Kur’an, Varlık, İnsan ve İnsan-ı Kâmil - 3


Hiçbir insan karanlıkta bırakılmamıştır.

Her gönülde sonsuzun ilmine,

Işığa açılan bir kapı vardır. “

Varlığın iki yüzü vardır; bir yüzü dünyaya, diğer yüzü Allah’a bakar.

Kalplerini varlığın Allah’a bakan yüzüne açanlar sonsuza kanat açarlar.

Sonsuzluğu arayan gönüllere ilham, keşif (sezgi) yoluyla göksel bilgi iner.

Bilgi, İlahî ışımadır; gönülleri aydınlatır, yolu gösterir.

 

Değerli okurlarım, Kur’an, İnsan ve İnsan-ı Kâmil (2) başlıklı yazımızı yukarıdaki cümlelerle tamamlamış, insan-ı kâmili,” Yaratılış ve Varlık “ konuları ile birlikte ele alarak incelemeye devam edeceğiz, demiştik. Anlama yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Önce bazı kavramları tanımlayalım:


Kainat ve Yeryüzü:

Kainat, var olan şeylerin cümlesi, yani; yaratılmış olan her şeydir (mevcudat).

Yeryüzü ise, üzerinde insanın yaşadığı bir kâinat parçasıdır.

Kur’an’da kainat ve yeryüzü, Allah’ın yaratma fiilinin nesnesi” olarak anılmaktadır.

Kur’an’da geçen, “ yeryüzü (el-ard) ve gökler (es-semâvât), yaratılmış bütün varlıkları içermekte ve ifade etmektedir. “ - ( Ö. Özsoy – İ. Güler, “Konularına Göre Kur’an “ s y f, 2 )


Varoluş ve Öz Nedir:

Varoluş ( felsefede); yaşama, var olma, bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu değil, var olduğu olgusunu ifade eder. Öz (felsefede); bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun, anlamlarındadır. ( Sûfî bilgelere göre) Varlık ve varoluşun odağında insan yer alır.

Varlık Nedir:

Varlık, felsefedeki temel kavramlardan biridir. Var olan ya da var olduğu söylenen şey, varlık kavramının içeriğini oluşturur. Varlık, gerçek (real) varlık, düşüncel (ideal) varlık olarak ayrılır: Gerçek varlık çoğunlukla varoluş (existentia) olarak, düşüncel varlık öz (essentia) olarak gösterilir. Gerçek varlık gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alan şeydir, uzay-zaman içindedir, bireyseldir, tektir; düşüncel varlık ise uzay-zaman dışıdır, duyularla algılanamaz, elle tutulur gerçekliği yoktur; bu anlamda değerler, matematik ve mantığın kavramları düşüncel varlıklardır.- (BTS-Felsefe Terimleri Sözlüğü)

Kavram Nedir: Kavram, nesnelerin ya da olaylarınortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. Kavramlar, soyuttur ve gerçek dünyada yoktur. Benzer olan fikirleri, insanları, olayları gruplandırmak için kullanılan bir sınıflamadır.

( Değerli okurlarım, bu bölüm, İnsan-ı Kâmil (2) yazısının devamı mahiyetindedir.İnsan-ı Kâmil (1 ve 2 ) önceki yazılarımıza gidilerek okunabilir - F.A)


Kur’an, Varlık / Kainat ve Yaratılış

Kainat, Yaratıcı Kudret’in bir belirişidir.

Bu kainat olup bitmiş değil olmaktadır...”

Yaşar Nuri Öztürk

Profesör D r Y. N. Öztürk,

Varlık ve Kainatı Kur’an Nasıl Açıklıyor? “ sorusunu şöyle cevaplıyor:

Varlık ve kâinatın Kur’an’a göre açıklamasını yapmak en çetin problemlerden birini oluşturur...Varlık ve kâinatın izahı Allah’ın kudretinin izahı gibidir

- (Y. Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf s, 241)

Varlık, felsefede, kalıcı olan, gelip geçici olmayan şeydir.

Kur’ansal olarak ise varlık/kainat, *“ Yaratıcı Kudret’in bir belirişidir.

“ Bu kâinat olup bitmiş değil, olmaktadır.

Allah yaratışta ne dilerse onu artırır ‘ (Fatır s, 1)

Kur’an’ı Kerîm’deki âhiret mefhumu, bir anlamda (Allah’ın yaratışta ne dilerse onu artırışının görünüşü olan) bu sürekli oluşu ifade eder. Bir tükenmezliği dile getirir.

(Kur’an’da) Şöyle deniyor:

Göğe gelince; biz onu kudret elimizle kurduk ve hiç kuşkusuz biz onu genişletebiliriz de’

(Zariyat s, 47) Ve: ‘ Allah her gün yeni bir iş ve oluştadır.’ (Rahman s, 29)

Bu sürekli oluş, bir yaratış, yaratılıştır.

Deneysel ilmin tanıttığı mekanik oluşun aksine bunda tekerrür yoktur.

Tekerrürle yaratış ve yaratılışı ayırmak lazımdır.

Kâinat sürekli bir yaratılışa sahne olduğundan her an yenilenip değişmektedir.

Kâinat bir fiildir ve sürekli olmaktadır; biz onu görüşümüzdeki güçsüzlük yüzünden

işi bitmiş bir madde yığını gibi seyretmekteyiz.

 

Bir fiil halinde olmakta olan varlığa Kur’an ‘Sünnetullah ‘ (Allah’ın tavır ve tarzı) diyor.

Bizim varlık dediğimiz Allah’ın bu tavır ve tarzıdır (Sünnetullah).

Demek oluyor ki, ne aynı şartlar vardır, ne de aynı olaylar. Aynı şartlar, aynı olaylar deyimi, bizim daima geçiciyi görebilen duyu organlarımızın imkânları açısından söz konusudur. Hakikatte değişmeyen şey yoktur. Antik Yunan düşünürü Demokrit’den İlm-i Kelâm’a aktarılan “ cüz-i layetecezza” (bölünmez parça) fikri ölmüş bulunuyor. “- * (Öztürk, a.g.e)

 

*Çünkü modern fizik atomların parçalanamaz olduğu tezini çürütmüş ve bunların elektrik yüklü korpüsküllerden veya dalgalardan meydana geldiğini, bu elektronların atom çekirdeğinin elektro-manyetik sahasında devrettiklerini ispat etmiştir.
Bu sebeple sadece makro kozmos değil, aynı zamanda mikro kozmos da daima hareket ve değişme halindedir. Atom çekirdeği de değişken olduğu için ‘dünyanın değişmeyen temel unsurları ‘ diye bir şeyin mevcut olmadığı anlaşılmıştır. “ - *(Çağıl, önsöz, 50 )

Yaratılış

Yaratılış, yokluktan çıkıp varlığa gelmektir.

Gizemli bir çıkıştır bu...”

“ Varlık, Allah’ın sürekli zuhûr ve yaratışından ibaret bulunduğu ve fakat bize sebepler-neticeler halinde göründüğü için iki yüze sahiptir: Allah’a bağlı yüz, sebeplere bağlı yüz. - ( İbn Arabî, Fütuhat, 1/48)

“ Birinci yüzüyle varlık her an ölmekte ve olmakta, asla aynı kalmamaktadır, canlıdır.

İkinci yüzüyle aynıdır, sebep-sonuç kanunlarıyla kayıtlıdır, determinedir. “ ( Öztürk, a.g.e)

“ Kur’an, yeryüzündeki bütün varlık kategorilerini /varlık katlarını (insan, hayvan, *cin, tabiat ve benzeri) Allah’ın kudretinin ve iradesinin bir ürünü olarak yarattığını belirtir. “

( a g e, Yaratılış ve Varlıklar Bölümü)

( *Değerli okurlarım cin. Var, mevcut, ama, gözden saklı haldeki varlıklar kategorisidir. Kur’an’da, mearic ateşten / dalgalı ışından yaratıldığı bildirilen bu varlıklar, cin diye anılmaktadır.

Çoğulu cin, tekili cinni’dir ).

Şimdi Kur’an’a gidelim ayetler yaratılış için ne söylüyor görelim...

Yasin s, 82: “ (Allah) Bir şeyi dilediği zaman O’nun işi sadece, ona “ Ol! ”

demektir; o hemen oluverir.”

Kamer s, 49: Şüphesiz, Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır. “

A’lâ s, 1: “ Rabbinin o yüce adını *tespih et; “ / 2: “ O ki yarattı, düzene koydu, “/

3: “ O ki miktarını, şeklini belirledi, yolunu çizip aydınlattı.”

( * Değerli okurlarım, tespih, “Allah’ı övüp-anmak, O’nu noksanlıklardan tenzih etmedir. Ayrıca tespih, varlığın, Yaratıcı karşısındaki kolektif dua halini ifade eder. Müslümanların, Allah’ın isim-sıfatlarından olan ‘ Sübhanallah’ sözünü dua şeklinde söylemelerine de tespih denir.)

Ayetlerden anlıyoruz ki Cenabı Allah’ın yaratmayı istediği şey, düşündüğü anda, oluveriyor...

Ve yine öğreniyoruz ki Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratıyor.

Onları düzene koyuyor; miktarını, şeklini belirliyor; yolunu çizip aydınlatıyor.

Ayetler bize, Tanrısal yaratış ve oluşun bir tekâmül süreci içinde tezahür ettiğini; varlıkların yaratılış aynasına (âleme/kainata) tedricen yansıyarak göründüğünü öğretiyor:

Tanrı’nın tasarımında (bilgisinde) yaratılan şey o ilk merhalede potansiyel olarak vardır, zuhur edip görünmesi yaratılışın tezahürü ile tahakkuk edecektir. Tanrısal yaratıcı tezahür ile yaratılan şey düşünce plânında ki potansiyel varoluş halinden çıkıyor...Sonsuz derecede soyuttan somuta doğru *tecellî ederek (gizil varlığını açıp ifşa ederek) âlemde görünüyor ( pozitif varoluş). ( Değerli okurlarım negatif , pozitif ve potansiyel varoluşu, inşallah, yazı dizimizin devamında genişçe ele alıp inceleyeceğiz. –F.A)


* Tecellî Kavramı Neleri Anlatır

Değerli okurlarım tecellî kavramı üzerinde biraz duralım.

Çünkü üzerinde olduğumuz konunun kilit terimlerinden biridir.

Tecellî, Arapça sözlükte, bir şeyin açılması, ortaya çıkması anlamına gelen bir kökten türemiştir. Varlık açısından tecelli, gayb mertebesinde (görünmez âlemde) olanın zuhûr mertebesine (görünür âleme) çıkması demektir. Tecellî, Hakk (Allah) için kullanıldığında, Hakk’ın zâtını ( kendisini / özünü) bütün isim ve sıfatlarıyla açığa vurması demek olur. – ( Abdulkerim Cîlî; Hakikatı Muhameddiyye, Tecellî md.)

Sûfî bilgeler tecellî kavramını âlemin var oluşunu izah etmek için kullanırlar.

Sûfî anlayışa göre tek bir hakikat vardır. Bu Tek bir hakikat kendisini örtüp saklayan gayb perdesini tecellî eylemiyle üzerinden kaldırmaktadır. Yüce Tanrı, isim ve sıfatlarının tecelli etmesi sonucunda , âlemde *zuhur ederek varlıklar halinde görünmektedir. Yaratılış diye andığımız varoluş (yaratılmış her şey) işte bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

Tasavuf, Allah’tan başka gerçek varlık yoktur, der.

Sufî bilge en- Nuri bakınız bunu nasıl anlatıyor: “ Bir tek varlık vardır ve o, kendisini duyu organlarıyla fark edilemez şekilde isimlendirdiğinde Hakk, duyu organlarıyla fark edilecek haliyle isimlendirdiğinde halk (mahluk) adını almıştır. Kendisi dışında hiçbir şeyin mevcut olmadığı bBir, oluş, yani sürekli tecelli halinde göründükçe çokluk halinde algılanmaktadır.

*( Zuhûr, görünmez gizli (bâtın) olan bir şeyin ortaya çıkıp görünür olmasını anlatır.

Âlem ise, sözü edilen bâtın hakikatin, tecellîler mertebesi veya zuhûr mertebelerinde yansıyıp görünür hale gelmesinden ibarettir. Bir başka ifade ile âlem; saklı âlemde negatif varoluş halinde bekleyenin, Tanrısal tecelliler ile kendini ifşa ederek, pozitif âlemde görünür hale gelmesidir.)

Tecellînin üç temel işlevi vardır:

Birinci işlevi, Hakk’ın zâtında ( Tanrı’nın özünde) gizil (potansiyel) halde bulunan isim ve sıfatların, buna bağlı olarak da âlemin (kainatın) ortaya çıkmasıdır.

İkincisi, müşahede tecellîsidir. Marifetullah ( Allah’ı bilme) ile ilgilidir.

Üçüncü işlevi ise, âlemin var olmaya devamını sağlamaktır. Eğer Hakk’ın âlemdeki tecellîsi kesilse, âlem aslı olan yokluğa geri döner.

( Değerli okurlarım, Allah her an yeni iş ve oluştadır, mealindeki Rahman suresi 29 ayetini anımsayalım: Tanrısal yaratış ve oluş eylemi (Allah’ın nazarı) bir an kesilse ne kainat kalır ne de insan, her şey o aynı anda yokluğa geri döner...-F.A)

Tanrısal Tecellî ve İnsan-ı Kâmil

Değerli okurlarım, ilk tecelli (tecelli-yi akdes), Hakk’ın kendi zâtında (özünde) zâtı (kendisi) için zâtıyla (kendisiyle) tecelli etmesidir. Hakk’ın kendini kendisine açmasıdır.

Bu mertebe bilinemez, yalnız Allah’ın var olduğu mertebedir.

İlahî tecellî, Cenabı Hakk’ın isim ve sıfatlarının kainat aynasında görünür hale gelmesi yani varoluşun ortaya çıkmasıdır. Bu Tanrısal eylem, âlemlerin yaratılış sürecidir (insan da bir âlemdir).

İşte bu İlahî yaratış sürecinin ilk ışıması, İnsan-ı Kâmil’dir. Sûfî bilgeler Hakikat-i Muhammediyye tabirini, Allah’ın var ettiği ilk şey yaratılışa yansıttığı ilk nûr için kullanırlar.

Buna göre yalnız Allah’ın var olup O’nunla birlikte başka hiç bir şeyin var olmadığı bir mertebeden sonra zâttan Muhammedî hakikat tecellî etmiştir; ondan da yaratılmış her şey tezahür ederek kainat aynasına yansımıştır.

Açıklayıca Bilgi Notları:

Yukarıda paylaştığımız bilgilerin ışığında şunu söyleyebiliriz:

Hz Muhammed (s.a.v)’in zaman mekân ötesi hakikatinin yanında bir de zaman ve mekânla bağı olan hakikati vardır; o hakikat, insan suretinde âlemde tezahür edip Allah elçisi olarak görev yapmasıdır...(Allahuâlem!- F.A).

S.A.V > sallallahu aleyhi ve sellem, Peygamberimize salat (dua) ve selam olsun, duasının kısaltmasıdır. Allahuâlem deyişi ise, doğruyu (âlemi) en iyi Allah bilir, anlamında bir deyiştir.

Gayb, İslam inanışına göre; görünmez nerede olduğu bilinemez akıl ve beş duyu ile algılanamaz âlem demektir. Gayb, görülenin zıddıdır ve Gayb mertebe olarak görülenden üstün kabul edilir.

Meal: Anlam, kavram, mefhum demektir Ayet meali, ayetin Türkçe anlamı demektir.


Varoluş

Ayetlerden bilgi almaya devam edelim...

Enbiya suresi, 30 : “ İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan meydana getirdiğimizi. görmezler mi? Hâlâ inanmıyorlar mı? “

Ayette mealen, “ Gökleri ve yeri oluşturacak enerji, başlangıçta yekpare haldeydi (bitişikti), onları ayırdığımızı ( gök cisimlerinin, yıldızların, galaksilerin oluştuğunu) ve her canlı şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmüyor musunuz? “ diye soruluyor, dikkatler göz önündeki gerçekliğe çekiliyor:

Evren her akşam hayranlık verici görkemi ile karşımızda beliren bir realite değil midir?..

Ve yine çağdaş bilim, radyo teleskoplar vasıtası ile bulutsulardan yıldızların ve diğer gök cisimlerinin doğuşunu gözlemekte, kayda almakta ve insanları haberdar etmektedir.

* * *

Günümüz bilimi kainatın var oluşu öyküsünü anlatabiliyor.

Ancak bilim, “ Evrenin ortaya çıktığı o ilk andan önce ne vardı? “ sorusuna cevaplayamıyor.

Söyleyebildiği; “ başlangıçtan önce hiç bir şeyin olmadığıdır”.

Demek oluyor ki bilime göre de yaratılış, varlığın, hiçlikten fışkırışıdır...

Bilime Göre Evrenin Varoluşu Süreci:

Ezelde ( zaman başlamadan önce) hiçlikten bir zerre noktacık fışkırıyor...

O *zerre noktacık boşlukta (vakumda) beliren bir enerji küreciğidir.

Bir toplu iğne başından milyonlarca kere daha küçük boyuttadır.

İşte o gizemli enerji küresi müthiş bir hızla devinim halindedir.

Saliseler içinde küresel bir genişleme ile büyür. Zamanla yekpare bir gaz bulutu halini alır (Gökler ile yer bitişik hale gelir). Devasa büyüklüklerin evrenini meydana getirecek olan * enerji / madde o gaz bulutunun içinde devinmektedir.

Madde kainatı o devinimin ürünü olarak ortaya çıkacaktır....

Ve zaman, o zerre noktanın hiçlikte belirdiği anda başlamıştır.

( Devinim: Hareket, dönme, titreşim gibi konum değiştirme demektir.)

Bu noktada sözü Yüce Kur’an’a bırakalım:

Atom altı parçacıklardan meydana gelen yekpare haldeki gaz bulutu, Cenabı Allah’ın, “ İsteyerek veya istemeyerek gelin” buyruğu ile ayrılıyor; kara madde, karanlık enerji, bulutsular, yıldızlar, galaksiler, gezegenler ve yeryüzü ile su, bir tekâmül nizamı içinde, oluşuyor...( Bkz. Fussilet, 11-12 )

Ve Cenabı Allah yeryüzü üzerindeki her canlı şeyi sudan yaratıyor. (Bkz Enbiya s, 30)

.............................................................................................................................

(*Zerre noktacık : Çağdaş bilimin, Büyük Patlama kuramında, “sonsuz yoğunluk sıfır hacimde” diye tanımlayarak anlattığı evrenin ortaya çıkışı, zerre noktacığın boşlukta belirdiği andır. Profesör Y. N. Öztürk’ün ifadesiyle o beliriş anında,‘ Bir toplu iğnenin ucunda milyonlarca küçültülmüş güneş sistemi seyretmektedir’. - ( Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf; s, 249)

.............................................................................................................................

**Madde / Enerji: Albert Einstein, maddenin, enerjinin yoğunlaşmış katı hali olduğunu göstermiştir. )

..............................................................................................................................


Varlığın Yönetimi

Değerli okurlarım varlık, varoluş, yaratılış konularını kısaca inceledik.

Gördük ki Kur’an’ın haber verdikleriyle bilim çelişmiyor.

Bir de “Varlığın Yönetimi ” konusu var: “ Kur’an’a göre Allah’ın kendisine ortak kabul etmediği alanlardan biri de varlığın yönetimidir. Kur’an’da bu, mülk kavramı ile ifade ediliyor.

Yaratılmış her şeyi (mevcudatı) yöneten mutlak ilim, kudret ve hikmet sahibi Allah’tır. “ - ( Konularına Göre Kur’an, sahife 5 )

Kur’an, Furkan Suresi 1-2: Şanı yücedir o kudretin ki, hakla *bâtılı ayıran o *Furkan’ı bütün âlemler için uyarıcı olsun diye kuluna indirdi. “ / “ Göklerin ve yerin mülk ve saltanatı yalnız O’nundur. Çocuk edinmemiştir O. Mülk ve saltanatında ortak yoktur O’na. Her şeyi yaratmış ve her şeye bir ölçü ve oluş tarzı takdir etmiştir.”

............................................................................................................................

*( Furkan: Ayıran, farkı ortaya koyan demektir.

Hakkı bâtıldan ayırma vasfından dolayı Kur’an’ın isimlerinden biri de ‘ Furkan‘dır.

Batıl: 1. (sıfat) İnançlar bakımından gerçek olmayan ve çürük, temelsiz, asılsız anlamlarındadır)

............................................................................................................................

Kur’an’da Allah’ın yaratış ve oluş eyleminin süreçleri şöyle anlatılıyor:

Rahman suresi, 29:

O her an yeni bir Şendedir / O her an yeni bir iş ve oluştadır

Ayet mealinden öğreniyoruz ki yaratıcı tezahür kesintisiz sürmektedir.

Ve: “ Görülüyor ki Kur’an’ın yaklaşımı donuk bir kâinatı durgun bir hayatı değil oluş halinde bir kâinatı ve fiil halindeki bir hayatı esas almaktadır. “

Soralım: “ Oluş halinde varlık, özünü bize nasıl açıyor, kendini bize nasıl tanıtıyor? “

“ Her şey olmakta...O halde yakalanacak bir şey mevcut değil.

Çünkü varlık her an başka varlıktır. Bir şeyin yakalanmasından söz edilemez.

Çünkü bir ‘şey’ yoktur. Olmakta olan bir şey değildir. Ne dün vardır, ne yarın. Dün yarın münasebetini icat eden zihnimizdir ki temel oluşu kavrayamadığı için onun ışımasıyla oyalanıyor.

Özü nasıl tanıyacağız?

Cevap şudur: “ Tekerrür etmeyen tecelli ile. (Öztürk, Kur’ an ve Sünnete Göre Tasavvuf s, 46)

“ Kur’an belirli bir hedef, bir son nokta yerine sürekli oluştan, sürekli hareketten bahsetmektedir. Cennet ve cehennem gerçeği buna aykırı değildir. Zira cennet ve cehennem makam ve mekânlar değil, haller ve oluşlardır. “ (age sayfa, 48 )

“ İnsan, davranışları, niyetleri iyi-kötü diye ayırmak yerine sürekli oluşa katılmak yolunda bütün hayatını bir ameller serisi haline getirmeyi denemelidir...”(a g e sayfa, 48 )

“ (İnsanın) Allah’ı statik bir varlık olarak düşünüp O’na lojik (mantıksal) ve bilimsel yolla yaklaşma gayreti Kur’ansal değildir. Allah’ı aksiyonun, hareketin içinde aramak icap eder. “ (a g e sayfa, 48 )

Halveti sûfî bilge Ahmet Amiş şöyle diyerek konuyu noktalıyor:

Bütün varlık Hakk’ın zuhuru ( Hakk’ın kudretinin belirişi) , şuûnat (oluşlar, olaylar) da tecellisidir. “

Değerli okurlarım,

Aktardığımız bilgi ve yorumların da gösterdiği üzere tasavvufi düşünce yoktan var etme şeklindeki bir yaradılıştan değil, Yüce Tanrı’nın Yaratma kudretinin (isim ve sıfatlarının) tezahüründen söz etmektedir. Sûfî bilgelere göre âlemler ( Allah dışındaki her şey) her an yok olmakta ve Allah’ın yaratışı ( nazarı) ile, aynı an içinde yeniden var olmaktadır.

Âlemi hep var şekilde algılayan biz insanlarız.


Tasavvufta Yaratılış ve Mertebeleri

Yaratıcı tecelli ve yaratıcı tezahür nedir fikir sahibi olduk.

Sıra yaratılış mertebeleri ve insan-ı kâmilin bu mertebeler içindeki yerini anlamaya geldi.

Önce bazı tasavvuf ıstılahlarını (terimlerini) tanıyalım:

Taayyün: Tecellî, görünme, belirip ortaya çıkma demektir.

Tasavvuf düşüncesinde Allah’ın yaratma eyleminin belirip görünür hale gelmesini ifade eder.

La taayyün: Yaratıcı tezahürün olmayışını ifade eder.

Zuhûr: Ortaya çıkma, baş gösterme, görünme anlamlarını verir.

Tezahür Meydana çıkma, belirme, (birbirine) görünme, gözükme ve belirti anlamlarını verir.

Mazhar: Yaratıcı tezahürün belirdiği, meydana çıktığı yeri bildirir. Anlamaya çalıştığımız insan-ı kâmil, sufî düşünceye göre; Allah’ın yaratma eyleminin tecellilerinin mazharıdır, yani; Allah’ın yaratma iradesinin tezahür edip ortaya çıktığı yerdir.

Makam: ( Tasavvufta) İlahî emirlerin hakkını tam olarak yerine getirmeyi anlatır.

el- Hâl: Düşünme, çalışma ve gayret olmaksızın doğrudan kalbe gelen sevinç, hüzün veya gam; şevk veya zevk; daralma veya heybet gibi şeyler hâl olarak tanımlanır. Hâller, cömertliğin İlahî kaynağından gelir, Cenabı Allah’ın kullarına ikramıdır. Allah bir kula tecelli edince bu tecelli Hakk’a nispetle “şe’n” kula nispetle “ hâl” adını alır. – (A. Kâşâni Tasavvuf Sözlüğü)

( Şe’n: İş, yeni iş, yeni çıkan hâl anlamların verir. ) F. Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Sözlük

Tasavvufa göre Yaratılış, Allah’ın Yaratma İradesi sonucunda isim ve sıfatlarının tezahür ederek kainat aynasına (âleme) aksedişidir (İnsan da bir âlemdir).

Tezahür ya da tecellî, Asıl Olanın Kendisini yansıtmasıdır.

Soralım: “Allah’ın âlemleri yaratmasından önce ne vardı?”

Cevap şudur: “ Yaratılmış hiç bir şey yoktu yalnız Allah vardı.

Yine soralım: “ İlk mertebe neydi? “

Cevap şudur: “ İlk mertebe, el- Ehad / Mutlak BİR’dir. ”

Mutlak BİR, Mutlaklık veya Zât-ı Mahz denilen mertebedir.

Bu mertebe hakkında Allah’tan başka hiç kimse bir şey bilemez.

Sadece Allah’ın var olduğu zamandır. Bu mertebede Yaratıcı tecelli yoktur.

Allah’ın Yaratma İradesinin tecellîleri sonraki aşamada başlayacak ve altı etap halinde sürecektir.

Bu etaplardan ilki, Taayyün-i Evvel ( İlk Tecelli) veya Hakikat-ı Muhammediye Mertebesi diye anılan süreçtir: Bu mertebede yaratılacak olan bütün varlıklar Hakk’ın ilminde özet halde yer alır. Tasavvufa göre ezeldeki bu özet varoluşta ilk olma niteliği Hz. Muhammed’in *nûruna aittir.


Nûr Nedir

*Nûr: (Osmanlıca sözlüğe göre) Aydınlık, parıltı, parlaklık anlamındadır.

Tasavvufta geçen en- Nûr ise ışıktır.

Işık, kapalıyı açan şeydir. Sûfîler, bununla –en-Nûr ile- kalpten âleme ulaşan her türlü vâridi (hatıra gelen içe doğan şeyleri) kastederler. Tasavvuf Allah’ın yaratışındaki ilk tecellînin Hz Muhammed’in nûru (parıltısı / ışığı / ruhu ) olduğunu söyler.

Buna göre O, yaratılanların ilki’dir.

O, “ En büyük ruhtur. Nûr’ül –envâr /nûrların nûru olarak anılır.

Bütün nûrların bütün ilahî isimlerin aslı, kabul edilir.

Hz. Muhammed’in nûru ilk tecellidir. Allah’ın yaratma iradesi o ilk ışıma ile belirip kainat aynasına yansımıştır. Yaratıcı tezahür bu ilk ışımayı takiben devam edecek, âlemleri ortaya çıkaracaktır.

Sufî düşünce, Hz Muhammed’in, “ Allah’ın yarattığı ilk şey benim nûrumdur ” hadisini esas

alarak “İnsan-ı Kâmil’in, Hz Muhammed “ olduğunu söyler. Yaratıcı tezahürün sonraki aşaması Taayyün-i Sâni Mertebesi’dir (İkinci Tecelli veya Hakikat-ı İnsaniyye diye de anılır). İlk tecellide Allah’ın bilgisinde özet halde yaratılan varlıklar, İkinci Tecelli’de ayrıntılı olarak yer alırlar.

Değerli okurlarım,“ Anlatılan bu üç mertebe de ezelîdir (öncesizdir), üçe ayrılışları izafîdir.

Bu üç devrenin esas nitelikleri bilinemez. Sadece, seviyesi ilerlemiş hâl ehlince keşif yoluyla ve kısmen anlaşılır. “

Neleri Anladığımızı Kısaca Gözden Geçirelim:

  • Cenabı Allah’ın yaratmak istediği şeyler önce O’nun düşüncesinde (tasarımında) var oluyor. Bu aşamada varlıklar Allah’ın bilgisinde özet halde yer almaktadır.

  • Yaratılış, Allah’ın yaratma kudretinin İlahî isim ve sıfatlarının tecelli ederek açığa çıkmasıdır. Âlemdeki varlıkların tümü Yaratılışın kapsamındadır.

  • Yaratıcı süreç sırasında Yüce Tanrı’nın İlahî Işığı (sûfi bilgelerin deyişiyle Allah’ın ruhu / isim ve sıfatları) Yaratılış aynasına (Kainata) akseder. Yaratıcı tezahürün bu mertebesinde şeyler birbirlerinden anlam bakımından farklılaşarak ayrılırlar ( Mânâ âlemi).

  • Bu ayrılma hali bir çoğalma değildir...Peki, nedir?

BİR OLAN’ın çokmuş gibi görünüyor olmasıdır. Lunaparklardaki aynalı salonları anımsayınız...O salonlarda tek bir kişi, birbirini yansıtacak şekilde yerleştirilmiş aynalar vasıtasıyla, onlarca-yüzlerce kişiymiş gibi görünür. İşte Tanrısal tezahürün o ilk aşamasında ortaya çıkan da buna benzer bir hâldir. Böylece Tanrısal tezahürün bu evresinde Birlik (Vahdet) hali doğar, mânâ âlemi meydana gelir.

  • Bütün isimler BİR’ e aittir...

  • Dolayısıyla Yaradılış aynasına aksedenler, Bir Olan’ dan ışıyan tecellînin çokluk gibi yansıyıp görünmesinden ibarettir. Bir başka ifadeyle söylersek; kainat aynasında izlenenler Cenabı Hakk’ın açılıp-saçılmasıdır... Ve hepsi, BİR’in âleme yansmasıdır. Çoklukta birlik hali böyle doğmaktadır, Çoklukta birlik, Hakk’ın TEK ve BİR oluşuna delalet eder.

  • İşte Tanrısal tezahürün İnsan-ı Kâmil mertebesi ( ki İbn Arabî o mertebeye ‘ hakikat-i Muhammediye’ diyor) Allah’ın yaratma fiilinin belirip ortaya çıktığı ilk mertebedir; bütün mahlûkat ondan yaratılmaktadır.

  • “ *La taayyün (Ahadiyyet ) hakikat-i Muhammediye’nin batını, o da (hakikat-i Muhammediye de) La taayyünün zahiridir. Bu mertebeye verilen isimlerden biri de İnsan-ı kâmil’dir. “

İbn Arabî’nin dilinden devam edelim:

  • Allah insan-ı kâmili yarattığı zaman ona akl-ı evvel (İlk Akıl) mertebesini vermiş ve kendisine bilmediği şeyleri öğretmiştir.

  • Onun mertebesini meleklere tarif etmiş ve onlara insanın âlemde kendisinin halifesi olduğunu bildirmiş, göklerde ve yerde bulunanların hepsini onun emrine amade kılmıştır.

  • Böylece Allah’ın âlemdeki hükmü insan-ı kâmil ile zahir ( görünür) olmuştur. “

Mutlak Bir ( el- Ahad)

el- Ahad, bütün nispet (bağıntı) ve hükümlerin düşmesi ve tecellîlerin (taayyünlerin) ortadan kalkması itibariyle Cenabı Allah’ın Zâtı’nı ifade eder:

Allah zamandan, mekândan, her türlü kayıt, sınırlama ve noksanlıktan arınmıştır (Sübhan).

O, hiç bir şeye ihtiyaç duymaz; her şey O’na ihtiyaç duyar (Samed)...

O, anlaşılamaz, anlatılamaz...O, O’dur...

Zât, bu yönü ile hiç bir şekilde idrak ve ihata edilemez ( kuşatılamaz).

Ve O âlemlerden müstağnidir ( O âlemlere ihtiyaç duymaz, âlemler O’na ihtiyaç duyar).

Cenabı Allah’ın zâtı (özü) hakkında bilgi yoktur...O öylesine yüce, öylesine gizli ve öylesine anlaşılamaz, tasavvur edilemez bir varlıktır ki; O’nu anlatabilmek için ancak O’nun ne olmadığı söylenebilir.


Allah Âlemleri Niçin Yarattı

Kutsal beyanlar yoluyla şu bilgi verilmektedir:

Cenabı Allah saklı âlemdeydi (âlem-i kitman) bilinmek istedi.

Tanrı Tanrı’yı görmek istedi.

Cenabı Hakk’ın yaratma iradesi tecellî etti isim ve sıfatlarının tezahürü yaratılış aynasına yansıdı. Allah’ın yaratmayı dilediği varlıklar kainat aynasında görünür oldular.

Tasavvuf düşüncesi Allah’ın âlemi yaratışını bir *kutsî hadise dayanarak anlatır: Yüce Allah, “ Ben bilinmez bir hazine idim, bilinmek istedim, bunun için halkı yarattım ” diye haber verir.

Değerli okurlarım, bu kutsi hadis tasavvufun varlık anlayışını özetlemektedir.

Bu anlayışa göre âlem,İnsan-ı Kebirdir, âlem; büyük insan yani, kainattır.

İnsan iseâlem-i sağir” yani küçük âlemdir ( mikro kozmos).

İnsanın varlığının nedeni, Allah’ın bilinmesidir.

İnsan, Allah’ın kendisini kemaliyle bilmesi için bir mecla (ayna) mesabesindedir.

Yüce Allah âleme nazar ettiğinde kendi isim ve sıfatlarının tecellîsini ( kainat aynasına aksedişini) görür ( görünür olan bu suret İnsan-ı kebir’dir).

Musevi literatürde bu durum, “ Yüz yüze “ tabiri ile sembolize edilmiştir.

Tasavvufun varlığın birliği (vahdeti vücud) anlayışına göre Tek Bir Hakikat, Tek Bir Varlık mevcuttur, o da Cenabı Allah’tır. Diğer varlıklar, Asıl Olan’ın yansımaları, sonlu gölge varlıklardır.

Kutsal metinlerdeki,“ Allah insanı kendi suretinde yarattı” haberi ile paylaştığımız bilgileri birlikte değerlendirerek yorumladığımızda, Cenabı Allah’ın kendi suretinde (benzeyişinde) yarattığı insanın İnsan-ı Kebir, bir başka söyleyişle İnsan-ı Kâmil olduğu düşünülebilir... Allahualem!

...................................................................................................................

* (Kutsî hadis: Hz Muhammed’e vahiy olunan Allah sözüdür).

* (Mecla: çıkma yeri, görünme yeri, tecelli mekânı, ayna anlamlarını verir.)

...................................................................................................................

Açıklama:

Değerli okurlarım, varlık ve insan-ı kâmil konusunu, Kur’an, tasavvuf, mistisizm ve felsefedeki yorum ve bilgileri karşılaştırarak-aktararak anlatmaya çalışıyoruz. Paylaştığımız bilgi ve yorumların, ilgili kaynağın bakış açısına ve kabullerine göre olduğu hususu hatırdan çıkarılmamalıdır! –F.A

Akl-ı Evvel (İlk Akıl)

Yukarıda ilk akıldan söz etmiştik, sıra onu anlamaya geldi.

Akl-ı evvel (İlk Akıl), Tasavvuf Sözlüğüne göre; Varlığı Rabbinden kabul eden ilk cevher, demektir. Bu nedenle akıl diye isimlendirilmiştir, çünkü o, Rabbini ilk bilen ve varlık feyzini (Tanrısal yaratıcı tezahürün akışını) kabul eden şeydir.

Aktarılan bilgilerin Kur’ansal kaynağı, Hz Âdem ile Havva kıssasının anlatıldığı Bakara Suresi 30 ve devamı olan ayetlerdir. Ayrıca; Kur’an-ı Kerim’in, Araf, 11-25; Taha, 115-123; Hicr, 28-43 ayetlerine de bakılabilir.


Âlemin Varlığının Sebebi ve Koruyucusu

İbn Arabi’ye göre:

  • Âlemin varlığının sebebi ve koruyucusu insan-ı kâmildir.

( Burada âlem ile kastedilen, Allah dışındaki her şeydir)

  • Allah’ı ancak insan-ı kâmil bilebilir. Çünkü o, Allah isminin mazharıdır, yani; Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellî edip göründüğü yerdir.

  • Öte yandan varlık mertebelerinin sonuncusu da mertebe-i insan-ı kâmildir. Bu mertebe La taayyün / yaratılışın olmadığı yalnız Allah’ın var olduğu zaman dışındaki bütün mertebelerin hakikatlerini kapsar. Bu sebeple ona “ kevn-i cami “ ve “ âlem-i ekber “ denilmiştir.

  • ( İbn Arabî’ye göre) Bu mertebede insan-ı kâmil, bir kavramın yahut mecazi ve izafi anlamda var olan bir şeyin değil hakiki manada var olan bir insanın adı ve sıfatıdır. Bu anlamda insan-ı kâmil, Hz Muhammed’dir.

  • Bu makama erişen evliyaullah ( Allah Dostu Bilgeler) ise onun varisleridir. “

 

Molla Sadra’ya göre:

  • “ Âlemde her şeyin hareket halinde olduğuna inanan *Molla Sadra’ ya göre varlık âleminde görülen tekâmül (süreci) insan-ı kâmilin varlığında karar kılar.

  • Molla Sadra da âlemin korunmasını insan-ı kâmilin varlığına bağlar.”

 

Değerli okurlarım, Molla Sadra, 400 küsûr yıl önce, “Âlemde her şeyin hareket halinde olduğunu” söylemiştir. Çağdaş bilimin ışığında biliyoruz ki; yaratılmış cismani (maddesel) her şey atomlardan oluşmuştur...Ve yine biliyoruz ki atomlardaki elektronlar dönmektedir.

Görüldüğü üzere; her şey hareket halindedir...

Yaratılışın mertebeleri anlattığımız ezelî üç aşamadan sonra şöyle tecelli ediyor:

4. Âlem-i Ervah (Ruhlar âlemi) 5. Âlem-i Misal (İdeler âlemi) 6. Âlem-i Ecsâm (Cisimler âlemi)

7. Mertebe-i İnsaniyet (İnsanın ortaya çıkışı)


Şehadet ve Gayb Âlemleri

Sözünü ettiğimiz yedi aşamadan geçirilerek varlığına kavuşturulan kâinat,

hazarât-ı hamse “ denilen iç içe beş mertebe (veya varlık) arz etmektedir:

*(Hazarât: Varlığın beş külli mertebesini ifade için kullanılan bir tasavvuf terimidir.)

  1. İlahî Gayb: Bu mertebe a’yan-ı sâbite (değişmez cevherler), tanrısal isim ve sıfatlar âlemidir.

  2. İzâfî Gayb: Ruhlar âlemi olan bu âlem ceberût ve melekût diye ikiye ayrılır. Ceberût âlemi melekûta nispetle daha yüce bir âlemdir.

  3. Şehâdet Hazreti: Bu âlem görünen âlemdir ki zuhûra (görünüp ortaya çıkmalara) en belirgin şekilde burada şahit olmaktayız.

  4. Şehâdete nisbeti yakın olan âlem.

  5. Emr-i Câmi veya Vasat-ı Cami’a Hazreti ( insan âlemi):

İnsan bu beş hazarâtın ( varlığın beş külli mertebesinin) en sonunda yaratılmış olmakla birlikte ilk dört hazreti (mertebeyi) bünyesinde birleştirmiştir. Çünkü o, ezelî (öncesiz) bir öz taşımaktadır. Onun son olan tarafı, bu öze hamallık eden bedendir. Varlığın tekâmül ederek insana ulaştığını söylerken bu hamal varlık yani beden kastedilir. Daha doğrusu varlık tekâmül ederek nsanın özünü taşıyacak bir hamalı yetiştirecek düzeye ulaşmıştır.“

( Y N Öztürk, a g e)

Sufî düşüncenin bu yaratılış anlayışının tamamıyla Kur’ansal olduğunu söylemek mümkün değildirdiyen Profesör Y. Nuri Öztürk şöyle devam ediyor:

“ (Sufî düşünce sahipleri) Bu beş mertebeyi iki makama indirgemişlerdir:

Şehâdet âlemi (görülen, ilk bakışta fark edilen, basit varlıklar âlemi), gayb âlemi ( ilk bakışta fark edilemeyen, ancak kalp gözüyle görülen âlem, yüce varlıklar âlemi).

Zaman zaman arz (yer) ve sema (gök) kelimeleri bu iki âlemi ifade etmek için kullanılır.

Sema yüceliğin, arz süflî (aşağı) varlıkların sembolüdür. Şehâdet âlemine halk, gayb âlemine emir âlemi diyenler de vardır. “ ( Y N Öztürk, a g e, sayfa, 242-243 )


İnsan Allah’ın İlminde İlk Zuhûrda Sondur

İnsan, varoluşu noktasından, Allah’ın ilminde (bilgisinde / tasarımında) ezelî varlıktır.

Buna tasavvuf diliyle taayyün-i sâni ( ikinci tecelli) veya hakikat-i insâniyye denmektedir.

İnsanın bir de varlık âleminde görünüşü vardır ki bu da mertebe-i insâniyyet (insanın ortaya çıkışı) olarak nitelendirilmektedir.

Tasavvufta, “ İnsan zuhûrda (âlemde ortaya çıkışta) son, fakat mertebede en yüce olan varlıktır” derler. Yani insan gaye varlık olarak ezelî ilimde her şeyden önce vardı. Ancak gaye varlık olduğu için, ortaya çıkışı en son olmuştur.

“ Sûfî düşüncenin insana mal ettiği üstünlük ve güzelliklerin, doğan her insana aidiyeti, sadece potansiyeldir. Demek oluyor ki bunun fiile çıkarılması, insanın bunu hak etmesi ile gerçekleşir.

Bunu hak etmek ise, ‘gerçek insan’ sıfatına layık bir çizgiye gelmekle olur.

Gerçek anlamıyla insan ‘ünvânı, sadece kâmil insanın hakkıdır. “

- (İbn Arabî, Fusûs, 16: Fütûhât, 3/186 )

 

O halde insan ömür sermayesini, doğru değerlendirir ise tekâmül edecektir.

İnsanın tekâmül merdiveninde tırmandığı her basamak onu yetkin ( kâmil) insan olmaya taşıyacak bilgelik düzeyine yaklaştıracaktır.

Bakınız Kur’an’da bu hakikat nasıl haber veriliyor:

Necm Suresi, 39:

Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur. “ /

Necm Suresi 62:

Artık Allah için secdeye kapanın ibadet edin /iş yapıp değer üretin! “

Rahman Suresi, 26- 27:

Yer üzerinde bulunan herkes yok olacaktır.” /

Sadece o bağış ve celâl sahibi Rabbinin yüzü kalacaktır. "

 

Ayetlerden öğrenip-anlıyoruz ki:

  • İnsan çalışıp-didinir ise sonuç alacaktır.

  • İnsan Allah’ın kudreti önünde secdeye kapanmalı, değer ve iş üretmelidir.

  • Yer (el-Ard) üzerindeki herkes yok olacaktır; kalıcı olan bağış ve celâl( yücelik) sahibi Allah’tır.

Sır Perdeleri Kalktı mı

İnsan-ı kâmil sırrını örten perdelerin tamamını kaldırabildik mi?

İnsan-ı kâmilin yaratılış süreci içindeki rolünü bütünüyle anlayabildik mi?

Cevabımız hayır, değerli okurlarım.

Tasavvufun ve mistik düşüncenin anlattığı insan-ı kâmil, Tanrısal tecellîlerin (Yaratılışın) ilk belirdiği, oradan tezahür ederek de âlemlerin oluştuğu yerdir. Dolayısıyla insan-ı kâmil, yaratılış sürecindeki önemli bir merhaledir. Bu da demektir ki, insan-ı kâmilin hakikatini anlayabilmemiz için, yaratılışı -anlamamız gerekiyor. Yazı dizimizin devamında Kabala düşüncesindeki insan-ı kamili (Adam Kadmon) inceleyeceğiz; negatif, potansiyel ve pozitif varoluşu anlamaya çalışacağız. Hoşça kalın.

Fevzi Acevit

Temmuz-2015 Adana

 

Kısaltmalar: Adı Geçen Eser: a g e

Büyük Türkçe Sözlük: BTS

Yararlanılan Kaynaklar:

< >
İ b n Arabi, Nurlar Risalesi; Fütuhat;

Fusus’ul Hikem
< >
Ebu’l Alâ Afîfî; Fusûsu’l Hikem Okumaları İçin Anahtar

Abdürrezzak Kaşani, Tasavvuf Sözlüğü

Prof. Dr Y.N. Öztürk: Kur’an-ı Kerim Meali,

“ Mevlana ve İnsan “ ; “Kur’an’ın Temel Kavramları “ ; “ Din ve Fıtrat “ ; “ Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf “
< >
Profesör Dr Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri; Kur’an Ansiklopedisi, İnsan ve İnsanüstü.

Diyanet, İslam Ansiklopedisi.

Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü

Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat

Kütüb-i Sitte Hadis Külliyatı

Ahmet Akıncı, Sınırsıza Yolculuk




Sayı 27 (Temmuz - Ağustos 2015)

Bu yazı 5917 defa okundu.