ADANA’YA GÜÇ VERENLER - 4

Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu Adana’da kurulmuş, içinde 300 den fazla sanatçı ve sanat ilgilisini barındıran, kültür ve sanat alanında kentimizin lobisini oluşturmaya çalışan bir kuruluş.Amacı kültür ve sanatı kullanarak Adana’yı tanıtmak, kentimizin değerlerini ön plana çıkartmak, formal sanat eğitimleri düzenleyerek kentimizden yeni sanatçıların yetişmesini sağlamak diye özetlenebilir.Yani bir okul... Sanat ve kültür okulu... Adana’dan bir sanat ekolünün çıkmasını amaçlayan ve bunun için yaşam boyu eğitim prensibini kabul etmiş bir okul. Sürekli yeni projeler için çalışan ve üreten, bir grup olan platform üyeleri yeni ve çok önemli bir projeye daha başladı. Adana yerel tarihine katkı sağlayacak güçlü projenin ismi “ADANA’YA GÜÇ VERENLER” Projenin amacı; bugüne kadarki yaşamlarında, mesleki faaliyetleriyle çevresini değiştirecek kadar kentimize katkı sağlamış insanların biyografilerini ve biyografik fotoğraf albümlerini hazırlayıp tarihe bırakmak. Böylece 25 albümlük bir set oluşturmak. Tabiî ki bu, projemizin ilk ayağı olacak. Başarabilirsek 25 er 25 er devam edeceğiz.Projenin başladığı kasım ayından bu yana fotoğrafçılar kahramanlarının hayat hikayelerini dinleyip, röportajlarını bitirdiler. Sırada bu röportajları kitap haline getirmek ve fotoğrafları üretmek var. Projenin Haziran ayında bitmesi ve kitapların eylül ayında hazır olması planlanıyor. Altınşehir Adana Dergisi olarak her sayımızda sizlere, Adana’ya güç verdiğini düşündüğümüz, projedeki kahramanları tanıtacağız. Bu sayımızdaki kahramanlar; Elizabeth Ayas, Mahir Gülşen, Mahmut Hazım Kısakürek, Muzaffer İzgü ve Toktay Sökmen. Fotoğrafçıları ise Pakize Aksu, Meltem Yağmur, İsmail Ökke, Vahit Baltacı, Sinan Sivri.

 

İNGİLTERE’NİN KARA BULUTLU ÇAYIRLARINDAN ÇUKUROVA’NIN SARI SICAĞINA ;  ZORLU BİR YOLCULUK…: ELİZABETH AYAS

 

Elizabeht_Ayas_3İngiltere’de küçük bir şehirde ; 2.Dünya savaşı ve sonrasında, iniş-çıkışlarla geçen bir çocukluk ve ilk gençlik. Şarapnel parçalarından kendine oyuncaklar oluşturan Elizabeth, bir gün yolunun Türkiye’ye düşeceğini, Çukurova’yı vatanı olarak göreceğini hatta Adana’da yaşlanacağını nasıl bilebilirdi ki?... Adına kader mi diyelim yoksa yaşamsal tesadüfler mi bilemeyiz; İngiltere’nin bir taşra kentinden Adana’ya yerleşen ve yaşamının en önemli 55 yılını bu kentte geçiren Elizabeth, adaşı İngiltere kraliçesinden ‘’Onur Ödülü’’nü alırken  Milli Eğitim Müdürlüğünde görevli bürokratları nasıl anıyordu acaba?...
1948 - 1949 yıllarındaki Çukurova’da hummalı bir uğraşı vardı. 2.Dünya savaşını ölüm ve yıkım olmaksızın, karneyle ve kısıntılarla atlatabilmiş ülkenin; ciddi bir tarım hamlesi içinde Çukurova’ya ve özelde Adanalı girişimcilere önemli sorumluluklar düşüyordu. Marshall planı uyarınca hibe edilen  traktör, gübre ve tohumla  tarımda yeni bir süreç başlıyordu. Tarımda makineleşme başlarken öte yanda tarıma dayalı sanayide (Çırçır ve tekstil fabrikaları) olağanüstü bir çaba ve atılım gözleniyordu. Büyük arazilere sahip ağalar tek başına tarım yapmanın yeterli olmayacağını, kentleşme ve yeni yaratılan komprador sınıf içinde yer almanın zorunluluğunu görüyordu. Bu nedenle de büyük araziler ve çiftliklerin yanında mutlaka bir fabrika sahibi olmak gerekiyordu.  İşte böyle bir süreçte yurtdışında eğitim görmüş gençlere gereksinim vardı. Özel sektör eliyle ve devlet bursuyla epeyce Çukurovalı genç yurtdışında eğitime gönderilmişti. Bu gençlerden biri de İngiltere’ye Tekstil Mühendisliği eğitimi için giden Necdet Ayas’tı. 
İki ayrı uç kültürlerde (İngiltere-Türkiye / Hıristiyan-Müslüman / Doğu-Batı / Avrupa-Asya vs) yetişmiş iki insanın bir araya gelebilmelerini, aşklarını, evliliklerini dinlerken bir film, bir roman tadında düşünebilirsiniz. Ama bedeli ödeyen insanlar açısından bu hiç ama hiç de kolay olmadı elbette. Hele ki,  savaş sonrası her iki toplumu da irdelediğimizde bunun ne denli güç ve zorlu bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Bütün zorluklara karşın 1954 yılında İngiltere’de sade bir törenle evlilik, 6 ay sonrasında ise; Tekstil Mühendisi kocanın peşinden Türkiye’ye geliş. Kayseri Sümerbank’da görev alan eşi nedeniyle Sümerbank lojmanlarında başlayan bir yaşam ve ilk çocuğun doğumu.  Ardından Adana dolayısıyla Çukurova günleri. Adana-Mersin arasında iş arayışı; özel öğretmenlik  günleri, yer ve proje arayışları… Tüm bunların ardından Çukurova’nın eğitim yaşamına damgasını vuran ve uzun yıllar bir efsane olarak anılan ‘’AYAS Koleji’’nin doğuşu. Bunların ayrıntılarını günler süren sohbetlerde konudan konuya geçerek irdeledik hep birlikte.
2013 yılında asıl sormamız gereken şu olmalı herhalde; hangi duygu, düşünce, inanç ve umutla bir insan, anavatanı ve kültüründen koparak bir başka ülkeye ve kültüre sürüklenir. 1960’lı yıllarda bir misyon üstlenip; her şeye ve herkese karşın bir ÖZEL okul kurup Çukurova’nın eğitim yaşamına olağanüstü bir katkı sağlarken, ’’nasıl ve niçin bir bedel ödesin’’ sorusunu yanıtlayabilmek için mutlaka tanımak gerekiyor Elizabeth Ayas’ı….

Pakize Aksu

 

 

İNSAN MÜHENDİSİ; MAHİR GÜLŞEN

 

Mahir_Glen_11956 yılının 20 Temmuz’unda, Muğla’nın Karabörtlen Köyü 'nde ikiz bebekler dünyaya geldi.  Aile içinde isimleri Argun ve Turgay. Anneleri Hatice ev hanımı, babaları Mehmet Sabri çiftçi idi. Ege Bölgesi’nde bol miktarda krom madenleri bulunurdu. Baba Mehmet Sabri madenlerde de çalışırdı. Çift yumurta ikizleri olan erkek ikizler ailenin dördüncü çocuklarıydılar. Ablaları Münire, iki ağabeylerinden; birisinin adı Şevki diğerinin adı Fevzi. Bir de küçükleri Ekrem doğacaktı sonra.
******
Babası dozer operatörü, ilkokul mezunu bir adamdı Mahir’in. Ne dilekçe yazmasını bilir, ne de resmi evraklar üzerine bilgi sahibiydi. Mahir’ in kaydını Muğla’ dan İzmir’ e aldırması gerekiyordu. Dediler ki, şu dilekçeyi yazın, şuraya da -damga pulu vardı o zamanlar- onu yapıştırın ve zarfın içine koyun. Babası söyledi, Mahir yazdı. Babası dilekçeyi zarfın içine koydu ve damga pulunu da zarfın üstüne yapıştırdı. Bilmiyordu... Adam nerden bilsin? Müdürün odasına çıktılar beraber. Müdür;” Nereye yapıştırmışsın sen bu pulu, ne cahil adamsın sen, hala öğrenemedin mi dilekçe pulu nereye yapıştırılır. Defol git bu dilekçeyi doğru düzgün yaz” dedi.
Mahir için babası dünyanın en akıllı, en şerefli, en kuvvetli, en yetenekli insanıydı. O adam öyle bağırınca Mahir kaçtı, bir köşede ağlamaya başladı. O kadar kötü olmuştu ki bir gün öğretim üyesi olduğunda öğrencilerine şunu söyledi.Hiçbir anneye, babaya çocuklarının yanında kötü davranmayın,hakaret etmeyin.Çok başarılı geçen yatılı İzmir Atatürk Lisesi öğretim hayatından sonra üniversite sınavı sonuçlarıda farklı beklenemezdi elbet. Tıp fakültesini kazandığını öğrendiği sonuç kağıdını zarfı açıp okuyunca sevinçten taklalar attı. Neşe içinde iken halası sordu ne olduğunu. Sınavı kazandığını ve doktor olacağını söyledi. Halası;”tüh Allah cezanı vermesin. Ulan azıcık daha okuyup ormancı mektebini kazanamadın mı?” dedi.
*******
Kitabımızda, hiçbir zaman zorluklara yenilmemiş, hayatının her alanında başarı sağlamış, Adana’da sağlık alanında, özellikle ilizarov tekniğinin dünyadaki en önemli isimlerinden olan, yaptıklarıyla ve yapacaklarıyla Adana’ya güç veren, Adana’ya değer katan; bilimin ışığında hiçbir zaman sönmeyen, insan Mühendisi  Prof. Dr. Mahir Gülşen’i anlatacağız….

Meltem YAĞMUR

 

 

HAYALİ KÜÇÜK ALİ’ NİN ADANA’DAKİ SESİ; MAHMUT HAZIM KISAKÜREK

 

Mahmut_Hazm_Ksakrek1990 lı yıllar... Hevesle başlayıp tiyatroya yıllarca emek vermiş bir avuç genç insan, o günlerde bir başka sanat kurumunun Adana’da kurulacağını duymaları onları sevince boğmuş…
Her yerde konuşulur olmuş; “Çukurova Senfoni Orkestrası kuruluyormuş. Haberin var mı?” diye. Nihayet Senfoni kurulmuş, kentin tek tiyatro salonunu da kendilerine tahsis etmişler. Onların provalara başlaması ile tiyatrocuların da kâbusu başlamış. Artık o salondan tiyatrocular yararlanamaz hale gelmişler… İşte bu imkansızlıkların cenderesin de boğuşurken bir adamın kafasında şimşekler çakmış! Ver elini İstanbul. Biraz araştırmadan sonra aklına gelen işi yapabileceğini kestirince de başlamış bilgiler toplamaya. Topladığı bilgiler ışığı içinde kendisine gelen bir teklifi değerlendirip ilk deneyimini yaşamış. Ankara’da “Dil Tarih ve Coğrafya” da okuyan Turgut Bağır’ın üniversite kütüphanesinden kopyaladığı Hayali Küçük Ali’nin ses bantları ona ses, tonlama, vurgulama, aksan açısından çok şey kazandırmış. Günlerce onu dinlemiş.
O “Benim hiç ustam olmadı” dese de onun ustası eline geçirdiği kasetteki kayıtlı ses “Hayali Küçük Ali” den başkası değildir. Çünkü onu izleyip dinleyenler, sesinin Hayali Küçük Ali’ye çok benzediğini söylerler. Daha sonraları “Hayali Torun Çelebi”den onu ziyareti sırasında aldığı bilgiler kendisini yavaş yavaş donatmaya başlamış.
Sesi Hayali Küçük Ali’ye benzese de o kendi özgün tavrını çabaları ile geliştirmiş, bu gün yaşayan karagöz sanatçılarından farklı bir yere taşımıştır.  Geleneksel Türk tiyatrosu ile birlikte klasik oyunlarda görev almış, eğitmenlik ve yönetmenlik yapmıştır. Kentimiz de yetişen genç tiyatrocuların yetişmesinde katkısı ve emeği büyüktür. İlkokulda oynadıkları oyunda aldığı bir rolle başlayan bu serüvenle yaşadığı kente elinden gelen yararı sağlama açısından bazen sıkıntılı zamanlar da yaşamış. Sanat ve kültürde entelektüel duruşu ile her zaman yeniliklere açık olmuş, daima öncülük etmiştir. Kent Konseyi, Sanat Konseyi, Tiyatro Derneği gibi kurumların kuruluşlarında önemli rol almış aktif çalışmalar da bulunmuştur. Tiyatroya bir hevesli olarak başladığı 1969 yılından bu yana tanıdığım,  yaşamı boyunca yaptığı işlerin hemen hemen her safhasına tanık olduğum kadim arkadaşımdan söz ederken onu eksik anlatmaktan nasıl korktuğumu bilemezsiniz…
***
1992 yılında aldığı bir dizi kararlardan sonra; “Artık yapabileceğim tek işi yapmak istiyorum; sanatla, tiyatroyla hayatımı kazanmalıyım” sözü halen geçerliliğini korumakta, bazen hayatı pahasına da olsa bu mesleği sürdürme çabasını göstermektedir. 1992’ de Adana’ da yapılan “Uluslararası Kukla Karagöz Festivali” ile başlayan ortak çabalarımız, 2002’ ye kadar sürdü. Bu on yılda uzun yollar kat ettik. UNIMA üyesi olduk. Ulusal ve uluslararası festivallere katıldık. Daha sonra yollarımız ayrıldı. Ben başka bir kulvara geçtim. O Şehir Tiyatrosu’nda oyunculuk la birlikte karagöz sanatını devam ettirdi. Tabii haklı olarak da emeklerinin ve çabalarının sonucu Kültür Bakanlığı; “Somut Olmayan Kültür Mirasçısı” olarak kendisini onurlandırdı.
Kimden bahsettiğimi çoktan anlamışsınızdır. Ama ben yine de soyadından bahsedeyim. Bay Kısakürek. Hani şu şair yazar “Necip Fazıl”la aile bağı olduğu için ortak soyadını taşıyan  “Mahmut Hazım Kısakürek” ten başkası değil anlatmak istediğim. Bir insan kendi kentine daha nasıl güç verir bilemiyorum. Yetiştirdiği sanatçı iki evlat başta olmak üzere, kent kültürüne katkıları ile hayata hazırladığı miniklerden, tiyatroyu sevdirdiği yetişkinlere kadar sivil toplum kuruluşlarında aldığı aktif görevlerde her zaman “yüreğini” bila-bedel ortaya koymuş, inandığı her fikri sonuna kadar savunmuş biri olarak Mahmut Hazım Kısakürek’in portresini yapmaktan kıvanç duymaktayız…

İsmail ÖKKE

 

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK GÜLMECECİSİ; MUZAFFER İZGÜ

 

Muzaffer_zg_1Cumhuriyetin 10. yılında doğmuştur Muzaffer İzgü. Bunu da çok önemser. Hem söyleşilerinde hem de kitaplarında doğum tarihini ; " yıl 1933, aylardan ekim, günlerden 29, yani Onuncu Yıl... İşte o gece... " diye söyler ve yazar.
O “On Yıl” ki her savaştan açık alınla çıkılan,
O “ On Yıl” ki on beş milyon gencin yaratıldığı her yaştan,
O “On Yıl” ki demir ağlar ile yurdun dört bir baştan örüldüğü,
Muzaffer İzgü de on beş milyon birinci gençtir ve hala Cumhuriyetin en genç yüreklerinden biridir. Sayıları şimdilerde o kadar var mıdır meçhul.
Coşkuyla kutlanırmış Cumhuriyet bayramları şimdikilerin aksine... Geceleri fener alayları sokaklarda dolaşır, bandolar marşlar çalarmış. İnsanlar gündüz stadyumları geceleri sokakları doldururmuş.

 

ZOR YILLAR

 

Adana’ ya ilk gecekonduyu yapan kişi diye anlattığı babası  bu derme çatma çinko ve çamur karışımı yapıya her yıl yeni bir pencere açma hayalinden bahsetti. " Bu yıl pencere Kuzeye bakıyordu gelecek yıl Doğuya; Doğuya bakıyorsa öbür yıl Güney'e bakıyordu" Hep düş " yatıyoruz bir gün yatağımda ikimizde hastayız fırladı, " Ah oğlum,  bir Bersani   pirinç olsa, dana gözü  Besni kuru üzümü de " annem hoşaf yapıp pilav yapacakmış. Zatürre miyiz neyiz, hoşaf ile olacak iş değil yani.”
Başta babası yoksullukla alay ederlermiş. " Kıtlık var. 42-45 yılları ekmek yok evde, pirzola yediriyor babam bize ama sanal, iki kilo alır az da almaz eve gelirken " mangalı yakmamışsınız hani" derdi.  
Bu her mevsim bir pencere açan ya da açmayı hayal eden babanın oğlu yazdıkları ile kaç nesildir bu Ülkenin çocuklarının hayatlarında, hayal dünyalarında pencereler açıyor. O hayatlara ışıklar girsin diye. Onu tanıdıktan sonra yazar olmaya karar veren kızıma, saçını okşarken " hayal kur Eylül hayal, hayal kuramazsan yazar olamazsın diyordu.
********

 

DİYAR-I AŞK

 

Diyarbakır öğretmen okulunda hayatının aşkı Gülsen Hanım ile tanışmıştır. Okulu bitince ona yakın olmak için Diyarbakır'a tayin istemiş ve okul bitince Gülsen hanım ile evlenmiştir.
Hayatta en büyük aşkım eşim sonra da kitaplardır der. " Şair bir arkadaşım dördüncü eşinden boşandı, eşlerinin hiçbiri adamın kitaplarını okumuyordu benim eşim en büyük okuyucum ve eleştirmenimdir. Yazdıklarımı ilk o okur tespitleri ve eleştirileri benim için çok önemlidir” der ve eşinin kitaplarının bir çoğunun isim babası olduğunu söyler.

 

İLK KİTAP

 

İlk kitabı "Gecekondu" 1970 yılında çıkmıştır. Bu kitap önce  "Akbaba" dergisinde tefrika edilmiştir. İkinci kitabı " İlyas Efendi" 1971 yılında yayımlanmıştır. Fakat ilk kitabından önce basılan " Şehit Osman" isimli bir çocuk kitabı vardır. İlk üç kitabı Remzi Kitapevi’nden çıkmıştır. Daha sonra Bilgi Yayınevi’ne geçmiştir. Bu yayınevinden çıkan ilk kitabı " Donundaki para" (1977) olmuştur. Hala aynı yayınevi ile çalışmaktadır. Muzaffer İzgü ayrıca çok sayıda tiyatro ve radyo oyunu da yazmıştır. Yapıtlarından " Üç Halka Yirmibeş" ve " Zıkkımın Kökü" filme alınmıştır.
İlk kitabı Gecekondu’yu eline aldığında çok sevinmiştir. Bunu şöyle açıklamıştır: “Beni en çok duygulandıran, ilk kitabım Gecekondu’yu elime aldığım zaman oldu. Titriyordu ellerim. O gece Remzi Kitabevinin bana göndermiş olduğu otuz kitabı dizdim, geçtim karşısına baktım baktım baktım. Gecekondu’nun ardından öteki kitaplarım geldi”

 

YASSAH HEMŞERİM

 

Muzaffer İzgü‘nün kitapları geçen yıl içerisinde 56 baskı yapmıştır. Çocuk kitaplarının 4.000 baskı, büyük kitaplarının 2.000 baskı yaptığını düşünürsek ortalamaya 3.000 diyebiliriz. Bu sayıyı 56 ile çarptığımızda sonuç eşittir Türkiyenin en çok okunan çocuk ve gençlik yazarı.
*******

 

UMUDUNUZUN ATEŞİNİ SICAK TUTUN

 

Dev Çınar Muzaffer İzgü bütün yaşananlara rağmen gelecekten umutludur. Düşüncenin gücüne inandığı için, emeğe saygısından dolayı, paylaşmakla değerlerin azalmayap, artacağını bildiği için umutludur. Umudunun ateşini sıcak tutanlar ise tutku ile bağlı olduğu ‘Ülkemin Geleceği“  dediği çocuklardır.
Muzaffer İzgü dünyaya geldi, okudu, düşler kurdu ve düşler kurdurdu

Verdiklerin için sağ ol Muzaffer İzgü.
Vereceklerin için çok yaşa Muzaffer İzgü.

Vahit BALTACI

 

 

KANUN ADAMI; TOKTAY SÖKMEN     

                 
Toktay_Skmen_1Toroslardan kopup gelen Seyhan ve Ceyhan nehirleri ile beslenen Çukurova'nın ‘bereketli’ toprakları Türkiye'yi doyuracak üretimi yaparken, Adana'da hayatın her alanında boy veren önemli şahsiyetler de, ülkenin ekonomik  ve kültürel alandaki açlığını gidermeye çalışırlar.
Edebiyat, sinema, müzik, tiyatro başta olmak üzere neredeyse sanatın tüm alanlarında Adana, Türkiye'ye güç katan, yön veren, memleketin, sosyal ve kültürel kalkınmasında önemli katkılar sunan  insanlar yetiştirmiştir.
Yaşamın bir gerçeği olarak düşünürsek; (ister gündelik yaşamın sıradanlığında yitip gitsinler, isterse  belli bir alanda kendini ispatlamış olsunlar) insanlar genellikle kendileri için çalışmaya ve kendileri için hayat basamaklarında yükselmeye öncelik verirler. Ancak kalıcı olmanın onuruna ulaşanlar, sadece  kendini düşünmeyen, yaşadığı toprağa, onun insanına, ülkesine borcu olduğunu hissederek uğraş verenlerdir. 
Bu kitap işte böyle bir insanı, hiç bir amatör veya profesyonel destek almadan, sadece çalışarak başarıp, başarısını paylaşarak da çevresini değiştiren  bir Adanalı’yı anlatacağız. Hayatı müzik, müziği de hayat olarak gören bir anlayışı benimseyen "Kânun Adamı" Toktay Sökmen’dir konumuz.

 

TOKTAY SÖKMEN’İN KANUNU

 

Toktay Sökmen ve kânun  serüveninin başlangıcı ise, küçük yaşta annesinin vefatından kısa süre  sonra, babasının; "Bu evde mâtem bitti, artık ağlayan kimseyi görmeyeceğim." deyip kamış kaval ve mandolini göstererek "Bunları çalacaksınız." demesine dayanır.Kısa sürede müziğe âşina olup,  gündüz çay bahçesi, akşam ise eğlence mekanlarında kanun çalması, mûsikî dernekleri vasıtasıyla Adana halkının müziği tanımasına, sevmesine   ve mûsikînin esaslarını öğrenmesine katkıda bulunması;
"Ağaç yaş iken eğilir" atasözünü esas alarak, her alanda olduğu gibi müzik eğitiminin de çocuk yaşta verilmesi gerektiği düşüncesiyle, Adana'da 1989 yılında Türkiye’nin ilk çocuk korosunu kurması; Sanatı seven, bir sanat dalına ilgi duyan, bu alanda gayret gösteren kişilerin ister çocuk, ister yetişkin olsun, dürüst, iyi insan olacağı kanaatiyle yaklaşık 50 yıldır mûsikî cemiyetlerinde Adanalılar’a müzik eğitimi vermesi, 65 yıldır müzikle uğraşısının 60  yılında kânun icrâsı yapması;
Bu adanmışlıkta,  insanların toplumsal mutluluk ve düzenini sağlayan kânun ile neredeyse  aynı amaçla uğraşı verip  müziğin gücünü kullanarak  bireyin estetik, ahlak ve erdemin   dışına çıkmasını önlemeye çalışması;  Kânun icrâsı ile kendi yaşantısını  idâme ettirirken, her iki manada kânunu önce kendi yaşamının temeline alarak dizayn etmesi, sonra bunu bir anlayış, yaşam biçimi olarak Adanalılara  sunması;
" Kânun"la ve kanun gibi yaşamıyla Adanalıya örnek olması,Toktay Sökmen'i Adana'ya güç verenler projesine dahil etmiştir...
********
O, yaşamında, duruşuyla ve duyuşuyla, ürettikleriyle, yetiştirdiği öğrencileri, çocukları ve müziksever torunlarıyla bu ülkeye, insanlığa yararlı bir insan olagelmenin ve Adana`ya güç vermenin onurunu  taşımaktadır.Yaklaşık 65 yıldır birçok enstrüman çalan, 55 yıldır Adanalılara  dernekler, korolar, konservatuvarlar vasıtasıyla müzik eğitimi  veren, halen de Adana Eczacılar Odası ve Gazeteciler Cemiyetinde bu faaliyetlerini sürdüren Toktay Sökmen'in görüşleri kentimizde bir müzik kültürü oluşmasına sebep olmuştur. Tabi ki bu konuda verdiği çabalarda yalnız değil, bir çok arkadaşıyla beraberdir, Biz onun şahsında müzik alanında yaptıklarıyla kentimize güç kazandıran herkese saygı sunmak üzere bu kitapçığı hazırladık. Adana`ya kim bir çivi çakmışsa ruhu ışıkla dolsun.

Sinan SİVRİ

 




Sayı 16 (Eylül - Ekim) 2013

Bu yazı 5521 defa okundu.