ZİYAPAŞA’YI HİCVEDEN ŞAİR ADANALI ZİYA

(1859-1932)
 
Şair  Adanalı Ziya’yı  ilk olarak  hüsn-i hat sanatının talik şeklinde bir yazısında gördüğüm divan edebiyatına  ait beyitiyle tanıdım. Beyitte ”bilmem niye âşıkan utansın, bigâne-i aşk olan utansın” diyordu. Hattat Abdullah Gün’ün talik hat yazısının güzelliği dışında beyitin  de şiirselliği ve yazan kişinin Adanalı Ziya olması bu kişiyi araştırmamı mecbur kılıyordu ve karşıma yine enteresan yaşamıyla bir Adanalı çıktı…
 
ADANALI ZİYA (1859-1932)
 
Adana’da  1859 yılında  doğduğu halde yaşamının büyük kısmını Afyon’da geçirmiş, burada ölmüş ve Tayyare Şehitliğine gömülmüştür. Fırtınalı yaşamı dolayısıyla bu kentteki yaşamı süresince doğduğu yeri, annesini, babasını, kardeşlerini unutmuştur.  Sorulduğunda annesinin ve babasının adını hatırlayamadığını söylemiştir. Kardeşleri bir ara kendisini alıp Adana’ya geri götürdülerse de duramayıp tekrar Afyon’a geri dönmüştür.
 
(ZİYA PAŞA)
 
1859’da doğan Ziya ilk olarak Adana Lise’sinde okudu. 16 yaşlarında iken  devrin Adana valisi olan Ziya Paşa için bir hiciv (taşlama) yazıp Adana Vali Konağı’nın kapısına yapıştırmıştır. Ertesi gün kent ayağa kalkmış ve araştırmalar sonucu, taşlamayı Ziya’nın yazdığı anlaşılmıştır. Daha önce de kendisi hakkında Ali Münif Yeğenağa’nın  babası Hakkı bey  ve arkadaşları  tarafından şehrin büyük duvarlarına kömürle “Ziyası kalmadı mülkün gelince Paşası” taşlaması  yazılan Ziya Paşa, Hakkı Bey’i memuriyetinden aldırıp bir de  tutuklattığından herkes bu gence ne ceza verileceğini merak etmiştir. Vali , Ziya’ya bir ceza vermek yerine bir de iltifat ederek şiire karşı büyük istidadı olduğunu söyleyerek daha sonra da onu  İstanbul’a göndererek  Askeri Tıbbiye’ye girmesini sağlar. Tıbbiye’de bir yıl okuyan Ziya, anatomi dersinde tiksinerek okuldan ayrılır ve Vakıflar Müdürlüğü’nde  bir memuriyet bulup işe başlar. Bu sırada Muallim Naci ile tanışarak özgürlük fikirleri ve vatan, hürriyet, aşk şiirleri yazma konusunda edebi dünyası şekillenir. Bunlara bir kaç örnek şunlar verilebilir:
 
“Kuşcağız seninde mi gönlün hürriyete susamış
O ufak cüsseye sığmaz ne bu uzun feryat
İnsanoğlu, seni hoş sesin için kor kafese
Sus ki, özgürlüğe susarsan var, varsa ümit “
                                     ***
“Gayreti bırakıp zevk eğlenceye daldık
Şu çalışma ilmini heves deryasına saldık
Milletin cebinde ne varsa tamamen çaldık
Sonunda hak ne yaman çukurda kaldık
Duyan, anlayan yok, başa püsküllü belalar aldık
Yazık gökleri tutan, ünümüze şanımıza
Kâfir bile ağlar, bizim hâl perişanlığımıza”
 
Bu arada serkeş bir yaşam tarzıyla her akşam içmektedir. Genellikle beş parasız sokaklarda derbeder, aç  gezmektedir. Yaşadığı trajik-komik bir hikaye ile de ayrıca meşhur olmuştur:
 
Şair Adanalı Ziya İstanbul'da meteliksiz kalmıştı. Karnı açlıktan zil çalarak Sirkeci'de gezip duruyor ve bir tanıdığına rastlamaya çalışıyordu. Bir kebapçının önünden geçerken içerde tepeleme yığılmış kebapları görünce içi dayanamayarak dükkana daldı, iki-üç tabak yuvarladı, karnı doyduktan sonra aşçıya :
-Ahbap dedi. Ciğerlerini yedim ama cebimde tek bir metelik yok. Nasıl olsa beni döveceksin haydi birkaç tokat vur da gideyim bari.
Aşçı:
- Yooo !Yağma yok. Şimdi mutfağa gider üç gün üç gece bulaşık yıkarsın, ödeşiriz.
Bunu işiten şairde şafak attı. Şöyle bir kafasını zorlayınca civardaki otellerden birinde bir arkadaşının oturmakta olduğunu hatırladı. Hemen arkadaşına bu beyiti yazarak yolladı:
 
“DAĞLADI AŞÇI DİLİYLE CİĞERİM YÂRESİNİ
CİĞERİM PARESİ,GEL VER CİĞERİN PARESİNİ”  (PARE:1. PARÇA,2.PARA)
Şiir otele gitti. Arkadaşı ve para geldi. Şair Ziya da bulaşıkçılıktan kurtuldu.
Ciğer davasından bu şekilde kurtulan Şair Adanalı Ziya her olayda bu kadar talihli olamadı. İçkili olduğu bir gün taşlamalarından birisini yolda karşılaştığı Serasker’in yüzüne karşı söyler. Derhal tutuklanıp hapse atılır. Dostları onu kurtarmak için “deli “ olduğunu söylerler ve bunun üzerine bu sefer de tımarhaneye atılır. Ancak orada da taşlamalarını sürdürünce ve deli olmadığı anlaşılınca Fizan’a sürülür. Ziya bir yolunu bularak 1894 Mısır’a kaçar. Sadrazam Ahmet Cevad Paşa’ya sunduğu bir arzuhal(dilekçe)üzerine affedilir ve 1895 yılında Afyon Vakıflar Müdürü olarak atanır. Yıllarca sürgün ve bir tımarhane macerası yaşayan Ziya burada aradığı sevgi ve şefkat ortamını bulur ölünceye kadar da ayrılmaz. 1910 yılında Bursa Vakıflar Müdürlüğü Başkatipliğine tayin edilmişse de o gitmemiş ve emekliliğini isteyerek Afyon’da kalmıştır. 26 Ağustos 1932 yılında vefat edene kadar 73 yıllık yaşamının 37 yılını  burada geçiren şair, Tayyare Şehitliğinde yakın dostu olan Çizmecioğlu  Vehbi’nin yanına gömülmeyi ve mezar taşına şu kitabenin yazılmasını vasiyet etmiştir:
 
“Femi şikayete açsam, lehimi gam saçılır,
Dokunmayın bana, ben bir garip gamzedeyim.
Ben için öldü diyorlarsa çok mudur yâran,
Belayı hicr ile her gün ölüp dirilmedeyim.”
(Fem: Ağız, Lehm: Et, Yâran: Dostlar, Hicr: Ayrılık)
 
Şair Adanalı Ziya edebi gücünü, ününü pazara çıkarmayan ve sanatın simsarlığından yararlanmayan bir şairdir. Üzücü bir şekilde o yaratıcı gücünü derbeder yaşayışından dolayı dar bir çevre içerisinde hapsetmiştir.  Şiirlerinde  başlıca üç tema vardır, öncelikle vatan ve özgürlük, sonra aşk, üçüncüsü de yaşam felsefesidir. Şiirlerinde vezinlerinin  ve kafiyelerinin uyumuna  titizlikle dikkat ederdi. Sözcüklerin ahengine dikkat etmekten özel bir zevk alırdı. Gazel tarzındaki şiirleri üslûp ve incelikli hayaller içermesi bakımından yaşadığı yılların edebiyat otoriteleri tarafından takdir edilmiştir. Ünlü şair Süleyman Nazif, O’nun için “Hamid’den sonra en derin şairimizdir” demiştir. Eserlerini Evrâk-ı Hazan isimli bir kitapta toplamak istemişse de bu hayalini gerçekleştirememiştir. Şiirlerinin bir kısmı öldükten sonra Afyon Halkevi tarafından çıkarılan Taşpınar Dergisi’nde yayınlanmıştır. Şiirlerinden ve gazellerinden bazılarını sizlerle paylaşıyorum:
 
ZÜĞÜRTLÜK  ŞARKISI
Kokozluktan işim bitti, bitim kanlanmadı gitti,
Tırıklık canıma yetti, bitim kanlanmadı gitti.
Benim mecnun, para leylâ, işim her yerde vâveylâ,
Kuruttu kanımı halâ, bitim kanlanmadı gitti.
Vefasız şansım haylaz, kazancım hep lodos, poyraz,
Nedir bu çektiğim kış-yaz, Bitim kanlanmadı gitti.
Irağım konferanslardan, hele civcivli danslardan,
Nasibim yok avanslardan, bitim kanlanmadı gitti.
(Kokoz: Parasız-Züğürt, Vâveylâ: Feryat-Yaygara)
 
GAZEL
Bilmem niye âşıkan utansın,
Bîgâne-i âşk olan utansın.
Bir hâsılı yok zemine düştüm,
Elden ne gelir zamân utansın.
Hâk üzre kalış ziyâ-yı mihre ,
Bir zül ise âsuman utansın.
Râz-ı dili kim ederdi ifşâ,
Ey mihr-i emel figân utansın.
Sevmekle seni utan diyorsun,
Sevmekse suçum cihan utansın.
Dildâdene levm eder şu bi'dil, 
Gel şöyle görün eman utansın
Ruhsar-ı Ziya, ne gül gül oldu, 
Sen söyle o meh heman utansın.
(Bigâne: Yabancı, Hâsıl: Netice, Mihr: Güneş, Zül: Horluk-Alçalma, Âsuman: Gök-Melek, Râz: Sır, İfşa: Açıklamak, Figân: Haykırma-Feryat, Dildâde: Aşık, Levm: Kınama, Bi’dil: Gönülsüz, Eman: Aman, Ruhsar: Yanak-Yüz, Meh: Ay-Kamer, Heman: Çabucak-Derhal )
 
TEVHİT
Olmuyorken şöyle bir mâmure’de bak şah iki
Ya nasıl iklimi hilkatte olur Allah iki
Tek görür ahvel değilse yok şuhudunda hilaf
Olsa da insanda dÎde ey dil âgâh iki
Yolların pâyanı yok nüzhet sarayı vahdete
Ben bu yoldan, sen şu yoldan, varsın olsun rah iki
Cephe-i nevvarı yarın tâb vermiş ruhlara
Âfitab-ı hüsnü seyrettim güneş bir mah iki
Kasr-ı cennet olsa zevk almam tekellüften Ziyâ
Mahfili ülfette e bir ben bir ol dilgâh iki
(Mâmure: Mamur yer-Şehir, Hilkat: Yaratılış, Ahvel: Şaşı, Şuhud: Tanıklık, Hilaf: Ters-Aykırı, Dîde: Göz, Âgâh: Haberdar, Pâyan: Son, Nüzhet: Eğlence-Neşe, Vahdet:Birlik, Rah: Şarap, Nevvar: Çok Nurlu, Tâb: Güç-Kuvvet, Âfitab: Dilber-Güneş,Hüsn: Güzel, Mah: Ay-Kamer, Kasr: Köşk,Tekellüf: Gösteriş, Ziyâ: Işık , Mahfil: Toplanma yeri ,Ülfet: Alışma-Kaynaşma, Dilgâh: Gönül Yeri)
 
Yararlanılan Kaynaklar:
*Afyonkarahisar’lı  Şairler, Yazarlar, Hattatlar- İrfan Ünver Nasrattınoğlu, İpek Matbaası, 1971
*Güldüren Edebiyat-Metin Barak, Kaynak Yayınları, 2015
*Ali Münif Bey’in Hâtıraları-Taha Toros, İsis Yayınevi, 1996
*Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, 1981
*Son Asır Türk Şairleri-İbnülemin Mahmud Kemal İnal, MEB, 1969
* Adanalı Ziya- Afyon Türkeli Gazetesi, Galip Leblebicioğlu, 27 kasım 2014
*Hattat Abdullah Gün-Bilmem Niye Aşıkân Utansın, www.kalemguzeli.org
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 




Sayı 33 (Temmuz - Ağustos 2016)

Bu yazı 14148 defa okundu.