia Loren, Brigitte Bardot ...
*   *   *
Western filmler böylesine sevilince, çocukları gençleri etkilemez mi? 
Elbette etkiler. Nitekim adı Adana’ca “komene” adı konulan oyun bu etkilenmenin ürünüdür. 
( Komene, kovboyların silahlı çatışmasına verilen addı) Çocuklar  tahtadan yapılma tabancalarıyla ya da parmaklarını  tabanca gibi yaparak oynarlardı komene’yi. Kabadayı büyükler ise gerçek silahlarla oynarlardı aynı oyunu; birbirlerini vurmak için....


Yeşilçam’ın Yaşatan Belde: Adana 


Pek Türk filmleri gelmez miydi Adana’ya?
Gelmez olur mu?! 
Adana ve yakın çevresi Türk Sineması’nın kalbiydi adeta.
Yeşilçam yapımcıları, bir dönem, senaryoları bile, Adana’daki işletmecilerle istişare ederek seçerlerdi. Nevin Aypar, Belgin Doruk, Neriman Köksal, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Suzan Avcı,  Ayhan Işık, Muzaffer Tema, Fikret Hakan, Sadri Alışık, Kadir Savun, Vahi Öz, Necdet Tosun, Erol Taş, Öztürk Serengil, Göksel Arsoy, Ediz Hun, Yılmaz Güney, Yılmaz Duru, Cüneyt Arkın ve daha nicelerinin filmleri yaz aylarında fır dönerdi sinemalar arasında. 
Bazen bir sinemadan film makarasının gelmesi gecikince öteki sinemada bekleme yaşanırdı. Kömürlü film makinelerinde sık sık film yanar perdeye yansırdı...Seyirciler  “ Makinist film yandııı...” diye haykırarak haber verirlerdi. Öpüşme sahnelerinde ise ıslık şamata gırla giderdi.

 

Anılarda İz Bırakan Sinemalar: Erciyes, Asri ve Alsaray

 

Alsaray’a rastgele gidemezdiniz, iyi giyimli olmanız gerekirdi.
Erciyes, seçkin mimarisiyle büyülü bir ortamdı. Aynı zamanda kaldırımları sahaflar çarşısı gibiydi...Kimbilir kaç Adana çocuğu, Erciyes Sineması yakınındaki kaldırım kitapçılarında okuma keyfiyle tanışmıştır.

Kışlık sinemalar arasında klas farkı vardı, nitelikli kabul edileni Alsaray’dı.
Halk arasında “ Sosyete Sineması “ denirdi Alsaray’a.
Alsaray’a gidilirken giyime kuşama özen gösterilirdi. 
Akar kokar giysiyle geleni almazlardı salona. Sinema işletmecisi neredeyse “ kravat mecburidir “ yapacaktı; öylesine disiplinliydi. Holywood Sinemasının seçkin filmlerinin çoğunu orada izlemişimdir.
Bana göre Alsaray, sinema sanatının öncü eğitici gücüyle kent kültürünü geliştiren seçkin bir ortamdı. 
Alsaray, Büyük Postane’ye gidilirken Beş Ocak meydanından sapılıp geçilen dar yol üzerindeydi. ( Şimdi pasaj.) 
Sinema bileti karaborsasının en çok yapıldığı yer de Alsaray olurdu. 
Çünkü talep büyüktü...Öyle yaygındı ki karaborsa bilet işi ( sinemaya gösterilen ilgiyi buradan da anlayabiliriz), sivil polisler zaman zaman operasyon yaparlardı.
Hemen Alsaray bitişiğindeki Palmiye Pastanesi, sevdalı genç kalplerin buluşma mekanlarından biriydi. Alsaray Sineması’nı, sunduğu nitelikli ortamın yanı sıra baş rollerinde Jennifer Jones, Joseph Cotten ve Gregory Peck’in oynadıkları romantik western “ Kanlı Aşk “  ile ve James Stewart, Debra Paget ve Jeff Chandler’in oynadığı  Kırık Ok filmleriyle anımsarım. 
( O salonu da yaşatamadık ne yazık ki! )

 

Erciyes Sineması ve kaldırım kitapçıları


Erciyes Sineması, mimarisi ve anılardaki yeri ile unutulmaz mekânlardandır.
Erciyes’i en çok, Cecil B.Demille’in yönettiği, baş rollerinde Hedy Lamarr ile Viktor Mature’un oynadığı Samson ve Delilah filmi ile ve kaldırım kitapçılarıyla anımsarım...Adana çocukları Tom Miks, Teksas gibi ithal kahramanlarla o kaldırım kitapçılarında tanıştılar. Okuma bilmeyen küçükler 5 kuruşa resimlerine bakarlardı, okuma bilenler ise 10 kuruşa okurlardı. Büyükler de oradan kitap alırlardı: Polisiyelerin, aşk romanlarının ikinci el piyasasıydı Erciyes Sineması sokağı kaldırımları. 
*   *    *
Samson ve Delilah...1949 yapımı bu film  gösterime girdiğinde henüz çocuktum.
Ne müthiş ilgiydi  o öyle....Bilet bulabilene aşk olsun! 
Erciyes Tan Sineması’dan pahalıydı; duhuliye bileti 40, cep harçlığım ise sadece 25 kuruştu...
Ben de bilet parasını denkleyebilmek için mahallede çoban oynamıştım...Ya hiç gidemeyecek ya da ütüp ( kazanıp) sinemaya koşacaktım. Şansım yaver gitmişti. Ütmüş, soluğu Erciyes gişesinin önünde almıştım...Sonunda girebilmiştim Erciyes Sineması’nın büyülü atmosferine.  Duhuliye, öndeki bir kaç sıraydı. Numaralılar ve localar arka bölümdeydi. Bir de balkon vardı.
*   *   * 
Sinema salonu tıklım tıklım doluydu. 
Kocaman perdede akan olayları...Samson’un bir hayvan iskeletinden kaptığı hayvan çenesi ile askerlere attığı dayağı...Delilah’ın kahpeliğini ( Samson’un saçlarını kesip gücünü yitirirmesini sağlamıştı ), Samson’un gözleri kör edilerek prangaya vurularak çektiği acıları...Ve filmin sonunda  Samson’un, sütunları kuleleri kendisine ve halkına kötülük yapanların üzerine kol gücüyle yıkışını, sinema büyüsünün dilinden, heyecanla izlemiştim. Filmin yapımcısını künyesini  filan bildiğimiz yoktu o çağda...Bildiğimiz, uzun saçları omuzlarını döven bir efsanevi kahramanın, kuleleri yıkabilecek olağan üstü bir güce sahip olması ve kötülükle cesurane savaşmasıydı. ( Kölülüğün,  - filmlerde kalan sanal biçimiyle de olsa - yenilmesi insanların içgüdüsel arzusu olmalı ki, hep onu arar...)

 

“ Tarihsel- Kültürel  Varlıklar Önemlidir;
Kentlerin Kimliğini Oluştururlar...”


İşte o güzel mekân Erciyes Sineması da yıkıldı, artık yok...
Ne yazık ki kentsel yaşamın nabzının attığı sanat mekânlarının değerini bilmiyoruz! 
Yüksek rant oluştu mu...Vuruyoruz binaların dibine dozerin kepçesini; tarihi, anıları günümüzde de yaşatan, kentin kültürel kimliğini oluşturan eserleri yok ediveriyoruz...Bina ile birlikte o yerin sakladığı-yaşattığı anıları da yıkımın enkazına gömüyor, gelecekten çalıyoruz. 
Ve elbette yazık, çok yazık ediyoruz!
*   *   * 
Erciyes Sineması artık anılarda yaşıyor. 
Anımsayan kuşaklar da dünya hayatından göçtüklerinde, tamamen unutulacak...Oysa böyle önemli mekânları belediyeler kamulaştırıp, sanatın ve kentin hizmetinde tutarak yaşatabilirlerdi...
Ne kadar yazıktır ki belediye başkanları sanatın, kültürel varlık ve etkinliklerin değerini, onları tanıtım enstrümanı görmekten öteye idrak etmek istemiyor; sanata ve sanat mekanlarına sahip çıkıp, korumayı-yaşatmayı  görev bilip bu hizmeti içselleştirmiyorlar...Oysa belediye başkanları ve  meclis üyelerini unutulmaz kılacak olan asıl bu türden hizmetlerdir...

 

Asri Sinema


Asri Sinemayı hep, “Avare “ filmi ile anımsarım.
Orada başka film izlemedin mi hiç? Demeyiniz...elbette izledim. Ama, unutamadığım Avare’dir. Nasılda sevilmişti Hintli yıldızlar Raj Kapoor ve Nargis...
Aman Allahım! Ne yoğun ilgiydi o...Asri Sinema’nın önünde uzayan bilet kuyruğunda itiş kakış dakikalarca beklemiştim.   Filmlerin  haftada bir değiştiği Adana’da, aynı filmin bir kaç hafta gösterimde kalması kolay işlerden değildi...Avare işte bunu başarmıştı. Film şarkıları ise dillerdeydi: “ Ya kardeşmahu asman katarahu avarahu...avarahu...” diye tekrarlayan nakaratını filmi izleyen Adanaların neredeyse tamamı ezberlemişti dersek yalan olmaz.

 

Tan ( Ünal) Sineması


Tan Sineması, duhûliye otuz kuruşa girebildiğimiz sinemaydı. 
Tepebağın güneyinde Abidin Paşa Caddesi üzerinde bugünkü Merkez Bankası’nın bulunduğu yerdeydi. 
( Bugünkü Merkez Bankası Binası bir başka kültür faciasının ibretlik anıtlarından(!) biridir. 
Bina’nın inşaat kazısı sırasında ortaya çıkan mozaikler içimizi sızlatmıştı. 
Göz göre göre tarihin üzeri örtüldü!? )
Tan, daha sonra Ünal Sineması adını alacaktır. Yıkımdan sonra Saydam Caddesi’ne açılan bir ara sokakta Yeni Ünal adı ile açılacak, kışlık sinemalar arasındaki yerini koruyacaktır. 
Bir de Özsaray Sineması vardı, okuldan kaçıp gittiğimiz...
Kurtuluş Mahallesi’nde Yüzme Havuzu yanındaydı. O sinema salonu da bir süre kent yaşamında kaldı, sonra pavyon yapıldı, sonra da yitip giderek anılara karıştı...
*   *   *
Bu kadar mıydı? Başka sinema salonlarımız olmadı mı? 
Elbette oldu...Lüks ve Çelik Sinemaları, Saydam Caddesi üzerinde Sucuzade Mahallesi’nde işletmeye açıldılar...İlk yıllarında büyük ilgi de gördüler. Sun Sineması ile daha sonra açılan Metro Sineması da uzun süre açık kalan ve nitelikli salonlar olarak hizmet veren işletmelerdi.
*   *   *  
Günümüzdeki son durum nedir, derseniz...Bir zamanlar iki yüze yakın yazlık sinemanın olduğu Adana’da şimdi bir tek Açık Hava Sineması var...Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 yılında Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu yanındaki otopark alanı üzerine kurduğu yazlık sinema, nostaljik Türk Filmleri’ni gösterime alarak  geçmiş dönemlerin nostaljisini yaşatmaya çalışıyor. 
Alış veriş merkezleri içinde faaliyette olan grup sinema salonları da var;  Cine Bonus ve Avşar Sinemaları gibi. Nostaljik işletmeleri günümüze uyarlayıp yaşatanlar ise;  Atatürk Bulvarı üzerindeki Arıpleks, Vali Yolu üzerindeki  Cemalpaşa Arıpleks ve Metropol Salonları. Ne var ki artık sinema salonlarının izleyici kapasiteleri küçültüldü, mini salonlar dönemi yaşanıyor. 
Gerçek şu değerli okurlarım; artık insanlar evde sinema kültürünü benimsediler.
Yeni nesiller, televizyon ve intenet kuşakları olarak yetişiyorlar.
İyi mi oldu, kötü mü?  Doğrusu bilemiyorum...Emin olduğum  gerçek şudur: 
Kent kimliğini oluşturan, insanları bugünden alıp yakın uzak geçmişin anılarına götürebilen kültür varlıkları, sanat mekânları; korunmalı ve  taşıdıkları  tarihsel-kültürel kimliğe uygun bir biçimde değerlendirilmelidirler...Çünkü insanları geçmişleriinden koparırsanız,  benliğinden kimliğinden bir parçayı da koparıp almış olursunuz.
Bu yapılmamalı! Onsekiz yaşında üzerine kalp çizdiği ağacı, parkları, öğrenim gördüğü okulunu, yetişkinlik çağında da yerinde bulabilmeli insanlar...

 

Bir Zamanlar Adana Nasıldı - Şimdi  Nasıl?


İşte böyle değerli okurlarım. Bir zamanlar Adana, sinemaya sevdalı şehirdi. 
O Adana aynı zamanda sanatın her dalından sanatçılar çıkaran beldedir.
“ Burası Adana, rüzgarı çiçek kokar
Delikanlı aşklar yaşanır bu beldede
Garibanlar korunur  zorbaya diklenilir bu şehirde.” 
Bir zamanlar Adana’yı işte böyle tanımlardık....Çünkü öyleydi..O Adana  ve o  mazlumu garibanı koruyan delikanlı yürekler halen var mı şehrimizde?  Varsa bile sayıları azalmış olmalı, çünkü sık rastlayamıyoruz!

 
Değerli okurlarım bir başka “Bir Zamanlar Adana” yazısında, buluşmak dileğiyle hoşçakalın.




Sayı 16 (Eylül - Ekim) 2013

Bu yazı 9336 defa okundu.