Sıradışı Bir Bilim Adamının Öyküsü; MUSTAFA İNAN

“Türkiye Bilimsel Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu, 9 Ağustos gün ve 134 sayılı toplantısında Profesör Doktor Mustafa İnan’a;İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 1944’lerde başlayıp, 1967’de vefatına kadar tatbiki mekanik dalındaki bilimsel çalışmaları, eşsiz hocalığı ve çok sayıda araştırıcı ve bilim adamı yetiştirmek suretiyle, modern anlamda bir EKOL kurmuş olmasını dikkate alarak 1971 yılı Hizmet Ödülü’nün verilmesini kararlaştırmıştır”

 

TÜBİTAK ölümünün üstünden 4 yıl geçtikten sonra, Mustafa İnan’a “Bilim Hizmet Ödülü”nü yukarıdaki gerekçelerle verdi. Ödülü eşi, Side Harabeleri’ni ortaya çıkaran efsanevi arkeolog Prof. Dr. Jale İnan ve oğlu Hüseyin İnan aldı.
Tubitak aynı zamanda diğer bilim insanlarına ışık tutması için onun yaşamını anlatan bir biyografik eser de yayınlamaya karar verdi. “Başka bilim insanlarına ışık tutmak” deyimi, onun sıra dışı bilimci kimliğini biraz ortaya koymakla beraber, Mustafa İnan’ın bilim dünyası için niye önemli biri olduğunu ayrıca araştırmak istedik. EKOL yaratmış olmak deyimi ile ifade edilen o kişiliği sizlerle paylaşmayı bu yüzden arzuladık.

 

PROF.DR._MUSTAFA_NANBEN MUSTAFA İNAN… ADANA’DA DÜNYAYA GELDİM…

 

Tabi ki Mustafa İnan’ın Altınşehir Adana dergisinde konu edilmesinin ana nedeni bilimci kişiliği ve bildiğini herkese aktaran okulcu, yani öğretmen yanıdır. Ama doktora tezinde kendisinin yazdığı şu cümlelere baktığımızda başka nedenler de bulmak mümkündür;
“Ben Mustafa İnan, Hüseyin ve Rabia’nın oğlu olarak 2 Nisan 1911’de Adana- Türkiye’de dünyaya geldim.”
Anlaşılacağı gibi Mustafa İnan Adanalı aynı zamanda… Okurlarımızdan birisi çıkıp, birinin Adana’da doğmuş olması, hakkında yazı yazılması için ne kadar geçerli bir gerekçe olabilir diye sorabilir. Ama Adanalı kimliği, onun tüm bilimci ve okulcu yaşamında hissedilebiliyorsa, kurmuş olduğu ekolün özelliklerinden bazıları kentimizden esinlenmiş ise, Mustafa İnan’ı anlatırken Adanalılığı da önemli hale gelebilir.
Çok sayıda dil bilen, dil öğrenme konusunda özel bir yeteneğe sahip olan Mustafa İnan’ın, öldüğü güne kadar Türkçeyi, “gelek, gidek” tarzı Adana lehçesiyle konuşmaya dikkat etmesi, bu kentsel esinlenmenin işareti sayılmalı bizce…

 

FAKİR… SOLUK BENİZLİ… UFAK TEFEK…

 

Adana’da doğup, şimdi kültür merkezi olarak kullanılan ve Tarihi Kız Lisesi Binası olarak bilinen yerde liseyi okuyan Mustafa İnan ekonomik olarak zor bir çocukluk geçirmiş. İnan’ın zorlukları sadece ekonomik değilmiş çocukluğunda… Aynı zamanda sağlık sorunları da olan, cılız, soluk benizli, ufak tefek bir çocukmuş. Hatta bir keresinde gece uykulu iken damdan düşerek, hastanede yatmak zorunda da kalmış.
Ama kendisi bu beyin üzerine düşmeyi, olumsuz değil, “Aklımı yerine getiren olay” diye yorumluyor.

 

AKLININ YERİNE GELMESİ

 

Tabi ki bu deyim; çok az kişide görülebilen parlak bir zeka ile günümüz bilgisayarları ile yarışabilecek yüksek bir hafızanın mütevazı ifadesi sadece. Bir de buna matematik yeteneğini eklemelisiniz. Bu yeteneğinin daha lisede okurken matematik kitabı yazmaya ulaşacak kadar yüksek olması ise şaşırtıcı.
Öyle bir yetenek ki; öğretmenleri daha o yıllarda dersi kendileri anlatmaz, Mustafa’ya anlattırırlarmış. Çünkü arkadaşları onun anlatmasından daha iyi anlarlarmış. Üstelik sadece kendi sınıfına değil, üst sınıflara da ders anlatırmış. Onu tanıyan herkes ondan, biz çok ders kitabı okuduğunu zannederdik, ama o derslere neredeyse hiç çalışmaz, beline soktuğu kıvrılmış bir defterle okula gelip, giderdi diye bahsediyorlar. Hatta hiç ders çalıştığını görmediği için, babası bu çocuk adam olmaz kanısına bile kapılmış, bir ara…

 

BİLGİ SINIF GEÇMEK İÇİN DEĞİL, YAŞAMAK İÇİN LAZIM…

 

Ama onun asıl özelliği, problemlerin çözümünü ezberleyerek değil, kendine özgü akılcı çözümler üreterek sağlaması ve bunu bilimci evreninin merkezine oturtması olsa gerek… Örneğin o, bir matematik öğrencisinin ödev olarak verilen bir eğriyi çizmesinin amaç olmadığını, asıl bu eğriyi çizmekle nasıl bir yarar sağlayacağını öğrenmesinin önemli olduğunu savunmuştur. Bu yüzden lisede okurken arkadaşlarının sadece sınıf geçmek için ders çalışmalarını anlayamamış, toplanan bilginin yaşamı kolaylaştırması gerektiğini savunmuştur;
“Matematiği birtakım yorucu ve uzun işlemlerden ibaret gördüğünüz için bilim size çekici gelmiyor.(…)Sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanızın tek amacı sınıf geçmek olur”

 

MUSTAFA İNAN EKOLÜ

 

Bilime ve matematiğe bu bakış açısını geliştirerek, tüm öğretmenlik yaşantısının şiarı haline getirip, yetiştirdikleri yeni bilim insanlarına da bunu aşıladığı için, kendine özgü bir EKOL yaratan İnan; Adana Lisesi’ni bitirdikten sonra leyli meccani, yani parasızMUSTAFA_NAN_NVERSTE_CBBESYLE yatılı olarak mühendis mektebine yazıldı.
Mustafa aynı yıllarda sanata da ilgi duymaya başlamış, tiyatro, daha çok da edebiyat yaşamının bir parçası haline gelmişti. Daha lise yıllarından beri de ney üflemeye, Yunus Emre, Mevlana gibi filozofları incelemeye başlamıştı bile… O, evrenin düzeninde var olduğunu düşündüğü matematiği bu dahilerin eserlerinde görüp, onları daha o zamandan itibaren sevmişti.
Mustafa İnan; Mühendis okulunda da hemen kendini gösterdi. Hocası Kerim Erim daha 3. Sınıftayken onu asistanı ilan etmişti. Zaten kısa bir süre sonra da, hocanın doçenti olacaktı.

 

TÜRKİYE’NİN İLK DOKTORASI

 

Okul bitince Zürih’e doktora yapmaya gitti. Ama burada, yaşanan bir ilki de aktarmamız lazım. Bu doktora çalışması, bir Türk bilim insanının yurtdışındaki ilk doktora çalışmasıdır. Yani Türk bilim tarihine geçmiş bir durumdan bahsetmekteyiz. (Aynı zamanda Türk üniversitelerinde doktora öğrencisi alıp, ilk kez doktora diploması veren öğretmen de Mustafa İnan’dır.)
Ülkenin ilk doktorası sayılan bu tez ise, yukarıda da bahsettiğimiz gibi;
“Ben Mustafa İnan, Hüseyin ve Rabia’nın oğlu olarak 2 Nisan 1911’de Adana- Türkiye’de dünyaya geldim.” cümlesi ile başlar. Bir ilki temsil eden tezin ilk cümlesinde yer almalarından, Hüseyin, Rabia ve Adana üçlemesinin; Mustafa İnan için ne kadar önemli olduğunu anlarız. O,yaşamı boyunca önem verdiği bu değerlerle ilgili bir çok kez görüş ifade etmiştir;
“Bugün bile aranızda konuşurken şivemle alay ediyorsunuz, yani köyde yetiştim.(Burada köy olarak bahsettiği Adana’dır, zannederiz köy kelimesini taşra anlamında kullanılmıştır-yazarın notu)Dört yaşımda damdan düştüm. On sekiz yaşımdaydım babamı kaybettim. Zavallı babam kangren olmuştu ve damdan düşen oğlunun adam olamayacağına inanmıştı ve adam olduğunu göremeden ölmüştü.”

 

EN GENÇ DEKAN VE EN GENÇ REKTÖR

 

M.NAN_BR_KONUMA_SIRASINDA1954 yılı Haziran ayında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanlığına, sadece 43 yaşındayken seçildi. Arkasından 1957 yılında ise 46 yaşındayken rektör olmuştu.
Yaşamının bir parçası haline getirdiği ekolünü artık okulun prensibi haline getirecekti;
“Düşünmek sanatı mükteseptir, yani sonradan öğrenilir.(…)Bu yüzden okullarda matematik, fizik, kimya uygulamalarının yanında, düşünme egzersizleri de yapılmalıdır.(…) Hayatta dahi bir problemi çözmenin bize öğretilmiş uzun yollarını denemek yerine, yeni daha basit yollar bulmak güzeldir, ‘Elegant’dır.”
Ona göre; Aklın yanına “hikmet” denilen, yüksek bilgi kabiliyetine de yer vermek lazımdır. Hikmet; bu alemin olaylarına, onun üstüne çıkarak mütevazı bir şekilde bakmak, aralarındaki iç ahengi sezmek, aşk ile realitenin derinliğine nüfus etmektir.
Mustafa İnan’ın “Elegant” demekle de bir sanatsal güzellikten bahsettiği açıktır. O açıkça düşünmeyi sanat gibi gören ve bu sanatı bilimin başköşesine oturtan ekolünü, okulun da ekolü yaparak, İTÜ’yü yüksek zirvelere taşımıştır.

 

TÜBİTAK

 

Mustafa İnan; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu’nun da fikir babaları ve kurucuları arasındadır. TÜBİTAK’ın hala bilimsel nosyonundan bir şey kaybetmemesini, kuruluşunu oluşturan düşünce silsilesinin gücüne bağlamak yanlış olmaz. Bu silsilenin içinde o zamanların taşrası Adana’nın etkisi ise muhakkak vardır. Çünkü kurucularından ikisi de, Prof. Dr. Mustafa İnan ve Prof. Dr. Cahit Arf (günümüz on liralık banknotlarının üzerinde resmi olan büyük matematikçi, geçen sayı konu ettiğimiz Ertuğrul Arf’ın ağabeyi) bu kentin suyunu içmişlerdir.

 

VEFAT

 

Hemşerimizin hep sağlıksız sürdürdüğü ömrü, 5 ağustos 1967 tarihinde, Almanya’nın Freiburg kentinde özel bir hastanede tedavi gördüğü sırada sona erdi. Geriye ise; hastaneye ödenmeden cenazenin verilmeyeceği talimatıyla, bir sürü borç faturası kaldı.
Eşi Jale İnan’ın oğlu Hüseyin’i doğurmak için yattığı hastaneye de borç bıraktıkları için, Jale Hanım duruma alışıktı ve borç alarak sorunu çözdü…
“Bugüne kadar bütün hayatım boyunca geçim sıkıntısı çektim sayılır. Borçtan çok korktuğum halde gün geldi asistanlarımdan bile borç aldım, bugünde borçluyum” diyerek ölen Prof. Dr. Mustafa İnan için, yine Adanalı olan, başka bir önemli bilim insanı Cahit Arf bakın ne demekte;
“İnsanlar mutluluklarını sınırsızlık, ölümsüzlük duygusunda ararlar. Maddesel olarak ölümsüz olabileceklerine kendilerini inandıramadıkları için de kimileri çocuklarına kendilerinin devamı gözüyle bakmak eğilimindedirler, kimileri ise toplumda bırakacaklarını umdukları anılarla bir bakıma ölümsüzlük duygusuna erişebilirler.(…)Mustafa İnan’ın (…)yaşamı sırasında bu ikinci tür mutluluğa erişebildiğini sanıyorum.”
Mustafa İnan yaşarken yaptıklarıyla, zaten ölümsüzler arasına katılmıştı. Ölümü sırasında bahsedilen borca gelince; bahsedilebilen tek borç, ülkemizin ona olan borcundan başka bir şey olamaz.Bu borcu ödemenin tek yolu da onun  yerleştirmek için uğraştığı ekolü yaşatmaktan geçer.

 

 

Kaynak; Bir Bilim Adamının Romanı-Oğuz Atay




Sayı 16 (Eylül - Ekim) 2013

Bu yazı 8029 defa okundu.