Sivil Festivaller Umudu


Karnaval, bayram, şölen, gösteri, şenlik veya geçitler dizisi olarak tanımlanan festivaller; dönemi, kutlanma şekli, yapıldığı yer, katılımcıların sayısı veya niteliği bakımından belli bir program dâhilinde tertiplenmiş ve özel önemi olan gösterilerin bütünüdür. Duygu, düşünce, tasarı veya bir güzelliğin anlatımında kullanılan üstün yaratıcı yöntemlerin bir bütünü olarak tanımlanan sanat ise festivallerin kuşkusuz en önemli yönünü oluşturmakta. Festivaller, aynı zamanda önemli ekonomik işlevlere de sahip. Çeşitli sanat ve kültürel gösterilerin yapılması, ulaşım-konaklama, yiyecek-içecek, kıyafet ve hediyelik eşya pazarı gibi birçok bileşeni bu etkinliklere ekonomik bir boyut kazandırıyor.

Film festivali veya film festivalleri, genellikle bir veya daha fazla yerdeki sinemalarda gösterilen uzun metrajlı filmlerin görüntülenmesi amacıyla yapılan organizasyonlardır. Film festivallerine tüm halka açık film gösterimleri ekleyerek filmlerin tanıtımları da yapılır.

Kentimizin de çoklukla gurur duyduğu bir Film Festivali var malumuz arada bir aksasa da uzun süredir yapılan. Büyük bir değer hem Türk Sineması için hem de Adana için.

Bu yıl Eylül ayında Altın Koza Film Festivali’nin 22’incisi gerçekleşti. Aslında festival gitti, geri geldi desek yeridir. Çünkü ülkemizde yaşanan korkunç trajediler ve verdiğimiz kayıplar sebebiyle iptali ya da ertelenmesi konuşuldu once. Sonra, nispeten daha makul bir çözüm bulunuldu; açılış, kapanış ve ödül törenleri ile konser benzeri digger etkinlikleri iptal ederek, yarışma filmlerinin sadece Jüri tarafından izlenilmesi kararı alındı. Festivalin iptal edilmemesi güzel; çünkü sanat her zaman eğlence aracı değildir. Hele ki sinema sanatı, görsel, işitsel sanat ile edebiyatı birleştirecek bir güce sahip olduğu için felaket zamanlarında ile ihmal edilmemesi gereken bir olgudur. Zira tarihin akışını değiştiren filmler bu sanatın ürünüdür.

Sanat birleştirici bir güçtür, inanılmaz bir ifade biçimidir aynı zamanda. Hele ki ana hedefi huzuru bozmak, toplum üzerinde infial ve korku yaratmak olan teröre karşı verilebilecek en güzel mesajlardan biridir. “Bak biz senden korkmuyoruz, kol kola normal hayatımızı sürdürüyoruz, bu yöntemle bizi sindiremezsin” demektir.

Altın Koza iptal edilmedi edilmemesine ama yarışma filmlerinin sadece jüriye açık gösterilmesi kararı, halkın bu izlenceden yararlanamaması yukarıda yazdığımız duruşa gölge düşürdü zannımca. Öncelikle izleyicisiyle buluşmayan film çok anlamlı değil ki hiç kimse filmini bir avuç jüri üyesi için üretmiyor. Bu hem sinemaseverler hem de filmin emektarları için oldukça manasız ve üzücü bir uygulama.

Açılış – Kapanış törenlerinin ve özellikle konser kısımlarının iptal edilmesi oldukça yerinde. Ama filmleri sadece jüri izleyecek demek, festivali yapmamak ile eşdeğer zannımca. Laf olsun diye yapılacak bir festivalin hiç yapılmaması daha doğru.

Gelgelelim her yıl yapılan ‘şarkılı-türkülü’ kısmına… Müzik olanı da vardır, eğlencelik olanı da. Keza sinemanın da. ‘Eğlencelik’ derken komedi filmlerini kast etmiyorum; kolay tüketime uygun, içeriği boş ve sadece vakit geçirmeye yönelik olanlarını kast ediyorum elbet. Sinemanın sanatsal olmayan eğlencelik ürünlerini festival yollamaz kimse. Yollasa bile festival komitesi tarafından reddedilir. Olması gereken de budur.

Fakat olayı ‘Film Yarışması’nın ötesine taşıyıp, festival haline getiren unsurlardan birisi olan konserlere gelince aynı özeni göremiyoruz. Sanatsal bir olaya hiç yakışmayacak pop ve arabesk şarkıcıların konserleri, ‘Altın Koza Film Festivali’nin eğlence bölümünü oluşturuyor her zaman. Oysa bu ülkede son derece büyük müzik sanatçıları yaşıyor. Fazıl Say, Vedat Sakman, Cahit Berkay, Timur Selçuk, Özdemir Erdoğan ilk anda aklıma gelenler mesela. Bir film festivali yapıp da bu ülkedeki sayısız filmin müziğini yapmış Cahit Berkay’ı çağırmak aklınıza gelmiyor, onun yerine üçüncü sınıf pop ve arabesk şarkıcılara dudak uçuklatan paralar ödüyorsanız, yaptığınız işi ciddi bir biçimde sorgulamanız gerekiyor.

Tabii ki bunun altında yatan zihniyet tamamen populizm. “Festivalin konser bölümü çok kalabalık olsun ki bakan herkes ‘vay be, ne organizasyon yapmış’ desinler” isimli kolaycı zihniyet. Ülkemde hep yanlış anlaşılan arz-talep dengesinin bir tezahürü daha. Talebin arz üzerinde en ciddi belirleyici olduğunu bilememenin bir sonucu. “Halk bunu ister” ucuzculuğu. Peki nerede kaldı sanatın amaçlarından birisi olan ‘kaliteyi ve bilinci yükseltme’ misyonu?.. Sen çağır gerçek anlamda sanat yapan müzisyeni; zaten ücretsiz sunduğun konserler dolup taşar, merak etme! Alıştır halkı müziğin iyisine, bu yıl gelmezse gelecek yıl gelir. Tut ki konsere 5 bin kişi değil de 2 bin kişi geldi; bu senin festivalini kötü mü yapar?

Gelgelelim bunun altında yatan sebebe; Ülkemizde birden çok film festivali var ve (bildiğim kadarıyla) birisi hariç hepsi yerel yönetimlerce yapılıyor. İşte olayın çivisi buradan çıkıyor. Çünkü olayın muhatabı siyasetçi. Ve ne yazık ki kültür düzeyi yüksek, gerçek sanat tüketicisi siyasetçi ve bürokrat portresi bizde fazla rastlanılan bir olgu değil. Çünkü siyasi sistemimiz de kalite ve bilinç üzerine değil, maddi olanaklar ve çevre üzerine kurulu.

Yerel yönetimler festival işlerini yapacak bir örgütlenme oluşturuyorlar. Bu örgütte bu işlerden anlayan birileri olduğu da muhakkak, herkesin hakkını yemeyelim. Ama büyük kısmı da yine ‘ahbap çavuş’ veyahut siyasi ilişkilere dayanıyor. Bazı örgütlenmelere öyle isimler atanıyor ki duyunca gülsün mü ağlasın mı bilemiyor insan. Daha kötüsü en tepelerinde Demokles’in kılıcı misali bir siyasetçi ve/veya bürokrat var ki her şeyin ‘göze batan, dikkat çene, popüler’ olması gerektiği hissiyatını eksiltmiyor. Dolayısıyla işten anlayan bir iki eleman film işini kotarırken festivalin diğer unsurları; özellikle müzikal kısmı populizme kurban gidiyor.

Sanat, her şeyden önce her türlü otoriteye bir karşı duruştur. İktidar kim olursa olsun, sanat muhaliftir. Özü muhalif olan sanatı siyasi ve bürokratik yönetime teslim ederseniz varılacak nokta da kaçınılmaz olarak burasıdır.

Peki çözüm nedir? Aslında teknik olarak çok basit; Festivallerin sivilleşmesi. Teknik olarak basit ama maddi olarak oldukça zor elbet. Bunu başarabilen tek kurum İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı. Nicedir İstanbul Film Festivalini başarıyla düzenliyor. Ama onun dışındaki tüm film festivallerimiz ne yazık ki siyasi ve bürokratik erk altında.

Kentimizin en büyük talihsizliği her zaman altını çizdiğimiz gibi Adanalılar tarafından sahiplenilmemesi. Oysa oldukça büyük sermayeler ve kuruluşlar barındırıyor bünyesinde. Gönül isterdi ki bunlar bir güç birliği yapsa, İKSV misali bir vakıf kursalar, bu kurumda da Adana sanatına yön veren insanları görevlendirseler, kentimiz olması gerektiği gibi film ve müzik festivallerine kavuşur. Bu kadar çok sanatçı, hele ki sinemacı çıkaran kentin sanatı destekleyecek sermaye bulamaması, üretememesi gerçekten ironiktir.

Ha sanmayın ki tipik yerel gazeteci ukalalığıyla “buadan yetkililere sesleniyorum” falan diyeceğim; seslensek ne olacak ki!.. Sadece umuyoruz işte. Bir gün Adana’ya da sahip çıkan, bu kentin sahip olduğu olanakları en iyi şekilde değerlendirecek, turiztik ve tarihi yönünü tanıtacak, ama en önemlisi culture ve sanata katkısını dünyaya duyuracak birileri çıksın diye. Bu kentte yaşayıp, ekmeğini yiyen birileri vefa borcu olarak bir vakıf kursun ve sanatsal, kültürel işlere güç versinler diye. Bunu yapmanın orta ve uzun vadede hem kendilerine, hem kurumlarına, daha da önemlisi çocuklarına ve torunlarına yapacakları katkıyı fark edebilsinler diye…




Sayı 29 (Kasım - Aralık 2015)

Bu yazı 4308 defa okundu.