İşini Sevenler Parmak Kaldırsın!
Bugün sokaktan geçen on kişiyi tut, kolundan çevir; dokuzu işinden memnun değil. Pazarlamacı, masa başı iş istiyor, masa başındaki devlete bir girsem diyor. Doktor, müzisyen olmak istiyor; mühendis, restoran işletmek istiyor. Ülkenin yarısı zaten öğretmen olmak istiyor... Ama öğretmenler bile kendi arasında ikilem yaşıyor. Kimisi bedenciye gıpta ediyor, kimisi ek ders için matematikçiye özeniyor... Velhasıl komşunun tavuğu, komşuya kaz görünüyor. Ama kimse kendi işini sevmiyor...
Oysa bir işte başarılı olmak için tek şart var; o da, işini sevmek. İşini seversen başarılı olursun, işini seversen yaratıcı olursun, işini seversen kendine hayırlı olursun ve işini seversen sektörüne, çevrene, vatana, millete faydalı olursun. Ama işin püf noktası ise işini sevmekte değil, sevdiğin işi yapmakta yatar... Çünkü kimse işini sevmez. İş dediğin çoğunlukla geçim kaygısı ile yapılır. İnsanlar aslında hobilerini severler, ilgi duydukları alanlarda mutlulardır. Marifet ise hobini yaparak para kazabilmektir...
Sanırım bu konuda en şanslılar, sanatçılardır. Onlar hobilerini, sevdiklerini, ilgi duyduklarını yapanlar ve bunu meslek edinmiş olan kişilerdir. Çünkü hiç bir yazar para kazanmak için yazar olmamıştır, ya da bir ressam bu işe para için başlamamıştır. Siz hiç şair olup çok zengin olmak istiyorum diyen bir üniversite öğrencisi duydunuz mu? Üstelik sanatçıların çoğu öldükten sonra meşhur olmuş, eserleri kendi dönemlerinde değil, öldükten sonra daha çok değer kazanmıştır. Yani tabir yerindeyse hayatın cefasını kendileri çekmişlerdir ama sefasını 'mirasçıları' sürmüşlerdir. Ama hayatın onca cefasına rağmen, eminim ki çoğu mutlu ölmüştür...
Günümüzde gerek eğitim sistemi, gerekse sınav sistemi; çocukların genç yaşta yeteneklerini keşfetmek veya nelerden zevk aldığını bulmak üzerine değildir. Bizde eğer sınıfın 'ineği' isen, doktor ya da mühendis olmaya mecbursundur. Hem de bu mahkumiyet daha 17 yaşında başlar... Eğer azıcık zekiysen; hayatını, bir üçgenin iç açıları ile dış bükey aynaların odak uzaklıkları arasında harcarsın. Belki de dünya bilardo şampiyonu olacakken, bir bakarsın istemeye istemeye bir dershane de fizik öğretmeni olmuşsun... Oysaki bir dünya bilardo turnuvasında, dereceye girenlere yüz binlerce dolar verildiğini bilemezsin.
Kısmen Anadolu'da aileler çocuklarını 'topçu' olsunlar diye küçük yaşta futbola yazdırmakta ama bu olay futboldan ziyade diğer spor veya sanat dallarında pek görülmemektedir. Ayrıca burada konu yine çocuğun sevdiği işi yapmasına yönlendirmeden çok, gelecekte iyi para kazanacağı bir meslek edindirmeye yönelik bir çabadır. Oysaki sen işini, 'iş' olarak değil de gönlünü katarak yaparsan, o mutlaka hak ettiği değeri bulacaktır. Bu şekilde elde edilen gelir ise hem daha tatlı hem de daha teşvik edici olacaktır.
Bence insanlar sevmeyerek yaptıkları işleri için harcadıkları mesai kadar, severek yaptıkları işlere veya hobilerine mesai harcasalardı belki de her şey çok daha farklı olurdu. Günde 8 saat çalışan doktor, iş çıkışı oynadığı 2 saatlik tenisi; eğer, gençliğinde günde 8 saat oynasaydı, belki de bugün doktorluktan çok daha fazlasını severek oynadığı tenisten kazanacaktı. Öğretmen olmak için günde 8 saat ders gören üniversite öğrencisi, günde 8 saat fotoğrafçılık ile ilgilense; belki üniversite diplomasından olurdu ama belki de bugün aranan en meşhur fotoğrafçılarından hatta görüntü yönetmenlerinden biri olurdu. Hatırlarsanız üniversiteyi bırakıp da, seçmeli güzel yazı derslerine giren kişi; bugün bu satırları okumanızı sağlayacak yazı fontlarını bulan, üstüne bugün Amerikanın en zengin şirketi olan Apple'ı kurmuştu.
Bugün araştırmalara göre bir işte uzmanlaşmak için ortalama 8000 saat harcamak gerekiyormuş. Bu da standart bir hesapla 3-4 yıla tekabül etmektedir. Yani bir üniversite disiplininde, mutlu olduğumuz bir işe vakit ayırmış olsak ve bunu yüksek motivasyonla birleştirdiğimizi kabul edersek ülkede doktorumuz kadar sporcu, mühendisimiz kadar sanatçı, öğretmen olmak isteyen KPSS mağdurumuz kadar da mutlu insanımız olabilirdi...
Bu yazı aynı zamanda 23 Kasım 2013 tarihli Milliyet Gazetesi Güney Eki'nde de yayınlanmıştır.
Bu yazı aynı zamanda 23 Kasım 2013 tarihli Milliyet Gazetesi Güney Eki'nde de yayınlanmıştır.
Mustafa Gökçen
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları