Adana Bağları

balar_1İki Katlı Çardaklar Onarılır, Alt Katı Mutfak,Yukarıda Yatakların Yere Serildiği Yatak Odası Olurdu

 

Yaklaşık elli yıl önce Adana bağları, dillerden düşmezdi. Günlük çalışmaya bağlı olmayan, bilhassa çiftlik ağalarından geri kalan, dükkanlarını da her gün açmaya mecbur olan Adana esnafının yazlığıydı Adana bağları. Öyle az buz sanmayın sakın! Şimdiki Baraj sahasından başlayarak, Yeşiloba’ya kadar tüm Toros eteklerini Adana bağları kaplamıştı. Binlerle sayılı… Sadece Adana’ya has üzümler; hafif karaya dönerken bağ mevsimi başlardı, sıcaklarla beraber. Binlerce Adanalı bağ çardaklarına yüklerini taşır, kuyularını temizler, tohumlarını eker, yaz hazırlığını tamamlardı. İki katlı çardaklar onarılır, alt katta mutfak hazırlığı yapılırken, yukarı katta da yataklar, yorganlar yerlerine serilirdi.

 

 

Öğle Yemeği Dükkanda

 

Esnaf öğle yemeğini genel olarak çalıştırdığı insanlarla birlikte dükkanında yerdi. Değişmeyen menü, “balcan tava” idi. Şafak kahvesinin buz gibi suyuna gönderilen çıraklar, destileri doldurup, sofra başına koşarlardı. Kuru soğanlar kırılır, acı biberler sofradakilere dağıtılırdı. Sonra da fırından yeni gelen tavanın içindekiler büyük bir siniye dökülür, ustanın saldırısıyla yemek başlardı. Suyu ile seli ile, etiyle balcanıyla Adana kebabına iltifatı önlerdi “balcan tava”... Sonra kuru sıcaktan dolayı alnından akan ter derelerine rağmen, tezgahın başında hızlı bir tempo ile işe asılırdı Adana esnafı. İkindiye kadar durmadan...

 

Bağ Saati

 

İkindi olunca bağ saati gelirdi. İşlikler çıkarılır, el ve yüz yıkanır, bağlara doğru yolculuk başlardı. Kimi eşeğiyle, kimi de Okat’ın otobüsleriyle yola koyulurlardı. Bürücek’e hafta sonları giden “Pavlike”(Fabrika) sahipleri ile ileri sermayeli iş sahipleri, tek atlarıyla yola koyulurlardı. Öğle yemeklerinde kebabı tercih eden esnafın sayısı parmakla gösterilirdi. Aslında doyumluk kebap yiyenlerin bedeli balcan tavadan da fazla olurdu. Çalışan için bir, bir buçuk kebap vız gelirdi midelerine. Ama dışarlıklılar, yani misafirler, memurlar, tek başına iş görenler kebaba sarılırlardı yine. Ve kebap yerken muhabbeti bol olan “Silo” en büyük uğrak yeriydi.

 


Bağlara Giden Yollar

 

Bildiğim kadar, bağlara giden üç ana yol vardı: Biri şimdiki Baraj Yolu, diğeri Berber Salih’in bağ yolu, bir diğeri de Karaisalı Yolu idi. Taşımacılıkta Okat Mustafa başı çekerdi. İşe de tek başına böyle başlamıştı zaten. Tamir de onun elindeydi, sermaye olduğu gibi... Otobüs bozulduğu haberini alınca, elindeki çantayla iki dakikada olay yerine varırdı. Böylece kimse şikayetçi olmazdı.

 

balar_2Bürücek Rakısı

 

Bağlarla şehri demiryolu ayırırdı birbirinden. Bağların başlangıç noktası, demiryolu idi. Bağlarda kendine has hayat ikindi olduğunda başlardı. Elini yüzünü yıkayıp, kısa pantolonu giyen bağ sahibi, öncelikle nevaleleri sıraya dizer, ilk sıraya da Veli Soyaldım’ın Eski İstasyon’daki imalathanesinde damıttığı “Bürücek” “Kayabaşı” markalı rakı şişeleri gelirdi. Boğazlarına ipi geçirip onları kuyunun en derin yerine salarlardı, soğusun diye… Rakısız bağ hayatı olmazdı pek. Bağcılar bunu bilir, bunu söylerlerdi. Öğle yemeklerinde kebap yenmezdi ama akşam mezelerinin başında şiş kebabı gelirdi. Mangal hazırlanır, külün üstüne iki çıra koyduktan sonra kömürler itina ile üzerine döşenir ve son olarak kibrit çalınır, çıra yakılırdı. Salata için kullanılan malzemeler umumiyetle bağda yetiştirilirdi. Marul, Şambayad’ı hıyar, maydanoz, turp, tere itinayla yıkanır, böylece içki sofrası oturulacak hale getirilirdi. Ev halkının ilk planda evin erkeğine hizmet etmesi adetlerdendi. Sofraya en son Adana’ya has ince kabuklu, boz renkli, kendine göre rayihalı üzümler konurdu.

 

Tereyağlı Humus, Terkeşen'in Karpuzu, Kızıldağ'ın Tulum Peyniri

 

Akşam yemeklerinde komşuluk pek olmazdı. Zaten hat hudut da yoktu. Aralarında tel, duvar olmayan him komşular, sadece ara sıra nadide sayılan mezelerden birbirlerine ikramda bulunurlardı. En çok ikrama uğrayan da tereyağlı humustu. Bu meze pek makbule geçerdi. Üzümden sonra Terkeşen’in ince kabuklu , bal tatlısı karpuzu, yanında Kızıldağ tulum peyniriyle birlikte son kadehlerin mezesi olurdu. Bağ evleri genellikle ana yola yeteri kadar uzakta inşa edilirdi. Anayoldan ayrılınca çardağa varıncaya kadar güzel bir koku sarardı insanların burunlarını. Beyaz zambaklar, iki sıralı olarak yolları hem süsler, hem de koku salarlardı.

 

Bal Damlayan İncirler, İtalyan Erikleri, Adana Karası Üzümler

 

Bağlar her türlü meyvenin bulunduğu mekanlardı. Öncelikle dibinden bal damlayan incirleri, bugünkü Mersin’in Mut ilçesi incirleriyle kıyaslamak mümkün değildi. Ya İtalyan erikleri! Artık rüyalarımıza bile girmiyor. Küçük çekirdekli, bol etli, özel rayihalı o canım erikler, kaybolup gitti. Adana karası üzümler gibi!.. Şekerpareler, Tokaloğlular yok oldu da, zerdaliye ne demeli! O bile bağlarla birlikte Adana’yı terk etti. Bunların tümü emsalsiz tatları taşıyan meyvelerdi heyhat! Köküne bile sahip çıkılamadı. İnsanlık neleri yok etmedi ki! Adana’da bütün evleri süsleyen çiçekler bile yok oldu insan elinde. Bir kök “ful” bulun da, koklayalım bakalım... O canım süs bitkisi küpeliyi de... Dahası mı! Bütün bunları kaybettikten sonra Adanalı bile kalmadı... Malına, mülküne, tarlasına, tapasına sahip çıkacak insanların sayısı neredeyse iki elin parmaklarını geçmiyor artık...




Sayı 6 ( Ocak - Şubat 2012 )

Bu yazı 7233 defa okundu.