Mekan - Zaman ve İnsan Gizemi (2) - Zaman Gizemi

Hz. Muhammed:  "Zamana (dehre) lanet etmeyin. Çünkü onu Allah yaratmıştır."

Albert Einstein:  “ Bize akıl ermez gelen, gerçekte var. Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey duruyor. Anlayabileceğimiz her şeyin ötesindeki bu güce hürmet etmek benim dinimdir...”

 

Mekân/ Evren

 

Değerli okurlarım, *Mekân’dan kastettiğimiz evren’dir
Bilimin evrene dair anlattığı öykü şöyle özetlenebilir: 
“ Enerjiden çıkan madde...Hiçbir şeyden çıkan bir şey... “
Dünya’yı, Güneş Sistemi’ni, kozmik fon ışımasını, pulsarları, galaksileri, karadelikleri, karanlık enerjiyi, karamaddeyi, özetle evreni anlamak; zaman-mekân ve insan gizeminin sırlarını çözmeye yetmeyecektir.  Sır perdesinin ardındaki hakikati görebilmek için; kainatın var oluşunu, zamanı, zaman ve mekân boyutunun odağında yer alan  düşünen -  akıl yürüten- tercih kullanabilen insanı da anlamak gerekiyor. 
*   *   *
Bilim, bazı soruları yanıtlıyor. Ancak daha pek  çok soru var: 
“ Eşya ( tüm maddî nesneler) nereden çıktı? 
"Evreni oluşturacak olan madde, **hiçlikte, birden bire nasıl belirdi?"
Çağdaş bilim, evren hiçlikte belirdi, diyor...Ancak, söz konusu belirişin nasıl mümkün olduğunu açıklayamıyor. Elde kuramsal öngörüler var, o kadar...
Bilim bu durumda...Peki, ***Vahy Kitabı ne söylüyor?
Tanrısal beyanın cevabı var:   “  O  (Allah)  bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘ OL ‘ der, o da hemen oluverir. Kur’an, Bakara Suresi 117. Ayet “

 

Başlangıçtaki Sır: Planck Çağı

 

Değerli okurlarım, ****evrenbilim (kozmoloji) aslında az zamanda çok yol aldı: 
Evrensel zamanın ve kainatın bir başlangıcı olduğu sonunun da olacağı artık biliniyor. 
Bilimin ulaştığı sonuç şudur:  Madde ezelî ( hep var )  değildir;  evren, zamanla birlikte Büyük Patlama anında yaratılmıştır. Ancak, başlangıçtaki Planck Çağı bilim açısından tam bir belirsizlik taşıyor...Evrenin ilk anlarını oluşturan bu dönem, maddenin ortaya çıkışı öyküsünün sır noktasıdır. 
Evren, 10 üssü eksi  33 saniye yaşına ulaşıncaya kadar geçen süreye  – ki bu çok kısa bir süredir- Planck Çağı deniyor . Planck Çağındaki evrende bildiğimiz fizik geçerli değil; tekillik söz konusu. 
( Tekilliğin mahiyetini yazımızın devamında anlatacağız...)

 

Kritik Yoğunluk ve Evren’in Yazgısı

 

Karadelikler, kara madde ve  karanlık enerji, - dolaylı kanıtlarla – biliniyor.  Ancak, teşkil ettikleri yoğunluğun miktarı bilinmiyor. Bu da belirsizlik yaratıyor...Çünkü, madde yoğunluğunun oranı, evrenin kaderini belirleyecek önemdedir:  
Evren için öngörülen kritik bir yoğunluk oranı var...O oran aşılırsa genişleme durur, evren geriye kapanır, sonu çökerek gelir. ( Büyük Çatırtı /Big Kranch Kuramı)  Şayet kritik yoğunluk aşılmazsa, evren genişlemesini sürdürür, ısı ölümüyle son bulur. (Big Chili / Büyük Donma Kuramı ) 
Soünuç olarak yoğunluk bilinemediği için hangi olasılık gerçekleşecek bilinemiyor. 
Bir başka bilinmeyen ise; kara madde ve karanlık enerji ortamlarında, fizik kurallarının geçerli olup-olmadığı?  Neden bilinmiyor....Çünkü evren ışık ve renklerle konuşur...
Kara deliklerdeki müthiş çekim gücünden ışın partikülleri bile kaçamıyor.  
Işık görünmeyince de bilgi alınamıyor.

 


* Mekân: Evren/kainat
* * Hiçlik : Mutlak yokluk hali. Boşluk, vakum, yokluk şeklinde de ifadeye alınmaktadır. 
*** Vahy Kitabı:  Birbirini takip eden dönemlerde vahy yoluyla indirilen, aşama aşama tamamlanan ve peygamberlerin dilinden tebliğ edilen kutsal beyanlar. Kur’an, İlahi vahyin son ve en mükemmel halidir;  vahy yoluyla bildirilen haberlerin, bilgi ve öğütlerin tamamını bünyesinde taşır.
****Evrenbilim İng. Cosmology: Evrenin oluşumunu inceleyen ve evreni yöneten genel yasalarla uğraşan bilim. -BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü

 

 

Öteler ( Metafizik )  ve  Bilim

 

“  Gerçek bilim, her kapının ardında bekleyen Tanrı’yı keşfeder.
- Papa XII.Pıus “

Değerli okurlarım, gizemin boyutları evren ile sınırlı değil;  bir de öteler var:
Mekânsız, yönsüz, zamansız alem, mânâ evreni (soyut alem) söz konusu
Soyut alem hakkında bilimsel diye sınıflanabilecek bilgi pek az.
Bilim, evrenin, hiçlikte belirdiğini söylüyor.  Hiçliği; soyut alem olarak anlayalayabilir miyiz? 
Öteler,  hiçlik / mutlak yokluk diye tanımlanan mıdır? 
Hiçlikte zaman, madde, yön yok....” Hiçlik “ denildiğinde mutlak yokluktan söz ediliyorsa, şu sonuca varılabilir: Bilim, Big Bang Kuramı’nı kanıtlayarak, soyut alemin varlığını da göstermiştir. 
Neden? Çünkü madde mutlak yoklukta belirerek görünür hale geldi...

“Kainat, Görünen Ayettir...”
Her insan kendini (öz benliğinin mahiyetini)  merak eder, hayat macerasını sorgular. 
Eşyayı ( alemdeki cisimleri ) bilmeye çalıştığımızda, hayatın anlamını sorguladığımızda, dünyaya ve  göğe bakarız: Bereketiyle beslendiğimiz toprak...Suyunu içtiğimiz bulutlar...Doğayı yenileyen rüzgarlar...Yeşil ağaçtan fışkıran ateş...Ve geceleri ışıldayarak uzayın derinliklerine sonsuzmuşcasına uzanan gökyüzü.
Tüm bunlar birer öykü anlatır bilgiler verir.
Her birimiz evrenin birer parçasıyız. 
Hayat maceramızın gizemini çözebilmek için evreni anlamaya çabalamamız bundandır. 
Öğrendikçe idrak ederiz ki; cevapları alabilmenin yolu maddeyi tanımaktan geçmektedir. 
Düşününüz...
Ruhani varlığımız bile beden maddesini kuşanmış haldedir.. 
Öz benliklerimizi kuşatanı (maddeyi) bilmeden  öteleri anlayabilmek mümkün olabilir mi?! 
İşte bu anlama yolculuğu, düşünen-akleden insanı, Vahy, Kainat ve İnsan kitaplarını okumaya yönlendirir:  İlk bilgileri yaşam çevremizden alırız. Semaya bakar, görkemini görür, kainatı düşünürüz...İzler, işaretler, bilgi oradadır; çünkü kainat, görünen * âyettir. 
Maddeyi anlamak da yetmez.
Kozmos (kainat), kendi bilinmeyenleriyle birlikte zaman gizemini de getirir, anlaşılması için düşünen-araştıran insanların önüne koyar....Ve adeta şöyle seslenir: 
“ Zamanı anlamadan mekân, insanı anlamadan da zaman ve mekân sırları çözülemez...” 
Bin yıllardır teologların ( tanrıbilimciler), filozofların, fizikçilerin ve benzeri kimselerin yapmaya çalıştıkları esas olarak budur; mekânı, zamanı, insanı ve öteleri (metafizik alemi) anlamaya çalışmak...

Din İle Bilim ve Sanatın Çatışması
Din ile bilim ve sanatın çatıştığı söylenir. Bu, Hristiyan dini açısından doğrudur: 
Katolik Kilisesi’nin, bilim ve sanatın önünü kestiği; bilgiyi, bağnaz  ve vahşet dolu bir tutumla tekeline alıp dondurmaya çalıştığı tarihsel bir gerçektir. Ancak, Hıristiyan ruhbanların hepsini bilim ve sanat düşmanı kabul etmek doğru olmaz...Çünkü, öyle kilise mensupları vardır ki,  bilimsel gelişmeye devrimsel önemde katkılar sağlamışlardır.  Bir örnek verelim: Big Bang/ Büyük Patlama teorisini 1927 yılında ortaya atan kişi, Belçikalı Katolik Papaz ve Bilim İnsanı Georges Lemaitre’dir.
İslâm’da durum nedir? 
İslâm’ın bilimle sorunu yoktur. İslam ülkelerinin geri kalması; İslâm Dini kaynaklı değil, insan kaynaklıdır: Saltanat düzeninin devamını halkı cahil bırakmakta görenlerin işidir. 
Hurafeyi, saptırılmış bilgiyi kitlelere din diye gösterenlerin marifetidir!  
İnsanları Kur’an’ın ışığından  ve bilimin gelişme ufkundan uzak tutan onlardır. 
Bu zihniyet dini saltanat aracı olarak görmüş, bu amaçla kullanmış, sultanların diktatörlerin hizmetine sokmuştur. Oysa Yüce Kur’an, bilimsel faaliyeti en değerli ibadetlerden biri olarak haber verir. Düşünmeyi ibadet sayan bir din, bilime sanata karşı olabilir mi?!
Vahy Kitabı Ayetlerle Konuşur Bilime Ufuk Açar
Değerli okurlarım, *Vahy Kitabı ( Kur’an ) apaçık bilgileri de verir, düşünüp-araştıran zihinlere ufuk açan ipuçlarını da....İzleri işaretleri gösteren ayetleriyle sonsuzun haberlerini verir; tekâmül  yolcusu insana takip etmesi gereken  dengeli-dosdoğru yolu gösterir. (Sıratı müstakim) 
......................................................................................................................................................................
*Ayet: İzler, işaretler, mucize anlamlarındadır. Kur’an’daki cümlelere de ayet denir.
Kur’an’ın ilk ayetleri İKRA / OKU emri ile başlamıştır. ( Alak Suresi ilk beş ayet…)
Kur’an insanı ve kainatı birer kitap olarak haber verir ve okunmasını buyurur. 
……………………………………………………………………………………………………………….

İnsan tarafından üretilen bilim,  İlahi beyanlarla insanlara bildirilenlerin izinden gider.
Vahy Kitabı, birbirini tamamlayan aşamalar halinde tebliğ edildi; insanlık ilkel çağları yaşıyorken, göçebelikten yerleşik topluma adım atıldığında, ve deve ile seyahat edilen, okla yayla savaşılan dönemlerde indirilip, aşama aşama tamamlandı. ( Dönemleri yaklaşık olarak veriyorum ) Tevrat 3000 ( MÖ 1200-1100), İncil 2000, Kur’an 1400 yıl kadar önce vahyedildi. 
Kur’an, vahyin kemale ermiş zamanüstü son halidir; tüm zamanlara ve varlıklara hitap eder.
Bilim Vahyin gerisinden gelir onu izler demiştik, bir örnek verelim:
Kur’an, evrenin genişlediğini 1400 küsur yıl önce haber vcrmiştir.  İlgili ayet meali şöyle: “ Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz. - Kur’an, Zariyat Suresi 47. Ayet  “Oysa çağdaş bilim evrenin genişlediğini henüz, 20. Yüz yılda anlayabildi.
Din ile bilim, yaratılış mûcizesinin sırlarını öğrenip- anlama yolculuğunun yol arkadaşlarıdır:  Din, istikameti-yolu gösterir sonsuzun ufkunu açar; bilim de, evrenin ve insanın var oluşunu ve kainat yasalarının işleyişini anlamaya çalışır, doğa yasalarının gizemlerini çözerek yol alır.

Bağnazlık Bilim Dünyasında da Var

Asırlar boyunca, maddenin ezelî (öncesiz-hep var) olduğunu; her canlı şeyin rastlantıların ürünü olarak meydana geldiğini iddia edenler bilim adına konuşuyorlardı. Onlara göre; “ zaman ve madde ezeli ve ebediydi ” ;  “ başlangıç ve son “ diye de bir şey yoktu. Big Bang kuramı kanıtlanınca, evrenin bir başlangıcı olduğu görüldü, söz konusu iddiaları yerle bir oldu. Demek oluyor ki;  statükoya saplanma tutuculuğu tek yanlı olarak ortaya çıkmıyor; bağnazlık, bilim dünyasında da görülebiliyor.

“ Bilimle sanatla çatışan Allah’ın Din’i değil, saltanatçı sahte dindir. Özgür düşünce, tarih boyunca, dini saltanat / iktidar aracı yapan şeytanî güçle çatışma halindedir.”

Değerli okurlarım, bilim ve sanatla ters düşen İlahî Vahy’in kutsal beyanları değildir.
Bilim ile çelişip-çatışan, uydurulup din diye gösterilen hurafe yığınıdır, saptırılmış bilgidir, yani; sahte din ve onu kullanarak saltanat / iktidar sahibi olanlardır. 
Egemenlerle ( krallar, sultanlar, diktatörler) ruhbanların bir bölümü, tarih boyunca, saltanatı paylaşma ortaklığı üzerinden uzlaştılar, çıkar birliği içinde oldular. 
Bu kirli ve zaman zaman kanlı ittifak; gerçekleri örterek, kitlelerin saf ve samimi inançlarını sömürerek erk/güç sahibi oldu ve  gücü, kitleleri cahil bırakarak elde tuttu. Böylece din; insanların ruhunu kurtaran, dünya düzeninin adalet üzre işlemesini sağlayan kurum olmaktan uzaklaştırıldı; saltanata ulaşma ve saltanatı elde tutma aracına dönüştürüldü. 
Din maskesiyle sahnelenen zulûm  güç dünyasının karanlık bataklığında işte böyle üredi.
Böylece din fitne üretecine dönüştürüldü. Bakınız dünya tarihine ve günümüzdeki yaşanananlara; mezhep ve din savaşları adı altında sahne almış kanlı fitneyi, bu fitnenin doğurduğu küfrü ve zulmü görürsünüz. İlahî Çağrı’yı örterek-çarpıtarak varlık bulan hurafe dini, işte bu hıyanetin ürünüdür. Özgür düşünce tarih boyunca Allah’ın dini ile değil, şeytanî gücün yönettiği din istismarı ile çatışma halindedir.
“ İnsan, Çatışan Kutupların Odağındadır.”
İnsan, nedir? 
İnsan benzerlerin zıtların diyalektiği içinde yaşayan kutuplu bir varlıktır. 
Yüce Kur’an bu gerçeği  zevciyet kavramı ile haber verir.
Kutbun iki yanında da, o, yani insan vardır. 
İnsan, kainatta ne varsa odur. 
* “ İnsan, vasatı camia / toplayıcı ortamdır...”
İnsan doğası, sahiplenmeyi sever. 
Tutkuyla sahiplendiği mal da olabilir, güç de, bilgi de. 
İnsan ölçüyü kaçırıp - aşırıya gittiğinde; doymazlık ve tutucu bağnazlık ortaya çıkmaktadır. 
Tutucu bağnazlık, görüldüğü her alanda, din değil, insan kaynaklıdır.

Bu bölüme noktayı bir bilge sözü ile koyalım: 
“ Bilim ile din birbirine zıt değildir... 
Sadece bilim, ( Dini ) anlamak için henüz çok gençtir...“
..............................................................................................................................................................................
*İnsan vasatı camiadır: Y.N.Öztürk, Mevlana ve İnsan Kitabı.
“ İnsan “ konusunu,  gelecek sayımızda, “ İNSAN GİZEMİ” başlıkğıyla yer alacak olan yazımızda, bilimsel ve mistik boyutlarıyla ele alıp, anlamaya çalışacağız. - F.A
..............................................................................................................................................................................

Zaman Boyutu ( Tek bir zaman mı vardır? )
Zamanı Nasıl Algılarız?
Zamanı hareketle algılıyoruz. Biz insanların algısına göre zaman, olayların doğrusal bir düzlemde geçmişten geleceğe doğru akışı/ sıralanışıdır. Olaylar dizisini ( zamanın akışını) saatle, gün, ay ve yıllarla ölçeriz. Zaman nehri geçmişten gelir, şimdiyi oluşturur, geleceğe akar...Buna sosyal ya da evrensel  zaman  da diyebiliriz, çünkü;  birey ve  toplumun zaman algısı budur.

Zamanın Başlangıcı ve Sonu:
Evren, 13,7 milyar yıl önce Big Bang anı’nda ortaya çıktı. 
Maddesel kainat ve zaman boyutu işte o yaratılış anı’ ile başladı. 
Evren, yani; uzay-zaman iç içeliği dört boyut  oluşturur; varlıkları birbirine bağlıdır. 
Zaman ve evren sonludur: Evren donarak ya da büzülüp çökerek ömrünü tamamlayacak.
Dolayısıyla zaman , evrenin bitişiyle  (donması ya da çökmesi sonucunda durmasıyla )  sona erecektir. Çünkü zaman, hareket demektir.  Hareket evrenin var oluşuyla başlamıştı  kainatın sonunun gelmesiyle de duracaktır.

*Aziz Augustinus'da Zaman Tartışması:
Aziz Augustinus ‘un zaman tartışmaları İtiraflar adlı kitabının en çarpıcı bölümlerinden birisini oluşturur. Aziz Augustinus'a göre: 
Kavradığımız ve bildiğimiz zaman ile gerçek zaman birbirlerinden ayrı şeylerdir. 
İnsan kavrayışı zamanın gerçekliğine ulaşamaz. İnsan, yalnızca, zamanın geçişini algılayabilir. 
Geçmiş zaman, gelecek zaman ve şimdiki zaman bölümlemeleri; gerçekliği olmayan, zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir.
Augustinus etkileyici bir akıl yürütmeyle; geçmiş zamanın artık varolmadığını, gelecek zamanın ise henüz varolmadığını, elimizde kalan tek zaman olan şimdiki zamanı da, boyutlarını belirleyemediğimiz için, bilemeyeceğimizi belirtir. 
Ölçüp birimlere ayırdığımız zaman, geçişini algıladığımız zaman'dır, oysa zamanın geçip geçmediğini ya da kendisinde zamanın ne olduğunu bilmiyoruz.  Zaman bizim için öncesiz ve sonrasız bir akıştır… Ve bu nedenle biz bu akışın niteliğini, yönelimini, yayılımını, boyutlarını bilmeyiz; gerçek zaman her zaman dışımızda kalır. Görüldüğü üzere Augustinus’a göre zaman insan tarafından bilinemez, yalnızca geçtiği hissedilir.

“ Zamanın akışını, kütle çekimi ve cismin uzaydaki hızı belirler…”
Değerli okurlarım, Albert Einstein’a kadar felsefede ve bilimde zamanın mutlak olduğu kabul ediliyordu. Bu kabule göre zaman, sonsuzdan geliyor sonsuza akıyordu...
Ve her ortamda aynıydı. (Mutlaktı) 
Ancak, Albert Einstein’ın İzafiyet Kuramı; zamanın mutlak olmadığını, hıza ve kütle çekim gücüne bağlı olarak değiştiğini gösterdi: **Görelilik kuramı olarak da adlandırılan teoriye göre; uzay ve zaman bir algıdır. Diğer bir deyişle, mutlak zaman diye birşey yoktur. Uzay ve zamanı algılama biçimimiz, nerede bulunduğumuza ve nasıl hareket ettiğimize bağlıdır. 
Buna göre bir cismin hızına ve bulunduğu konuma ( çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman, hızlı veya yavaş geçmektedir. Bir cisim yüksek hızla seyir halindeyse ya da  kütle çekim merkezinin yakınındaysa, o cismin üzerinde zamanın akışı yavaşlar. Yani hız arttıkça zaman kısalır, daha ağır, daha yavaş işleyerek "durma" noktasına yaklaşır;  böylece zaman yavaş geçmiş olur.

İkizler Paradoksu
Albert Einstein yukarda naklettiğimiz durumu “ İkizler paradoksu”nda şöyle açıklar:
“Aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda hızla seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. “
Stephen Hawking de aynı gerçeği Einstein gibi bir ikiz örneğiyle anlatıyor:
"Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı... Bir çift ikizi düşünelim… Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz ( yani dağın tepesinde yaşayan ) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır." ( Kaynak: Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, Syf , .54 )
A.Einstein: “ Kütle çekimi uzayı eğer, uzay maddeyi hareket ettirir.”
Einstein’ın genel görelilik teorisinin önemli kavramlarından biri de uzayın kütle çekimi tarafından eğilmesidir. Uzay ve kütle çekiminin karşılıklı etkileri vardır: 
“ Kütle çekimi uzayı eğer ve uzay kütleçekimine neden olur. “
Einstein’e göre, maddenin kütle çekiminin etkisi altında hareket  etmesine uzayın eğriliği sebep olur. 
Bu etkileşim kısaca şöyle ifadeye alınabilir: “ Kütle çekimi uzayı eğer, uzay maddeyi hareket ettirir.”Peki, bu karşılıklı etkileşimin zaman boyutuna etkisi nedir?
Genel görelilik teorisi zamanın da kütle çekimi tarafından büküldüğünü söyler.
Kütle çekiminin zaman üzerindeki etkisi yeryüzündeki laboratuvarlarda atom kristalleri üzerinde yapılan deneyle kanıtlanmış, güçlü kütle çekiminin saatin tiktaklarını yavaşlattığı görülmüştür.

Zaman Kapıları ve Yıldızlara Seyahat

Albert Einstein’a göre, bir kara deliğin merkezi uzayzamanda bir tekil noktadır. 
Kurt deliği adı verilen böyle noktalardan başka uzayzamanlara köprüler olması ihtimali vardır.
Eğer bu varsayım gerçekse, karadeliklerin merkez noktaları ( kurt delikleri) başka zamanlara açılan kapılardır. Belki de kurt delikleri uzayda devasa uzaklıklara seyahat edebilmenin kısa yoludur...Aynı mantıktan devam ederek yorumlanırsa; dünyamızı ziyaret ettikleri iddia edilen ufoların, karadeliklerdeki kurt deliklerinden geçerek milyonlarca ışık yılı uzaklıkları çok kısa sürelerde aştıkları düşünülebilir... 
Tekillik Nedir?
Çağdaş bilim tekilliği şöyle anlatıyor:
* “ Evren, zamanın başlangıcında (sıfırında) sonsuz yoğunluktaki bir durumdan doğdu. 
Sonsuz yoğunluktaki bir evren, fizik yasalarının, hatta uzay ve zamanın  bozulduğu, geçerliliğini yitirdiği bir tekilliktir...” 
Mesela, Einstein’ın kütle çekim teorisi, tekillikte geçersizdir. 
Einstein, doğada tekilliklerin olabileceğini öngörmüştür. 
Bu düşünceye göre: 
“ Bir tekillikte madde ve enerji üretilebilir, ( üretilen madde) önceden bilinemez bir biçimde evrene püskürtülebilir ve ( madde) birbirine dönüşebilir.”  Ve: “ Tekillik yakınlarında geçmiş ve gelecek birbirine girer ve fiziğin temelinde yatan nedensellik ( yasası) geçerliliğini yitirir. Başka evrenlere, geçmişe, günümüze geleceğe açılan kapılar olan kurt delikleri ortaya çıkabilir...” 
*( Joseph Silk, Evren’in Kısa Tarihi, “Tekillikler “ Bölümü, syf. 78 . TÜBİTAK Yayınları)
Prof.Dr. Osman Çakmak,  “ Karadelikler Bir Gök Kapısı mı? “  başlıklı yazısında şöyle söylüyor:
“ Kur'an-ı Kerim'de "semanın görünmez kapıları"na dikkatimiz çekilir. 
Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, "sema/gök kapıları" ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kâinatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? 
Kur'an-ı Kerim'de yer alan "sema" teriminin, bugünkü mânâsı ile "uzay-zamana" karşılık geldiğini söyleyebiliriz. “
İslâm’da Gök Katları ve Göksel Varlıklar
Fizik biliminin ortaya koyduğu tekillik; boyutlar arası geçişe izin veren gök kapılarına, ışık yılı ile ölçülebilen çok büyük uzaklıkların  kısa yoldan aşılmasına ve zaman da yolculuğa imkân verdiği düşünülen bir ortamdır.
Tekilliğin işaret ettiği gizemli alana girince, Kur’an’da haber verilen “Gök katları ve Gök Kapıları” ndan da söz etmeliyiz:  Kur’an göklerden (semavat), gök kapılarından, gök katlarından, göklerle yer ve ikisi arasındaki şuurlulardan haber verir. 
Ali İmran, 83. Ayet: 
“ Hâlâ Allah’ın dininden gayrısını mı arıyorlar? Oysaki göklerdeki şuurlular da, yerdekiler de ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve yalnız O’na döndürüleceklerdir.”
Fussilet, 11 ve 12. ayetler:  
“ Sonra buhar/ duman halindeki göğe yöneldi de, ona ve yerküreye şöyle seslendi: ‘ İsteyerek veya istemeyerek istemeyerek gelin!’ Onlar şöyle dediler:  ‘ İsteyerek geldik.’/ Böylece onları , iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşte bunlar Aziz ve Alim olanın takdiridir. “
Nebe Suresi, 19: 
“ Gök açılmış, kapı kapı oluvermiştir. “
Araf, 40: 
“ Onlara ‘Gök kapıları’ açılmaz. ” 
Kalem, 22. Ayet:  “ Rızkınız, size vaadolunan şey göktedir.” 
Zariyat, 47: " Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz."

Gök Kapıları, Kur’an ve Bilim

Görüldüğü üzere Vahy Kitabı ( Kur’an), ayetleriyle, gök kapılarına ve gök katlarına işaret ediyor . Böylece  Kur’an, düşünüp araştırıp anlamaya çalışan  ( bilim üreten) insanların önüne, bilinmeyeni bilinir kılacak ufku açıyor...Bilim adamlarının doğayı inceleyip çözümlemeleri Kainat Kitabı’nı okumaları demektir...Okudukça öğreniyor-öğrendikçe keşfediyorlar: Tekilliği, tekillikteki muhtemel solucan deliklerini ( zaman kapılarını )  anlama yolunda ileri adımlar atıyorlar...Belki de insanlık aleminin  ürettiği bilim,  yakın bir gelecekte, uzaydaki zaman kapılarını kullanmayı  öğrenecek,  göğün başka katlarına ulaşmayı başaracaktır.

İzafiyet Kuramı ve Zaman
*A.Einstein’ın İzafiyet Teorisi; zamanın mutlak olmadığını, zamanın akışının cismin hızına ve kütle  çekim merkezinin gücüne bağlı olarak değiştiğini göstererek, sonuçları büyük bir zihniyet devrimine sebep oldu: Newton fiziğindeki mutlak zaman kavramı; Kant’ın e, mutlak zamana dayanarak ortaya koyduğu zihinsel **çatışkıları; Einstein’ın ( zamanın izafi olduğunu gösteren) devrimiyle değerlerini yitirdi.  Ayrıca, Einstein’in İzafiyet Teorisi formülleri, uzaya bağlı olan zamanın, uzay ve madde ile aynı anda yaratılmış olduğunu kanıtladı, zamanın, zihin tarafından yaratılan bir kavram olmadığını da gösterdi....Einstein,  uzayı – zamanı - maddeyi  birbirine bağlayarak ve  bunu matematikle açıklayarak; dış maddenin varlığı kadar zamana da bir gerçeklik yükledi. 
İlerleyen yıllarda yapılan deneyler Einstein’ın haklılığını gösterecektir: 
Biri yeryüzünde biri de Londra’dan Çin’e uçan bir uçakta bulunan atomik saatlerle yapılan bir deney, zamanın her iki ortamda farklı aktığını ortaya koyarak, Einstein’in yaptığı tespitin doğru olduğunu deneysel olarak kanıtlayacaktır.

“ Mutlak Zaman “  İle “ İzâfi Zaman “ Arasındaki Fark Nedir?
Değerli okurlarım, zamanın geçmişten geleceğe doğru akması ( tekillik ortamı dışında ) her yerde aynıdır. Ancak zamanın geçmişten geleceğe doğru doğrusal olarak akışının hızı, içinde bulunulan mekânın konumu ve  ve cismin hızına bağlı olarak değişmektedir. Zamanı mutlak olmaktan çıkaran ve  onu  izâfi / göreceli bir realite yapan da işte bu durumdur.  
İkizler paradoksu ile anlatılan da zaten bu durumdur.

Tasavvuf Düşüncesine Göre Zaman 
Kur’an Güneş’in ve Ay’ın hareketleriyle ölçülen zamana vurgu yapar.
Ancak; başka zaman türlerine de işaret eder ve zaman sırrının araştırılmasını yasaklamaz. 
Müslüman bilginler  farklı tür ve farklı özelliklerde zaman bulunduğu sonucuna varmışlar, iki tür zaman üzerinde mutabakat sağlamışlardır:  1. Dünyevî zaman. 2. Metafizik ( fizik ötesi) zaman.

Dünyevî zaman ( ez-Zamanü'd-Dünyevî): 
Özel zaman veya fiziksel zaman olarak da bilinir. 
Uzaydaki cisimlerin ( gezegenler ve yıldızların) hareketleriyle belirlenen zamandır. 
İnsan hayatı bu tür zamanla ölçülür. İbadetlerin bir çoğu bu zamanla ilişkilidir. 
Kıyamet Günü de böyle bir zaman mefhumu üzerine kuruludur.

Psikolojik Zaman" (ez-Zamanü'n-Nafsî) :
İnsanlar  dünyevî zamanın akışını, içinde bulundukları psikolojik durumdan etkilenerek algılarlar… Örneğin, tehlike içindeki bir kaç dakika, o anları yaşayanlara, saatlerce sürüyormuşcasına uzun gelir. Mutluluk içinde yaşanan saatler ise, bir kaç dakika kadar sürmüş gibi hissedilebilir. 
Zamanın bu şekilde algılanmasına, "Psikolojik Zaman" (ez-Zamanü'n-Nafsî), " Genişleyen Zaman" veya " Varoluşsal Zaman " adı veriliyor.
Tevbe suresi 118. Ayette bu hususa işeret edilir.

Metafizik Zaman ( ez-Zamanü’l-Gaybî ) :
“ Dünyevî zamanın tam tersi, metafizik zamandır. ( ez-Zamanü'l-Gaybî)
Bu zaman türü göklerin ve yerin yaratılışından önce de vardı, evren yok olunca da varlığını devam ettirecektir. Literatürde bu zaman türünü ifade için " Yaratılış Öncesi Zaman ", "Eskatolojik Zaman" ve " İlahî Zaman " tanımlamaları kullanılır.  
Metafizik zaman da diğer zamanlar gibi Cenabı Allah tarafından yaratılmıştır. 
Değerli okurlarım,
Dünyevi zaman, evrenin yaratılış anı olan Big Bang ile başlamıştır, kainatla birlikte son bulacaktır. İlahî zaman ( ez-Zamanü’l-Gaybî) ise, evren yok olduktan sonra da varlığını sürdürecektir. 
“ Metafizik zaman şunları içerir:  
……………………………………………………………………………………………………………………
* Einstein’ın İzafiyet Kuramı Yorumu: (Caner Taslaman, Big Bang ve Tanrı adlı eser, syf. 35, 36...) **(Çatışkı: a. fel. Yasaların veya önermelerin kendi aralarında çelişikliği, antinomi.- Güncel Türkçe Sözlük*Bölümdeki bazı bilgiler, için  Risale-i Nur Enstitüsü web sayfasından yararlanılmıştır.
………………………………………………………………………………………………………

Arşın ve suyun zamanı (ez-Zamanü'l-Arşî),  
Yerin ve göklerin yaratıldığı periyod ( Zamanü'l-Halku's-Semavati ve'l-Ard), 
Meleklerin ve Ruh'un ( Hz. Cebrail'in) yükseldiği zaman (Zamanü'l-Uruc) ve Ahiret zamanı (Zamanü'l-Ahire).
*   *   *
İnsan, yukarda adı geçen zaman türlerini ölçme imkânına sahip değildir. 
Çünkü söz konusu zamanların ölçü birimi, dünyevî zamandan farklıdır.

Metafizik Zaman ve Kur’an
Kur’an, Mearic Suresi, 4:
"Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar."
Kur’an, Secde Suresi, 5: 
"Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar." 
*    *    *
Naklettiğimiz ayet mealleri, İlahî zamanın da, dünyevi zaman gibi izafi (göreli) olduğunu, farklı yerlerde farklı hızlarda aktığını (geçtiğini)  açıkça bildirmektedir. Anımsanacağı üzere Albert Einstein, zamanın izafi / göreceli olduğunu göstermişti. Vahy’in verileriyle bilimin buluşmasına verilecek örneklerden biri de budur diyebiliriz.
Zamansızlık Sırrı

Değerli okurlarım, zamansızlıktan söz edilecekse, bunu ancak öteler diye ifadeye alabiliriz. 
Eğer ötelerden...yani; zamanın, mekânın ve yönün bulunmadığı bir yerden dünyamıza bakabilseydik...muhtemelen...her şeyin olup-bittiğini gösteren bir tablo ile karşılaşırdık.Ya da bildiklerimiz, hayal ettiklerimizden çok daha farklı, insan aklı ve idrâkinin ötesine uzanan aşkın bir hakikatle baş başa kalırdık.

Zamansız Alem ve Bilim
Bilim, tekillik ortamında fizik kurallarının sona erdiğini, söylüyor. 
Demek oluyor ki; zamanın mekânın ötesinde bir başka alem var.; tekillik ( singularity)...
Bambaşka kuralların/yasaların geçerli olabileceği bir alemdir bu. O alem için,  zaman  geçmişten geleceğe doğru akışına devam ediyor, denilemiyor. Peki ne söyleniyor?
“ Tekillikte zaman akmıyor/geçmiyor, durmuş haldedir “ deniliyor. 
Hatta çağdaş *Fizik Bilgini S.Hawking, tekillik ortamında zamanda yolculuk yapılabilir, diyorBu; her şeyin olup-bittiği bir yerden söz etmek demektir...
Öyle bir ortam ki; herşey birbirini kapsıyor, geçmişle gelecek bir arada...öncelik ve sonralık yok ...
Tekillikte, zamanın, tüm yaşanmışlıkları içinde barındırarak, durduğu düşünülüyor olmalı; yapımı tamamlanmış bir resim gibi...Bu, geçmişle-geleceğin birlikte görülebildiği bir haldir. 
O halde orada geçmişten gelip geleceğe doğru akan bir zaman yoktur.  Bu mantıktan yola çıkılarak söylenecek olursa bilim, tekilliği anlatırken, zamansız alemden haber vermektedir.
Peki, Vahy Kitabı zamansız alemden söz eder mi?
Evet, eder: Kur’an, Hz Muhammed’in yaşadığı  Sidret’ül Münteha  olayı Necm Suresi ayetlerinde geçer. Allah Elçisi’nin bu olayla ilgili sözleriyle ayet birleştirilerek değerlendirildiğinde Sidret’ül Münteha’da Hz. Peygamber’e gösterilen, zamansız mekansız yönsüz  alemdir. 
( Yazımızın devamında  Sidre olayına kısaca değineceğiz. )

Zaman Gezgini ve Bilim
Değerli okurlarım, zaman yolculuğu, bilimsel açıdan bir varsayımdır.
Zaman gezginliği ise, daha çok  dini mistik alanın konusu olagelmiştir.
Çağdaş bilim, tekillikte zaman yolculuğu mümkündür, derken; Vahy Kitabı’nda bildirilenle de buluşmuş oluyor: Kur’an, Kehf suresinde zaman gezgini bir kuldan söz eder...
Eğer zamanda seyahat imkânı varsa, zaman gezginliği de mümkündür.

Ashabı Kehf ve Zaman Boyutları
Çağdaş bilim, zamanın, yüksek hız ortamında ve kütle çekimi merkezine yakın olunduğunda  yavaş  aktığını deneysel olarak göstermiştir. Bu bilginin aydınlığında şu yorumu yapabiliriz: 
Tekillikte öylesine büyük bir hız ve  öylesine müthiş bir kütle çekim gücü söz konusudur ki; o ortamda zamanın akışı durmaktadır ( zamansızlık). 
Ashabı Kehf’in  ( 7 insan ve bir köpekten oluşan  Mağara Yoldaşları’nın), Cenabı Allah’ın kudretiyle 300 yılı bir kaç saat uyumuş gibi hissetmelerindeki sır, bu bilginin ışığında, şöyle açıklanabilir: 
Ashab-ı Kehf, Tanrı’nın kudretiyle, öyle bir titreşim düzeyine ulaşmişlardır ki; takipçi askerler onları kuşatan manyetik alanı görünce korkuyla dolmuş, mağara girişine taşduvar örerek, Mağara Yoldaşlarını ölüme terketmeyi tercih etmişlerdir. 
Kur’an, Kehf Suresi  18/18:   “ Uykuda olmalarına rağmen onları uyanık sanırsın. Onları sağa ve sola doğru çeviririz. Köpekleri de kollarını eşikte uzatmıştır. Onlara baksaydın onlardan dönüp kaçardın ve onlardan dolayı korkuyla dolardın. “
Görüldüğü üzere Cenabı Allah Ashab-ı Kehfi korumasına almış;  zamanı algılayamayacakları bir boyuta yükseltmiştir. O sırada onları kuşatan mahiyeti belirsiz güç alanı öylesine yüksek bir hıza ulaşarak titreşmektedir ki;  o sahneye bakanlar ( olayımızda Romalı askerler) dehşete kapılmışlardır. 
Ashab-ı Kehf, İlahi Kudret’in takdiriyle,  sağa - sola döndürülerek Güneş yılıyla 300, Ay yılıyla 309  senelik dünya zamanını bir kaç  saatmiş gibi hissetmiş, zamanda geleceğe doğru yolculuk yaparak üç asır sonrayı görebilmişlerdir.
Kehf Suresi, 19: “ Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: ‘Ne kadar kaldınız? ‘ Dediler ki: ‘ Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık…’ ” 
Kehf Suresi, 25-26:  “ Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar…” Bu mûcizevi olay Allah’ın kudretini göstermesinin yanı sıra, zamanın izâfi / göreceli olduğunu insanlara haber veren bir ayettir; tıpkı Albert Einstein’ın Genel Görelilik kuramı formülleriyle ortaya koyup gösterdiği gibi…Görüldüğü üzere din ile bilim öğrenip-anlama yolculuğunun yaldaşlarıdır.
Sidretü’l Münteha ve Zamansızlık Sırrı
Kur’an’ın Necm sûresi, “ Ven necmi izâ hevâ / Aktığı zaman yıldıza andolsun ki! “  ayeti ile başlar.  Bu ayet, Kur’an’ın icâzını, yani, insanları aciz ve hayran bırakan söz ve anlam boyutları derinliği ve  güzelliğini gösteren örneklerdendir: 
Yüce Allah’ın gökte akan / kayan yıldıza yemini ile başlayan surede, Vahy Meleği Cebrail’in “ Yüksek ufukta asıl suretiyle “ görünerek, “  Ve bir yıldız gibi semada kayarak “  Hz. Peygamber’e  yaklaşması ve vahyetmesi anlatılır. Üslûptaki söz güzelliği, muhteşemdir. 
Necm, 4-18 ayetlere göre, “ Cebrail,  yüksek ufukta doğrulmuş, uzanarak sarkmış, Hz Peygamber’e iki yay ( kabı kavseyn) kadar yaklaşarak, vahyetmiştir...”
.................................
Hadis ve tefsir kaynaklarından Sidre hakkındaki bazı bilgileri paylaşalım: 
İbnü Abbas ve Ka'b'dan nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır. Melekler, nebiler ve mahlûkat içinde bulunan âlimlerin ilmi ( bilgileri) sonuçta ona ( o noktaya kadar) ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır. Gaybı ise Allah'tan başkası bilemez. 
Fahreddin Râzî tefsirinde şunları söyler: 
" Sidre-i müntehâ, hayret-i kusuâ (en son hayret) mânâsını ifade eder. 
Yani akılların daha fazlası tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber şaşırmadı kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektir.

Müfessir Prof. Süleyman Ateş ‘in Sidre  Yorumu:
Süleyman Ateş: “ Ayetin ruhuna dönerek Peygamber (s.a.v)’in, Cebrail’i, Sidre denilen ağacın yanında görmüş olduğu kanaatine vardık. Herhalde Sidre, İlk vahyin indiği Hira Dağı yakınındaki ağaçların en büyüğü olsa gerektir. İşte Hz Peygamber – doğrusunu Allah bilir -  böyle bir ağacın yanında ruhani sahneyi görmüştür.“ Prof.Dr. S. Ateş, “ Muhammed’in kalbi gördüğünde yanılmadı “ ayetine dikkatleri çekiyor ve bu ayetin Sidre olayının manevi ortamda geçtiğine, yaşananların gönülgözü ile görüldüğüne kanıt olduğunu söylüyor. 
Madde ile Mânâ Arasındaki Sınır 
(Bir başka  rivayete göre )  Hz Peygamber (s.a.v) yaşadığı görüyü  (rüyet) şöyle anlatıyor:  '' Sidre'den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arş’ın altına geldiğimde, Arş’ın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet (yön)...”
* * *
Sidretu’l Münteha olayı şöyle özetlenebilir: 
Hz Peygamber, Hira Dağı’nda, Sidre ağacının yanında uzlette ( insanlardan uzakta) yalnızdır... Görü / rüyet orada başlar, ruhani ortamı nur sarar...Allah Resulü (s.a.v ),  Cebrail (a.s)’yi  yüksek ufukta asıl sureti ( biçimi)  ile görür...Cebrail’in Tanrısal vahyi iletmeye başlamasıyla, Hz. Resul’e,  “ Rabbinin büyük ayetleri gösterilir... Gözü şaşmaz azmaz ”  Ve:  “ Gönül gördüğünde yanılmaz”
*  *  * 
Görüleceği üzere, fiziki (maddi ) ortamda başlayan bir olayın ruhanî boyutta devamı söz konusudur. Bilindiği üzere  Hz. Peygamber ilk vahy olan Alak Suresi’nin 1-5. ayetlerini de  Cebrail (a.s)’den Hira Dağı’ndaki mağarada uzletteyken ve  rüya ortamında almıştı.

Sidre olayını iki aşamalı ele alarak anlayabiliriz: 
Bir; Sidretu’l Münteha, dünyasal boyutuyla; Hira Mağarası yakınlarında bulunan nebk adlı Arabistan kirazı ağacının bulunduğu noktadır. İki; Sidretu’l Münteha’nın, madde ile mânâ arasındaki sınırı sembolize etmesi bakımından mânâ alemi’nde de yeri vardır: 
Sidre, dünyasal olanın bittiği,  maddi varlığın olmadığı mânâ aleminin başladığı sınırdır. 
Hz. Peygamber’e o sınırın öteleri ( cihetsiz boyutsuz maddesiz/mekânsız alem) gösterilmiştir. 
.................................
Değerli okurlarım, zaman hakkında bilgi veren en önemli bilgi kaynağı Yüce Kur’an’dır. 
Kur’an’da adları zamanla ilgili olan Dehr ( İnsan) ve Asr sureleri vardır. Ayrıca bir çok ayette de zamanın geçişi, algılanılışı hakkında bilgi verilir, kıssalar nakledilir. 
Şimdi ilgili  bazı ayet meallerini paylaşalım: 
Ahirette Zamanın Dünya Zamanı ile  Kıyaslanması
Taha Suresi, 102-104:
“ O gün sûra üfürülür ve günahkârları o gün gözleri gömgök bir halde haşrederiz, / Aralarında fısıldaşır gibi konuşurlar: ‘ Ancak on gün filan kaldınız.’ “ / “ Onların söylemekte olduklarını biz daha iyi biliriz. Yolca en seçkinleri olan şöyle diyordu : ‘ Eni-sonu, bir gün kaldınız.’ “
Müminun Suresi, 112-114 :
“ Buyurur: ‘ Yeryüzünde yıllar sayısıyla ne kadar kaldınız? /  “ Derler: ‘ Bir gün ya da bir günün birazı kadar; sayanlara sor.’ / “ Buyurdu:  Sadece birazcık kaldınız. keşke biliyor olsaydınız.’" Ahkaf Suresi, 35:  
“Artık, resullerin azim sahibi olanlarının sabrettikleri gibi sabret! O inkarcılar için acele etme. Tehdit edildikleri azabı gördükleri gün gündüzün sadece bir saati kadar yaşamış gibi olurlar. 
Bir duyurudur bu. Sapmışlar topluluğundan başka kim helâk edilir!  “
Rum Suresi, 55: 
“ Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada, bir saatin dışında kalmadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. “

SONUÇLAR
1. Einstein, uzaya bağlı olan zamanın, uzay ve madde ile aynı anda yaratılmış olduğunu kanıtladı, zamanın, zihin tarafından yaratılan bir kavram olmadığını da gösterdi.
2. Einstein,  uzayı – zamanı - maddeyi  birbirine bağlayarak ve  bunu matematikle açıklayarak; dış maddenin varlığı kadar zamana da bir gerçeklik yükledi.
3. Zamanın akış hızının; cismin bulunduğu konumdan ( kütle çekim merkezine yakın ya da uzak olma halinden)  ve  ( üzerinde zaman ölçülen ) cismin uzaydaki hızından etkilendiğini, atomik saatle yapılan ölçümle deneysel olarak gösterdi. Buna göre:  Cisim kütle çekim merkezine yakınsa, zaman, kütle çekimi kuvvetinden etkileniyor yavaş geçiyor. Yine cisim, uzayda yüksek bir  hızda, mesela ışık hızı ile hareket ediyorsa; zaman hızdan etkilenerek genleşiyor yavaşlıyor. ( Einstein ve Hawking’in İkizler Paradoksu’nu anımsayalım...)
4. Evrensel zaman izafidir /görecelidir; bulunduğu konuma ve cismin uzaydaki hızına göre değişik hızlarda akar.
Değerli okurlarım, 
Yukarda 4 madde halinde özetlediğimiz bilimsel bulguların anlattığı zaman, evrenimizdeki zamandır. Söz konusu bulgular tekillik ortamı  ve evren dışındaki fizik ötesi alemler için geçerli değildir. 
Bu nedenle bu zamanı, “Evrenselzaman “ şeklinde adlandırıyoruz.
Peki, evrenselzamanın mahiyeti nedir?
Biliyorsunuz zaman evrenle birlikte doğdu. Evrenin esası, enerjidir. Zaman ve evren birlikte yaratıldıklarına ve birbirlerine bağlaşık olarak sonsuz uzayın içinde aktıklarına göre zamanın da bir tür enerji olduğu düşünülebilir…
Zaman bazı düşünürlerin iddia ettikleri gibi algı mıdır?
Değerli okurlarım, zaman algı olsaydı, kütlesel çekim gücünden ya da  cismin uzaydaki hızından etkilenmezdi, çünkü algı; ne enerjidir ne de madde, zihinseldir ...O halde zamanın mahiyeti nedir? 
Şu söylenebilir: Zaman evrenle birlikte yaratılmış olan bir tür enerjidir...Ya da evreni meydana getiren enerjinin bir türevidir; evrenle birlikte doğmuştur, onunla birlikte de sona erecektir.
Ancak zaman öyle farklı bir enerjidir ki varlığı,  ölçüm araçlarıyla değil, geçtiği/aktığı hissedilerek bilinmektedir..Zamanı dolaylı yoldan farketmekteyiz; Ay’ın evreleri, Güneş’in günlük döngüsü, gece , gündüz, mevsimler gibi doğa  olayları  bu farkedişi sağlayan etmenlerdir. İnsanlar olayları geçmişten geleceğe  akan doğrusal bir düzlemde sıraya dizerek algılarlar öyle hissederler; bu yanı ile, geçtiğinin hissedilmesi idrak edilmesi bağlamında  zaman bir tür algıdır. Bir çok düşünür zamanın, insan zihni ve hisleri ile ilgili algılanış biçimini dikkate alarak, “ zaman bir kavramdır -bir algıdır “ görüşüne varmışlardır.
*   *   *
Sonuçlara devam edelim...
Bilim zamanın izafi olduğunu 20 Yüzyılda keşfetti; oysa Kur’an, bu gerçeği 1400 yıl önce haber vermişti. Hem Kur’an hem de fizik metafizik zaman olduğunu söylüyor  ve gösteriyor .
Dünyevi zaman sonuludur; evrenle başlamıştır evrenle son bulacaktır. 
Metafizik zaman sonlu değildir;  evren var edilmeden önce de vardı, evrenden sonra da devam edecektir. 
Her iki zaman da izafidir.  
Şimdi  değerli okurlarım yukarda aktardığımız sonuçlara, örnekler vererek, açıklama getirelim:
Kur’an ayetleri bir günün, dünya zamanındaki bir güne göre bin yıl gibi olduğu bir alemden söz eder. Yine Kur’an’da bir günün elli bin yıl gibi olduğu bir başka alemin haberi  de verilir: 
Hac Suresi, 47 : 
“ Senden aceleyle azabı çarçabuk istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki, Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. “
Mearic Suresi, 3-4 :  
“ Yükselme boyutlarının /derecelerinin sahibi Allah'tandır o. “ / “ Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na. “
Ayet meallerindeki haberlerden anlaşıldığı üzere zaman, evrenimizin ötesindeki alemlerde de izafidir; oralarda da farklı ortamlarda farklı hızlarda akmaktadır.
Hac ve Mearic surelerinde, dünya günü ile  diğer boyutlardaki günlerin farklı olduğunun bildirilmesi; zamanı izafi olduğunu gösterdiği gibi, meleklerin de zaman boyutu içinde hareket ettiklerini haber veriyor olabilir. *   *   * 
Yine Kur’an haber veriyor ; dünya hayatımız, ahiret alemindeki zamana kıyasen pek kısa bir süredir: 
Kur’an, Müminun Suresi, 112-114 :
“ Buyurur: ‘ Yeryüzünde yıllar sayısıyla ne kadar kaldınız? /  “ Derler: ‘ Bir gün ya da bir günün birazı kadar; sayanlara sor.’ / “ Buyurdu:  Sadece birazcık kaldınız. keşke biliyor olsaydınız.’"
*   *   *  
Değerli okurlarım,  “ Zaman gizemi”ni örten sır perdelerini kaldırma çabamız sırasında Kur’an ayetlerinden ve Hz. Peygamber’in sözlerinden;  zamansız, mekânsız , yönsüz alem ( ya da alemler) olduğunu da öğrendik.  Çağımız biliminin zamansız boyut hakkında da  bilgiler verdiğini gördük: 
Bilimin, tekillik diye adlandırılan alemde; zamanın olmadığı ( ya da zamanın akmayıp durduğu),  geçmişle geleceğin iç içe geçtiği,  fizik kurallarının işlemediğini bildirerek, Kur’an’da  haber verilen bilgilerle bir kez daha buluştuğunu gördük.

Zamanı Gizemini Çözebildik mi
Ünlü Fizik bilgini Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabının bir yerinde  zamanı anlatırken cümlesinin yanıa parantez açarak şu ifadeyi de eklemiş: “ Zaman...o da  her neyse? “ 
Belli ki Hawking de zamanın mahiyetini (esasını) bütün boyutlarıyla çözüp anlayabilmiş değil. 
Doğrusu biz de zamanı anlamaya çalıştık.... Çalıştık çalışmasına da, zaman gizeminin üzerindeki sır perdelerinin tamamını kaldırabildiğimizi söyleyemiyoruz.
Değerli okurlarım, Mekân-Zaman ve İnsan Gizemi konulu yazı dizimizin sonuncusu olan İnsan Gizemi’ni inşallah gelecek sayımızda paylaşacağız. Hoşçakalınız.

.................................................................................................................................................................................................
Gizem: 1. Aklın erişemediği veya çözülemeyen şey, sır. - Güncel Türkçe Sözlük
2. Duyuları aşan; usumuzun doğal durumunda, varoluşu ve özü bize kapalı, saklı kalan şey..- Felsefe Terimleri Sözlüğü
...............................................................................................................................................................................................




Sayı 15 (Temmuz - Ağustos) 2013

Bu yazı 5271 defa okundu.