AĞRI ve SANAT

Zevk zaman zaman gelen bir ziyaretçidir; ama ağrı gaddarca bize sarılır kalır.                                            
JOHN KEATS
 
 
Hastalarımızdan en sık duyduğumuz şikayet sözcüğüdür ağrı. Hiçbir kişi yoktur ki, yaşamının herhangi bir döneminde şiddetli ağrıdan yakınmasın. Bu yüzden ağrının geçmişi insanoğlu kadar eskidir. Ağrı, beyin-omurilik-sinir cerrahlarının en çok duyduğu şikayet sözcüğüdür. Beyin-omurilik-sinir cerrahisi alanında yapılan ameliyatların çoğu bir şekilde ağrıyı kontrol altına almak, azaltmak veya ortadan kaldırılmasına yöneliktir. 
 
Zamansızdır ağrı, kaçınılmazdır ve tanımlanması güçtür. İnsanoğlu düşünmeye başladığında, kafasını kurcalayan temel soruların başında ağrının usandırıcı doğası geliyordu ve bu soru bugüne kadar geçerliliğini korumaktadır. Ağrı, her çağda tümüyle gerçek ve yalın bir olgu olarak karşımıza çıktığı halde, insanların ona ilişkin tavır ve davranışları dönemlere göre değişen ağırlıklarla büyünün, dinin, batıl inançların, felsefenin ya da pratik yaklaşımların etkisinde kalmıştır. Ağrı ve acı çekme kişinin kültüründen bağımsız olarak ortaya çıkar. Ancak ifade biçimleri kültürel faktörlere bağlıdır. Çünkü ağrı insanın geçmişteki deneyimleriyle de ilgili hoş olmayan emosyonel ve sensoryal bir duyudur (7).
 
 
Ağrının Tanımı
 
Yüzyıllar boyu hekimler ağrıyı azalttıkları veya ortadan kaldırdıkları için tanrısallaştırılmıştır. M.Ö.5. yüzyılda yaşayan Hipokrat “Ağrıyı dindirmek ilahi bir sanattır” diyerek hekimliğin kutsal yönünün insan acılarını dindirme eyleminden kaynaklandığını vurgulamıştır. Hipokrat ağrıyı, sağlıklı bir bedendeki doğal denge durumunun bozulması sonucu ortaya çıkan durum olarak açıklamıştır. Günümüzde ise tıbbın işlevi ve hastaların bizden istedikleri onları oyalamak değil, en kısa zamanda teşhis, tedavi ve mümkün olduğunca ağrısız sağlıklı bir yaşama kavuşturmaktır. İbn-i Sina, ağrıyı “Bedene  zararlı olanı hissetmektir” şeklinde tanımlar. İbn-i Sina, ağrıları 15 tipte toplamıştır; kazıyan, sertlik hissi veren, sıkıştırıcı, büzücü, kırıcı, yumuşak, delici, batıcı, uyuşturucu, darabanlı, ağırlık hissi veren, yoran ve yakıcı ağrılar. Leonardo da Vinci’ye göre; “Ağrı, dokunma duyusunun yoğunlaşmış bir uzantısıdır”.
 
          
Ağrı, sızı sevimsiz bir konu ancak  yaşamımızda hep var olan şeydir. Ağrı edebiyata nasıl yansımıştır. Şairler, yazarlar ve ressamlar çektikleri ağrıyı nasıl dillendirip yazıya ve resme dökmüşlerdir. 
 
Dillerde Ağrı 
 
Bütün dillerde olduğu gibi ağrı, en eski kelimelerden birisidir. Ağrı, Türkçe bir kelimedir. Divan ü Lügat-it Türk adlı ilk Türkçe sözlükte (XI. yüzyıl) ağrımak ve ağrığ kelimeleri vardır. Günümüz Azeri Türkçesinde ağrı için “ağrığ” sözcüğü halen kullanılmaktadır. Eski Türkçe metinlerde ve günümüz Azeri lehçesinde acığlanmak veya acıhlanmak, acı ile aynı köktendir. Bütün dillerde fiziksel acı ile soyut acılar için aynı kelimeler kullanılabilir. Avrupa dillerinde ağrı karşılığında kullanılan kelime Fransızca "peine", İngilizce "pain" kelimesidir. İngilizce’de ağrı anlamına gelen “pain”  kelimesi Latince “poena” ve Grekçe “poine”’den türemiştir (1). Ceza anlamına gelen pain kelimesi, İngilizce’ye eski Fransızca’dan geçmiştir. Penaltı (penalty) bu kökten gelir. Hakem penaltı kararı verince tribünlerde taraftarların kalb ağrıları çekmesi boşuna olmayıp etimolojik temelleri vardır. Bu hem ağrı, hem ceza hem de ödeme anlamlarına gelir. İngilizcede "ağrı" duyusu için kullanılan başka bir kelime de "ache" kelimesidir. Bizdeki "ah" çekmek deyimi ile İngilizce’deki "ache" kelimesinin aynı kökten olduğu, bu kelimenin Grekçe veya Latince olmayıp, bir Cermen kelimesinden türediği sanılıyor (6). Bu saptama doğruysa, ağrı çekmekte insanların nasıl birbirine benzediği, ilgi çekicidir. Türkçe’de ise ağrı ile eş anlamlı olarak “sancı”  kelimesi kullanılır. “Acı” kelimesi ağrıya oranla daha yeni olabilir. Bir de ağrıyla eş anlama gelen dert=derd kelimesi vardır. Hem soyut acılarda hem bedensel ağrı veya acılarda dert kelimesi kullanılabilir. Bizde acı, daha çok soyut ve bedensel acılar için, ağrı ise daha çok somut bedensel acılar için kullanılır. Ağrıyı soyut bir ağrı, yani aşk ızdırabı olarak kullanmak isteyen Yahya Kemal "Günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum. / Yarab hele kalb ağrılarım geçti diyordum" derken "ağrı" kelimesinin başına kalb kelimesini getirmekle kelimeyi soyutlaştırmıştır (5). Acı kelimesi azap, ıstırap kelimeleriyle eş anlamlı olup  manevi ağrıyı tarif eder. Bütün dillerde  fiziksel acı ile soyut acılar için aynı kelimeler kullanılır. “Dolor” Latince ızdırap demektir. Fakat şiddetli keder karşılığı olarak da kullanılabilir. Hazreti İsa için kederlenen Meryem “Mater Dolorosa=Acılı Anadır”. Ağrı, Hıristiyan öğretisine göre ruhu saflaştırma ve günahtan arınma  yolu olarak algılanmış, İsa’nın acı sonu ağrıya kutsal bir anlam yüklemiştir.
 
Eserlerde Ağrı, Sızı, Izdırap ve Sancı
 
Acının yokluğunda yaşam, insanlar için sonsuz bir rehavetten öte hiçbir anlam taşımayacak, canlı türlerinin varlıklarını sürdürebilmesi olanaksızlaşacaktı. Ağrının yokluğunda ise tıbbın gelişimi bugünkü boyutlarda olmayacak, hekimlerin tarihsel konumu bugünkü değerde olmayacaktı.  Açlık, susuzluk gibi acı ve ağrı duygusu da canlılığa zorunlu olarak eşlik eder. Şair Edip Cansever, “Biliyorsunuz ya, bir ağrısı vardır gitmenin / Nereye  ama nereye olursa gitmenin / Hüzünle karışık bir ağrısı” var derken ağrıyı ayrılığın acısı olarak değerlendirir. Aynı şekilde Murathan Mungan’ın “Olmasa mektubun / Yazdıkların olmasa / Kim inanırdı / Senle ayrıldığımıza / Sanma unutulur / Kalp ağrısı zamanla / Her şeyi unutarak / Yaşanır sanma”  dizelerinde de ağrıyı manevi anlamda kullanır.
 
             
 
Ağrıyla ıstırap arasında derin bir fark vardır. Bütün hayvanlar ağrı duyar, ancak ıstırap çekmek insanlara mahsustur. Ağrı fiziksel bir olgudur, ıstırap ise ağrı tarafından oluşturulmuş duygusal bir ruh halidir. Istırap, ağrı ile birlikte algılanan belirsizlik, depresyon, çaresizlik, kızgınlık, korku ve umutsuzluk duygularının karışımıdır. Bir anlamda ıstırap, ağrının karamsar bir ruh haliyle arttırılmış şeklidir. Bunu edebiyatımızda en iyi yansıtan Peyami Safa’dır. Tüberküloz osteomiyelit hastalığı nedeniyle çocukluğunu  ve gençliğini  hastane koridorlarında sıkıntı ve ıstırap içinde geçiren Peyami Safa, bu hastalığın fizyolojik ve ruhsal etkilerini “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”  adlı romanında bir hasta olarak bize çok güzel anlatır.  Kendi  yaşam öyküsünden de alıntılar yaptığı romanı, hasta bir insanın hasta-hastane-hekim psikolojisini objektif olarak yansıtması ve hasta kişinin psikolojik çözümlemeler yapması açısından türünün en güzel örneklerinden birisidir.  Ahmet Hamdi Tanpınar, bu romandaki  roman kahramanının çektiği bedensel ve ruhsal, acı ve ızdırabı işgal altındaki İstanbul’un çektiği acı ve ızdıraplara benzetir. 
 
Sabahattin Ali, sızıyı ağrı ve sancılarına yeğler, ancak ansızın gelen ağrılarından yakınırdı. “Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır / Bütün ömrümün beynimde acı bir tortusu kalır / Ne kışı ne yazı isterim / Ne bir dost yüzü isterim / Hafif bir sızı isterim / Ağrılar, acılar gelir”. Geleceğini şiirlerden görebilen hekim-şair Behçet Aysan, Sivas’ta yakılmadan önce “Kozalak Yaktım Ben De” adlı şiirinde şöyle der. “kozalak yaktım ben de / sessizlikte- / ömrümün kozalaklarını / küllere sıvanmış / baştan başa dolaşıp / ağrıyan ormanı, / yağmur dindi sevgilim bak dinle / her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.” Bedri Rahmi Eyüpoğlu, uzaktaki hasta ve şair arkadaşı  Nazım Hikmet’in  sağlık durumunu “Sılanın ufak tefek yolları / Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri” dizeleriyle bizlere aktarmak istiyordu.  “Hababam Sınıfı”nın unutulmaz yazarı Rıfat Ilgaz’da ağrı ve sızıyı ardı ardına sıralayarak  çektiği ağrının şiddetini mevcut sıkıntılarına ekleyerek dizelerinde kullanır. “Yaşlandıkça azıyor romatizmalarımız / Bir günümüz bir günümüze uymuyor / Artıyor ağrılarımız, sızılarımız / Kapıyı kim vuracak belli olmaz / Kulağımız kirişte olmalı”.
 
    
 
Karen Blixen, “Öykünün içine koyunca tüm acılar katlanabilir hale gelir.” derken yine aynı biçimde tutar acısını. Alfred de Musset “İnsan çıraksa ağrı onun ustasıdır” der. Bahsettiği ağrı mı yoksa acı mıdır? Çünkü ağrı daha çok fizikseldir, acı ise ruhsal. Ama ikisi birbirinin içine geçer çoğu zaman.  Nietzsche, ağrısına isim verir, “köpek” der ona. Ve onu her gün iç sokakları boyunca gezdirir.  Shakespeare, “Diş ağrısına katlanan, katlanabilen filozof gelmedi hiç” diyor. Kant, dindirmeye çalışırken ağrısını hep başka konulara yoğunlaşmaya çalışırmış. Montaigne, bir yeri ağrırken ölümü ve hayatı yeniden düşündüğünü belirtir. John Keats, “Zevk zaman zaman gelen bir ziyaretçidir; ama ağrı gaddarca bize sarılır kalır.”   der    bir yazısında.                                       
 
Beyin kanserinden ölen  şair Hasan Hüseyin “Neden böyle acılıyım / Neden böyle ağrılı?” diye sorarken belki de  hastalığına teşhis konmamıştı veya  sezgisel olarak araştırıyordu. Oysa ki Hasan Hüseyin Korkmazgil’in beyninde ki tümörü araştıran başka biri daha vardı. 1980 yılında başlayan dostlukları ona şu şiiri yazdırmıştı; “Yücel’i bilmez misin be bedri / doktor değil mübarek / gecikmiş tanrı / çay devirir bardak bardak / üstüne rakı / anlatırken sanırsın ki incesazdan hüseyni / ak gömleği geçirmesin sırtına / Hipokrat andı /bir de bahar bahar gülmez mi sana / al başını çık dağlara / Yücel’i bilmez misin be bedri / sâfı tümör celladı / kızdırmasın gelsin diyor / ‘bin kelleyi bir cıdaya dizerim / kızarsa beynim’ / diyor”. Şiirden de anladığımız gibi Hasan Hüseyin’in beyninde ki tümörü araştıran  ve ağrı konusunda dünya tıbbına bir çok katkı sunan Türk nöroşirurjisinin duayen hocalarından Yücel Kanpolat’tır (4).  Pankreas kanserinden ölen Bilge Karasu “Acı Çeken Gövde” adlı yazısında “Sağlam gövde kendisinin farkında değildir; acı çeken gövdeyse sürekli olarak kendinin farkındadır. Bu da insana, önceleri, çok yadırgatıcı gelir. Sonra alışılsa bile, acı çekmek gövdenin başkaldırdığı bir durumdur.”  diyerek çektiği acıları vücudun bir kabul etme sorunu olarak anlatır (Resim-3). Kendi deyişiyle bademcik nahiyesine rastlayan habis urun yola getirilmesi için ışın tedavisi gören “Can Yücel”, “Doktor” başlıklı şiirinde çektiği acılara rağmen çareyi “Yaşamayı ölecek kadar sevmek”te görür. “Çaresiz dertlere düştüm / Yok mu bunun çaresi? / Var: / Yaşamayı ölecek kadar sevmek!
 
               
 
Ünlü hiciv ustası Neyzen Tevfik ise çektiği ağrıları hekimlere bağlar. Ve onları şu veciz şiiriyle hicveder.   “Bir hazakat (doktor) zedeyim, midemi tıp tepti benim, / Kırk katır tepseydi yıkılmazdı bu sağlam bedenim, / Kapladı her yanımı  sancı, elem, ağrı, bere, / Bir mezar oldu cihan, sanki etıbba (doktorlar) haşere, /  Hastane sanarak çok yere girdim çıktım;  / İbret aldım oralardan da canımdan bıktım.”
 
        
Orhan Veli “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirinde “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Nasırından çektiği kadar” derken ağrının yaşamımızı ne kadar etkilediğini anlatır. Aynı şair “Baş Ağrısı” adlı şiirinde; “Yollar ne kadar güzel olsa, / Gece ne kadar serin olsa, / Beden yorulur, / Baş ağrısı yorulmaz”, derken belki de farkında olmadan kafa içi basınç artışı veya migreni tanımlıyordu.
 
Halk şairi Aşık Veysel ise ağrılarını “Hastahane” adlı şiirinde “Ölmez hatıralar solmaz çiçekler / Hekimler ehbablar başımda bekler / İğne ilaç muayene gerçekler /  Daha bu ağrıya çatma dediler.”  diyerek ağrıya daha iyimser bir yaklaşım sergiler. 
 
 
Dünya da acı çeken sanatçıların başında ressam Frida Kahlo gelir. Bir mektubun da çektiği ağrıları ve acıları şöyle anlatır;  ''Daha iyi olduğumu düşünmüyorum çünkü ağrılar her zaman aynı ve çok zayıfım. Daha önceki mektubumda söylediğim gibi bunun yerine inançlı olmak istiyorum. Bu ay para olursa bir röntgen filmi daha çekilecek ve daha emin olacağım. Olmazsa, her durumda, 9-10 Eylül gibi yataktan kalkacağım ve bu alet işime yarayacak mı ya da sonunda ameliyat gerekecek mi bileceğim. Korkuyorum ... '' 1925'de 18 yaşındayken bir tramvay kazasında birçok yerden omuriliği ve leğen kemiği yaralanır. Aylarca yatağa bağımlı kalır ve alçıdan korse nedeni ile hareketleri çok kısıtlıdır. Bu esnada yaptığı 'Kırık omurga' isimli self-portresi, omurilik hasarının etkisini gösteren en vurucu sanatsal eserlerden biridir. Portresinde kendisini omurgası birçok yerden kırılmış eski bir sütun gibi resmeder.  Çıplak vücuduna batan birçok çivi ağrısının keskinliğini ve yaygınlığını gösterir. Kuru, çorak ve çıplak manzara ressamın acısının ve yalnızlığının sembolüdür (8).
 
                              
 
 
Türk resim sanatının en büyük ustalarından biri olan Abidin Dino, geçirdiği rahatsızlıklar sırasındaki çektiği ağrı ve acılarını yansıttığı resimleri “Acıyı Çizmek” adlı kitabında toplamıştır (2,3).  Abidin Dino, bu kitabını böbrek ağrıları çektiği sırada  çizdiği 100’den fazla desen çalışması yaparak oluşturmuştur (Resim1,2). Abidin Dino, yaptığı desen çalışmalarında kendi acılarını, aynı dönemde Vietnam savaşının acılarıyla birleştirmiştir. Bu kitap   dünyada “Ağrı”yı en iyi anlatan desenler olarak belirtilmektedir. Abidin Dino bu acıları çekerken aynı zamanda “mutluluğun resmini” yapmayı becerebiliyordu. Uzun bir süre bu çizimlerini sergilere koymayan ve kimselere göstermeyen Abidin Dino, bu durumu “sanatsal’dan çok yaşamsal oldukları için” diye açıklıyordu. Eşi Güzin Dino’ya, acının en güzel nasıl sağaltılacağını şu sevda sözleri ile gösteriyordu. “Ne iğne, ne hap, ilaçların ilacı sensin. / Sanırım en önemlisi, / İçime damla damla sinen gözlerin. / İyileşeceksem, beni onlar iyileştirecek”…
                       
 
 
 
 
KAYNAKLAR
 
1. Ayto John: Dictionary of World Origins Arcade, New York 1990
2. Doğru Barış: Ağrıyı Çizmek; Abidin Dino. Mozaik Dergisi, Sayı :1, 2005
3. Edgü Ferit: Acıyı Çizmek.  P (Sanat-Kültür-Antika) Dergisi: Tıp ve Sanat. Güz sayısı, 2002
4. Kahiloğulları G:Neurosurgery in Turkish Poetry: Three Poets, Two Poems and Two Neurosurgeons. Turk Neurosurg 25:353-356, 2015
5. Özgen Lemi: Dizelere Sarılı Ağrılar. Mozaik Dergisi, Sayı:3, 2005
6. Todd Edwin M: Ağrının Kısa Tarihi. Güzel Sanatlar Matbaası, 2004
7. Warfield Carol A: Principles and Practice of Pain Management, 1993
8. Yerdelen Deniz: www.altinsehiradana.com/Makale/acinin-sanatsal...frida-kahlo.
 
 



Sayı 34 (Eylül - Ekim2016)

Bu yazı 5416 defa okundu.