SATSNEFERU’NUN ADANA’YA SELAMI VAR

Kulağımda Rafet El Roman’ın “Aaa Memo! Burası New York Amerika” melodisi ile indiğim uçaktan, Kristof Kolomb edasıyla selamladım Amerika’yı bir kez daha keşfedercesine.

Aslına bakılacak olursa gidişimin nedeni bir nevi keşifti. Mesleğim gereği adını sık sık duyduğum müzeleri görme şansım olacaktı.

Havaalanında arkadaşlarımı beklerken sabırsızlığıma yenik düşerek etraftan toplamış olduğum müze, sanat galerisi broşürlerinden kendime bir liste oluşturdum.

Eve vardığımızda, arkadaşlarım “Hangi müzelere gitmek istersin?” dediklerinde bir padişahın fermanı uzunluğundaki listemi cebimden çıkararak onlara bir bir sıraladım.

Hatırlarsınız, 13 Kare Sanat Festivali kapsamında kentimiz için çok önemli bir sosyal sorumluluk projesine imza atarak, “Heykelimizi Geri İstiyoruz” demiştik. Bunun için festival haftası boyunca açılan tüm sergi salonlarına imza föyü koyulmasını sağlayarak Adanalılar’dan destek istemiştik. Kentini seven her duyarlı vatandaşın yapacağı gibi, çok sayıda insan desteğini vererek hatırı sayılır imza desteği toplamamıza yardımcı olmuştu.

Bu sebeple benim önceliğim de; New York Metropolitan Müzesi’ydi. Çünkü orada beni bekleyen bir kadın vardı.

 

Adı: Satsneferu

 

IMG_1685

Devasa büyüklükte olan Metropolitan Müzesi’ni görür görmez, hemen gözlerimde arkeoloji okuduğum yıllar belirdi. İçerde kimler yoktu ki, Asur kralı Asurbanipal’dan tutun da, Lagaş Kralı Gudea’ya kadar birçok önemli isim. Ve ben bir an, sanki hepsi benim akrabammış da onları ziyarete gelmişim gibi hissettim. Ellerim boş ama yüreğim sevgi dolu gelmiştim bu ziyarete ama sanrım bu da yeterliydi. Onları hemen görmek istiyordum ama öncelik, beni Adana’dan New York’a 10 saatlik bir yolculuk serüvenine sürükleyen mucizevî kadın Satsneferu’nundu.

 

Kulağına, kendisini Adana’ya götürmek istediğimizi fısıldadım

 

Mısır bölümünde yer alan Satsneferu’nun yanına yaklaşır yaklaşmaz kendisine Adana’dan geldiğimi söyledim. Anlatacağım o kadar çok şey vardı ki hangisinden başlayacağımı bilemeden konuya girdim ve kendisini ait olduğu topraklara yani Adana’ya götürebilmek için imza kampanyası yürüttüğümüzü kulağına usulca fısıldadım. Sanki duymuş gibi yüzünde hafif bir gülümse hissettim. Öyle güzel duruyordu ki, insan bakmaya doyamıyordu. Hemen fotoğraflarını çekmek için makinama sarıldım; önden, sağdan, soldan fotoğraflarını çekmeye koyuldum. Sonra usulca birlikte fotoğraf çekilip çekilemeyeceğimizi sordum. Yanıtının evet olduğunu düşünerek birlikte poz verdik. Uzun uzun bakışıyorduk ki arkadaşlarımın sesi ile irkildim ve ayrılma zamanının geldiğini anladım. Vedalaşırken yakın zamanda tekrar görüşmek üzere diyerek, üzüntüyle yanından ayrıldım.

Tabiî bu O’ndan son ayrılışım olmadı. Müze öyle büyüktü ki, tam dört kez ziyaret ederek farklı bölümlerini gezebildim. Her seferinde Satsneferu’ya uğramayı ihmal etmedim. Böylece farklı zamanlarda tekrar tekrar gördüm ve birkaç kez vedalaştım bu özel kadınla. Mutluluk verdi ruhuma…

 

İçimdeki Çocuk da benimle birlikte Müze’leri gezdi

 

Görmek istediğim daha birçok müze ve sanat galerisi vardı. Ancak arkadaşlarımın benimle aynı fikirde olmadıklarını fark edince macerama tek başıma devam etmek durumunda kaldım.

Amerika’nın müzecilik konusunda çok çok ileride olmasının sebebini kendi kendime sorduğum bir vakitte karşıma New York Historical Society Museum çıkmıştı. Müzede çocuklar için ayrılmış bir alanın olduğunu öğrendiğimde sorumun cevabını aldığımıIMG_3529
düşünmüştüm. Müzeyi gezdiğimde sorumun cevabını gözlerimle de görme şansım oldu. Müzede gerçekten çocuklar için özel bir bölüm var ve bu alan onların ilgisini çekecek cinsten zengin materyallerle hazırlanmış. Ülkemizde çocuklar için aktiviteler yapılıyor olsa da oradaki faaliyetlerin çeşitliliği ve renkliliği beni etkiledi.

Çocukların erken yaşlarda, kütüphane ve müzelerde hatta sanat galerilerinde vakit geçirmelerini sağlamanın, onlara kısa yoldan ve keyif alabilecekleri bir şekilde sanat eğitimi vermenin bir yolu olduğunu düşünüyorum.

Amerika’da farklı konseptlerde hazırlanan müzelerde çocuklara ayrılmış alanlar oluşturulmuş; bu da onlara kendi tarihlerini tanımalarında ve dünyada olup bitenleri kolayca anlamalarında kolaylık sağlıyor. En azından benim gözlemim bu yönde.

Düşünün bir kere, Almanlar’ın Yahudiler’e yapmış olduğu soykırımın anlatıldığı Washington’daki Holocaust Museum’da bile çocuklar için ayrı bir alan oluşturulmuş. Çocuk dünyasının anlayamayacağı kadar ağır;  insanlarda derin yaralar bırakan bir olayın anlatıldığı bu müzede çocuklara bu bilgiyi vermenin yolu aranmış ve kasvetli bir anlatım yerine farklı bir yol seçilmiş.

cocukÖrneğin; o dönemin Almanya’sında yaşayan zengin bir ailenin çocuğunun yaşadıkları anlatılarak soykırım hakkında çocuklara bilgiler veriliyor. Müzenin bir bölümünde bir ev var ve bu evin her odası ayrı ayrı dizayn edilmiş. Bu ev, çocuğun soykırım öncesindeki yaşantısı hakkında bilgi verirken, diğer yandan daha sonraki zamanlarda nasıl sıkıntılar çektiğini yine çocukların anlayacağı bir sergilemeyle görmenizi sağlıyor.

Oradaki ailelerin, gelişim çağındaki çocukları ile fazlasıyla ilgili olduklarını müze gezilerimde görmüş oldum. Tabiî ki bunda gerek müzelerin gerek kütüphanelerin çocukların ilgi ve beğenisini çekecek alanlar oluşturmasının payı büyük. Ailelerin desteği ile ilgili kurum ve kuruluşların çalışmalarıyla bilinçli gençlerin yetişmesi sağlanıyor. Müze gezilerimin birinde 5–6 yaşlarındaki bir kız çocuğunun, annesi ile birlikte Monet’in tablosuna bakarak resim yaptığını görmem bu düşüncemi daha da güçlendirdi.

Çocukların daha küçük yaşlarda kütüphaneleri, müzeleri sevmelerinde gerek ailelerin gerek kurumların göstermiş oldukları çabaları görmek sanat ile uğraşan birisi olarak beni çok etkiledi. Ben ise; hazırlanan müzelerin, kütüphanelerin kısacası tüm sanat mekânlarının çocukların ilgi ve beğenisine göre hazırlanması gerektiği dersini bir kez daha almış oldum. Bu konuda özellikle eğitim camiasının ve ebeveynlerin duyarlılık göstererek bizlere yardımcı olmasını bekliyorum.




Sayı 13 (Mart - Nisan 2013)

Bu yazı 4897 defa okundu.