Aktarımsal Erotik Sanat

Bir Şair Cemal Süreya;
Bir Ressam Gustav Klimt

Sevgili ‘PETER PAN’ lar...
 

1900 yılında Sigmund Freud ‘Rüyaların Yorumu’nu yayınladığı dönemde Gustav Klimt de ‘Felsefe’nin ilk versiyonunu sergiledi. Freud ve Klimt, her ikisi de içgüdülerinin karışık dünyasındaki patlamaların sonucunu sergilediklerinde reddedildiler ve kişisel krize girdiler (Figür 1). 
Figür 1
 
Gustav Klimt (1862-1918), 1893’de Bakanlık tarafından Viyana Üniversitesi’ni dekore etme ile görevlendirildi.  O da  ‘Tıp’ı yaptı.  İstenen ‘ışığın karanlığa karşı zaferi’ni anlatan bir resim iken yapılan ‘karanlığın her şeye karşı zaferi’ idi. Resimde figürler kümesi, yaşamın başlangıcı, olgunlaşma ve çürümeyi anlatıyor. Sağlık tanrıçası Hygieia bile insanlara sırtını dönmüş, tıp biliminin aydınlık simgesi olmaktan çok, bir büyücü kimliği taşıyor. Klimt, ‘tıbbın yazgının gücü karşısında çaresiz olduğuna’ inanıyordu. 'Tıp' adlı tablo ilk kez 1901'de sergilenmiştir. Viyana'nın tıp alanında lider olduğu, sağlık sorunlarının önlenmesi ve tedavisi konusunda ilerlemelerin sağlandığı bir dönemde, sanatçı tıp bilimini etkisiz ve insanoğlunu da çaresiz olarak yansıttığı gerekçesiyle eleştirilmiştir (Figür 2). 
Figür 2
 
Bu çalışma karşısında kamuoyu derin bir endişeye,  insanlar şaşkınlığa düştü, ressam  ‘pornografi’ ve ‘sapkın aşırılık’la suçlandı. 'Tıp' (1901), 1945’de ortadan kaldırıldı. O dönemden kalan sadece resmin fotoğrafı.
 
Klimt, beş yaşındayken bir kız kardeşinin, daha sonra ağabey ve babasının hayatlarını kaybetmesine tanık olmuştur. Bir kız kardeşi ve annesinin akıl sağlıklarını yitirmesi de onu derinden etkilemiştir kaynaklara göre. 
 
Gustav Klimt ve Sigmund Freud aynı şehir ve kültürel çevreyi paylaşıyordu. Viyana’da çağdaş olan Freud ve Klimt’in alanları olan psikoloji ve resim arasında parelellik olduğu ileri sürülmüştür. Klimt’in cinselliğin artistik ifadesi ile Freud’un ‘libido’ teorisi ve 1905’de yayınladığı ‘Dora case (Freud’un histeri tanılı hastası)’ arasında ilişki bulunabilir denilmektedir. Sanat tarihçileri, Klimt’in erotik düşüncelere saplantıları olduğunu ileri sürer. Klimt, resimde klasik gerçekçi geleneği reddeden Viyana’daki aykırı hareketinin sembolüydü ve soyut, süslü ve şehvetli kadın portreleri ile ünlü oldu. Resimlerinde kadın figürleri ve erotizm ön plandadır. Kedileri severdi ama kadınları daha çok severdi deniliyor. Aşk hayatı kazanovayı bile gölgede bırakacak kadar renkliydi. Cinsellik konusundaki saplantısı resmin biçimine açıkça yansımış, onu fallik sembole dönüşmüştür. 
 
'...
Ama kadınlar, Tanrım,
Öyle sevdim ki onları,
Gelecek sefer
Dünyaya
Kadın olarak gelirsem,
Eşcinsel olurum'
 
Kadına duyulan hayranlığın Tanrıyla konuşarak anlatıldığı bu şiirde ironiyle cinsel sapkınlığın çeşitlendiği farklı bir biçimde ele alınması söz konusu. 'Baktım aşk dizesi ayakta duramıyor /Kadın adına da söylenmemişse' dizelerinde kadın bakışıyla 'aşk' şiirleri yazmanın, aşk dizelerini tamamlayacağı düşüncesindedir Cemal Süreya. Kendisiyle yapılan bir röportajda, kadın bakış açısıyla şiirler yazmak istediğini de söylemiştir: 'Ben eskiden şiirlerimde erkeğin kadına söylediği sözleri yazıyordum. Şimdi istiyorum ki aynı zamanda kadının da erkeğe söyleyebileceği şeyler yazayım'. 
 
Kadın bedeni bir coğrafyadır Cemal Süreya'nın şiirinde. Anlatıcı, kadını coğrafya üzerinde gezdirir. Buradaki coğrafya belirli bir yerle sınırlı kalmaz. Kimi zaman Akdeniz, kimi zaman Karadeniz kimi zaman da Afrika (Figür 3). Yaşanılan aşk tüm dünyaya aktarılarak 'kadın, adeta bütün dünyaya açılmanın merkezi haline getirilir: 'Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor/ Bütün kara parçalarında/ Afrika dahil'. 'Sürgün' fikrinin insanda bıraktığı fikir de kadına yüklenmiştir (Figür 4). 
Figür 3

Figür 4
 
'Küçük kalbimdeki kuş ölmüştü’. Sürgünün altıncı ayında ölür Cemal Süreya’nın annesi. Henüz yirmi üç yaşında iken düşük yapmış, kanama durdurulamamıştır. Cemal ise yedi yaşında. Ağlamaz, sızlamaz, acısı içine oturur. Her gün, cenazenin kaldırıldığı camiye gidip musalla taşının başında annesi için dua eder. Annesinden tek bir fotoğraf bile kalmamış. Belleğindeki resimse teyzesiyle karışır durur: ‘Annen miydi? Kesik saçı ve açık ensesi miydi teyzenin?’Anıları kopuk kopuk. Kerem ile Aslı öyküsü dışındakiler birkaç cümleyi geçmiyor. 
 
Cemalettin zayıf, çelimsiz, hastalıklı bir çocuk. Zaman zaman havale geçiriyor. Annesinin gözü hep üstünde. Her gün aynı sahne: Gülbeyaz eşiğe oturmuş, elinde bir çay bardağı süt. Cemalettin, sımsıkı yummuş ağzını açmıyor. İnatçı mı inatçı. Sütü içirmenin tek yolu var: Kerem ile Aslı... O, ezbere bildiği Kerem ile Aslı'yı okuyacak, Cemalettin de sütü içecek. 
 
Öyle inanıyor Gülbeyaz. Cemalettin dinler, çoğunlukla kandırır annesini, sütü içmez. Bu anı, Gülbeyaz'ın çok yakındaki ölümü ile trajik bir boyut kazanır. 'Bir çocuktun sen/ Bir çocuktun sen, bir bardak duruyordu eşikte/ Dolu bir bardak duruyordu eşikte.'
 
Cemal Süreya'ya göre hayatını sarsan 'on an' dan biri. Şairlik duygusunun ilk uyanışı olarak anımsayacak Kerem ile Aslı hikayelerini. Ondan esinlenerek piyes yazmayı bile deneyecek.
 
Tükenmez bir kaynak, sonsuz bir özlem… Üvey annelerle, yatılı okullarla, yalnızlıkla, yoksullukla geçen çocukluğuna kök salar annesi. Anılarıyla büyür ve her anıyı içinde büyütür. Giderek derinleşir acısı; hayatına şiirine siner. Sevdiği her kadında annesini arar. Sevdiği her kadın öbür yarısıyla annesi olur. Bu arayış, ‘Beni Öp Sonra Doğur’ da doruğa ulaşır: ‘Annem çok küçükken öldü / Beni öp, sonra doğur beni.’
 
Yusuf Alper, ‘Psikodinamik Açıdan Cemal Süreya ve Şiiri- Annem Çok Küçükken Öldü’ adlı kitabında şairin küçük yaşta annesini kaybetmesini onun için en önemli yaşam olayı ve temel örselenme nedeni olarak ileri sürer. Bu yüzden ‘Cemal Süreya’nın da tüm yazdıklarının aslında baştan sona anne kaybına yakılan ağıt olduğu düşünülebilir’ demektedir.  ‘Şiir Süreya’nın annesidir. Onun annesi yerine geçmiştir’ yorumunu getirir. Doyurulmamış anne sevgisi ve ölümünden sonra içine saplanan yalnızlık duygusu sonucu kendisine ilgi/sevgi gösteren, ‘düğmesini diken bütün kadınlarla’ evlenmesinde etkili olmuştur. 
 
Yaratıcı kişi, kendi öz yaşamından edindiği süreçleri belli şekillerde eserine aktarır. Hemen her sanatçının eserinde öz yaşam vardır. Roman yazarı, romanını yaşamından parçalarla kurguladığı gibi, yaşamının tamamından da oluşturabilir. Ressam, bilinçaltından gelen sembolleri renklerin büyüsüne; şair de şiirinde oluşturduğu metaforları, sembolleri üst-bilince aktarırken farkında olmadan, eserini yaşamından anekdotlarla örer. Bunu bazen açık bir dille bazen de sezdirerek yapar. 
 
Kişiliğin 5 farklı dönemden geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram'ın kurucusu olan Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’a göre sanatın ve sanatçının eserleri üzerinde en temel kaynaklardan biri de çocuk ve çocukluktur. Bebeklik döneminde çocuğun ilk erotik nesnesi annesidir. Anne, onu besleyen ve aynı zamanda ona haz verendir. Çocukluk dönemi gelindiğinde, erkek çocuk babayı kendine rakip edinerek onun yerini almaya çalışır, hatta bilinçdışı bir biçimde onu ortadan kaldırmayı ister. Freud’a göre erkek çocuğun anneye olan erotik saplantısının bastırılması, çocuğun içindeki dişil eğilimleri ve babaya duyulan nefreti artırırken, sonraki yaşamında kadınlarla kimi zaman ilişki kurma bozukluklarına ve hatta eşcinsel tercihlere yol açar. 
 
Anne yoksunluğu nedeni ile ödipal (ödipal dönem; çocuk 2,5-3 yaşlarına geldiğinde ortaya çıkan cinsel kimlik dönemi) duyguların ön plana geçmiş olabileceğine değinen Alper, Süreya’da oidipus kompleksinin olup olmadığı, babasının ölümünden dört yıl önce yazmış olduğu ‘Sizin Hiç Babınız Öldü Mü’ şiirinin klasik Freudyen bakışla açıklanıp açıklanamayacağı üzerinde durur.
 
Gustav Klimt’in eve bağlı bir kişiliği vardı ve sosyal ilişkileri azdı. Gece hayatından uzak durur, diğer sanatçılarla nadiren görüşürdü. Kendisini sanatına ve ailesine adamıştı. Seksüel açıdan oldukça aktif olmasına rağmen ilişkilerini ayrı tutar, skandaldan kaçınırdı.
 
Cemal Süreya salondaki yemek masasının bir ucunu çalışma yeri olarak kullanırdı. Konuktan hoşlanmamasının bir nedeni de bu. Masanın düzeni bozulacak. Kimseyle içli dışlı olunsun istemezdi. Bu tür ahbaplıklar, çalışma ortamını yok eder: 'Kişi sevinçlere teşne olmak için yaşama kadrosunu daraltmalı mı? Galiba öyle. Ya da ben öyleyim. Hep bir arkadaşım olmuştur, bir dostum, bir sevgilim olmuştur. Bir pantolonum, bir ceketim.’
 
Bir şeyler üretme telaşı içinde olan bazı insanlar belki de farkına varmadan yalnızlığı seçer. Freud bir konferansında 'Sanatçı yapısı bakımından içedönüktür; nevroza (davranış bozukluğu) uzak sayılmaz. Güçlü içgüdüsel gereksinimlerin baskısı altındadır. Onur, güç, servet, ün ve kadınların sevgisini kazanmak ister; ama bu doyum kaynaklarını elde etme olanağından yoksundur. Sonuçta doyumsuz başka herkes gibi, gerçekliğe sırt çevirerek tüm ilgisini ve libidosunu, nevroza yönelebilecek olan kendi fantazi yaşamının dileklerini gerçekleştirmeye aktarır, demektedir. Ancak, Freud'un bu görüşü bütün sanatçı ve sanat eserlerine uygulanamayacağından oldukça fazla eleştirilmektedir.
 
Kucaklaşan kadın resimleri yapıyor Gustav Klimt (Figür 5), 'Kadın olarak gelirsem/ Eşcinsel olurum' diyor Cemal Süreya. ‘Tuhaf gelecek belki, ben birkaç kez evlendim; bir sürü serüvenim oldu; ama kendimi feministlerden yana hissediyorum.’ Şair buradan kendine yol açarak sosyal konumları irdeler ve bir aydın tavrıyla toplumu ve sistemi eleştirerek şiirini pratiğe taşır. Çekirdekten, toplumun bütün dinamiklerine giden yolda Cemal Süreya, ekonomik alt ve üst yapıyı sürekli gözeterek kadın-erkek eşitliğini ilişkilerin doğasında aramıştır. Çağdaşlığa giden yolun önce bireyin bireyle olan ilişkisinin özgürleşmesiyle mümkün olabileceğini düşünmüştür. 'Kanto'da çağını betimleyerek anlatır sevgilisine kendini. Açlığı, yoksulluğu, zulmü, kötülükleri... Kısacası toplum sorunlarını birkaç dizede özetlemeye çalışır: 'Ben nereye gittimse bütün zulumlardı/ Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm/ Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu/ Namussuz bir çağ bu biliyorsun.' 'İngiliz'de vurguladığı 'zulüm' sözcüğü, toplumsal gidişi öne çıkarmak için özellikle seçilmiştir: 'Çünkü ne zaman ağzından öpecek olsam/ Hele bu onun kendi ağzıysa/ Kocaman bir gül yer alıyor arkamızda/ Zulma karşı.' 'Süveyş' şiirinde tarihsel bir duruma, 'Süveyş Kanalı' aracılığı ile gönderme yapar. Burada anlatıcı hazcı yaklaşımını sosyal-tarihsel olaylarla birleştirir: 'Biz seviştik Süveyş kanalı kapanmıştı/ Ellerimizin balıkları bütün kanallarda.'
Figür 5
 
Cemal Süreya, altı (biri ile iki kez) kez evlenmiş, ilk evliliğinden boşanması 7 yıl sürmüş. Gustav Klimt hiç evlenmemiş, ancak en az 3 gayrimeşru çocuğu olduğu bildiriliyor. Ölümünden sonra 14 kadın mirasından pay almak için babalık davası açmış, dördü başarılı olmuş. Klimt'in klasik anlamda evlenmek ve baba olmak gibi kaygıları yoktu. Annesi ve ablalarıyla ilişkilerinin oldukça karmaşık olduğu biliniyor. Aradaki bağın kopmasını veya zarar görmesini istemediğini, bu yüzden de başka bir kadınla güçlü bir bağ kurmak için çaba harcamaya gerek duymadığı ileri sürülüyor. Annesiyle ve ablalarıyla yaşadığı sürece güvendeydi çıkarımı da yapılabilir deniliyor. Narsistik ve borderline (sınırda) kişilik bozukluğu olanlar ikili ilişkilerdeki tüm enerjilerini kendi patolojik psikolojik ihtiyaçlarının giderilmesi için harcarlar. Öte yandan, borderline kişiler birinden ötekine sürekli dolaşıp dururlar ve asla gerçek bir aşk ilişkisine giremezler. 
 
Gustav Klimt'in 'The Kiss' (öpücük) (Figür 6) isimli ünlü eseri için eleştirmenler, ressamın bizimle adeta oyun oynadığını, o gösterişli kostümlerin altında neler olup bittiğini gözümüzün önüne getirmeye zorladığını ileri sürüyor. Yani ressam pornografik bir üslup olmadan da erotizmi izleyicinin yorumu ile türlü hallerde sergiler. Cinselliği, edebiyatın ayrılmaz bir parçası olarak görür Cemal Süreya. Bir söyleşisinde: 'Toplumumuzda cinsel güdü baskılardan ötürü, çok büyük ve karmaşıktır. Bu bakımdan aşkın cinsel yanının şiire yansımaması düşünülemez. Cinselliği bütünüyle bir yana atan edebiyatın gerçekçi olamayacağı kanısındayım' diyerek şiirini toplumsalla erotik olanın arasında bir yere koymaya çalışır. Bir başka yazısında da aşk ve cinselliği insanlığın gelişim seyri içinde temel öğe olarak görür: 'Hayatımda da yazdıklarımda da cinsel duygu ağır basar. Bunun böyle olmasını istediğim için değil. Zaten öyle olduğu için. İnsan hayatının binlerce yıllık serüveninde iki temel öğe olmuştur: Açlık ve aşk. Kenarda bir konu değil aşk ya da cinsellik...' İroniyi şiirlerinde ince bir duyarlık alanı olarak kullanan Cemal Süreya, bu ironik üslupla şiirini pornografiden uzaklaştırmıştır.
Figür 6
 
Klimt 'öpücük' resmini yaptığında 45 yaşındaydı ve Viyana'nın en tanınmış ressamıydı. Ancak hala baba evinde her kaprisine boyun eğen annesi ve hiç evlenmemiş iki ablası ile yaşıyordu. Sıradan bir hayatı vardı, akşam yemeğini evde yer, erkenden yatardı deniliyor onun için. Oysa o saygın görüntünün altında doymak bilmez bir erkek vardı. En büyük takıntısı kadınlardı. 'Öpücüğün' yüzyılın sonunda Viyana'da hayata geçmiş olması şaşırtıcı değil. Viyana o dönemde zengin, kozmopolit bir şehirdi. Büyük Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun başkenti olan Viyana sanatın her dalında gelişmeye ev sahipliği yapıyordu. Sanatçılar için bir fanus gibiydi. Ayrıca toplumda sınıflar arası farklar dikkat çekiciydi. Cinsiyetler arası çifte standart vardı. Cinsellik çok revaçtaydı. Viyanalı'lar başka bir şey okumuyor veya konuşmuyordu. Viyana 19. yüzyılın son dönemlerinde cinsellik konusundaki araştırılmaların merkezi haline geldi. Sadece Freud değil çağdaşı birçok bilim adamı vardı. Cinsellikle toplum arasındaki ilişki, cinselliğin toplumu çöküşe sürüklediği gibi birçok endişe dönemin tartışmalarının merkezine oturmuştu. Sanat tarihçileri tarafından, 'öpücük' Viyana'nın o dönemki bir tür amblemi gibiydi, cinsellik üzerine yapılan bütün tartışmalar, erotizm, şatavat bu resimle bir araya gelmişti yorumu yapılıyor.
 
Sanat tarihçisi ve yazarı Wolfgang Fischer, Klimt'in kadınlarla arasındaki karmaşık ilişkinin hayatı boyunca annesi ve ablalarından kaçamadığı veya uzaklaşamadığı gerçeğinden kaynaklandığını, bunun da kişiliğinde bir tür 'Peter Pan etkisi' (hiç büyümeyen erkekler) yaratarak hayatı boyunca küçük bir çocuk, küçük Gustav kalma arzusuna neden olduğunu ileri sürmüştür. 
 
Annesini küçük yaşta kaybeden ve iki kız kardeşi olan Cemal Süreya, yatılı okula gidip kendini kurtarır ancak aklı hep onlarda kalır. Kardeşlerinden birinin okuması için yanlarında kalmasını istediğinde ilk eşi ile sorunlar yaşar. Eşinden ayrıldığı bir dönemde de bir süre kız kardeşi ile aynı evi paylaşır.
 
Klimt, erotik yanı çok güçlü bir erkekti. Onu kucaklaşma konusuna çeken de bu yanıydı. Kadınlarla birlikte olmayı seviyordu, öte yandan onlarla fazla yakınlaşmaktan da ürküyordu. Bu yüzden konu olarak 'öpücüğü' seçmesi onun için bir sınavdı belki de deniliyor. Resimde bir tehlike duygusu var. Klimt, erkekle kadını bir boşluğun kıyısına yerleştirmiş. Diz çöktükleri alanda ayaklarının altında çiçekler var, ama onun gerisinde ne olduğunu bilmiyoruz. Belki de yuvarlanacak ve öbür dünyaya göçüp gidecekler. Belki de Klimt 'öpücük'le bizi aşkın kırılganlığı konusunda uyarıyor. Burada Cemal Süreya'nın 'Uçurumda Açan' isimli şiiri hemen aklıma geliyor. Ancak ben bu şiiri 'öpücüğe' değil 'sunflower (ayçiçeği)' resmine daha yakın buldum. Aslında her iki resmi birlikte düşünmek istiyorum. Şair çiçek ve kokusu ile, ressam çiçeği çizerek kadını tarif ediyor. Ayrıca, sanat tarihi yorumcuları ressamın ‘ayçiçeği’ resminin aslında ‘öpücüğün’ bir benzeri olduğunu ileri sürmektedir  (Figür 7). Ya da burada Klimt'in çapkınlığının ipuçları var. Resimde kadının pek de istekli olmadığını ileri süren bazı yorumculara göre ise kadının istediği zaman erkeğin hakimiyetine inatla direndiğinin gösterildiği belirtiliyor. 
Figür 7
 
Klimt yavaş çalışıyordu deniliyor. Daha ağır ve sıkıntılı olan boyama aşamasına 5-10 dk ara verip modellerden birinin eskizini çizerdi. Az yazdığı için eleştirilir Cemal Süreya, hatta tembel şair olduğu bile öne sürülür. 'Az yazıyorum, evet. Her kitabımın yayın tarihi arasında ortalama 7.5 yıl ara var. Hemen her saat şiir düşündüğüm, şiirle iç içe yaşadığım halde, herkesten az yazmışım. Kısacası, bugüne dek bizden bu kadar çıktı' diyor Cemal Süreya. Bu iki sanatçının benzer denilebilecek bu özellikleri belki de obsesif karakterde olmalarıyla ilişkilendirilebilir (Obsesif Kompulsif Bozukluğu- Saplantı-Zorlantı Bozukluğu: obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal klinik tablo). 
 
'..Ne olur ağzından başlayarak soyunmaya/ Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme/ Çık gel bir kez daha yıkıntılardan/ Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat.' İnsanlık tarihi boyunca üzerinde en çok düşünülmüş, konuşulmuş, yazılmış konuların başında aşk gelir. Erotizmin aşktan farklı olduğu, aşkın erotizmi de kapsayan çok daha geniş ve aşkın bir tinsel durum olduğu söylenebilir. Aşkın biyolojisiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda normal deneklerde serum serotonin düzeyi normal sınırlardayken aşık olanlarda Obsesif Kompulsif Bozukluğu (Saplantı-Zorlantı Bozukluğu) olan hastalarınkine benzer şekilde %40 dolayında düşük bulunmuştur. Bir grup çalışmacı, 'İnsanların aşık olduğu zaman aklını yitirdiği söylenirdi. Bu tespit galiba doğru,' açıklamasını yapmıştır. Daha önce depresyon benzeri ya da eşdeğeri gibi algılanan aşkın şimdilerde Obsesif Kompulsif Bozukluğu ya da benzeri sayılması ilginç bir durumdur. 
 
Psikanalizin kadına ve aşka bakışının altında temel olarak çocuk cinselliğinin masum aşkı olan ödipal sevgi yatar. Bu anlayışa göre her erkek çocuk annesine, her kız çocuk da babasına cinsel bir ilgi duyar. Bu olağan koşullarda 5-6 yaş dolayında çözümlenir ve ebeveynlere duyulan yasak duygular bilinç dışına bastırılır. Bu bazı özel durumlarda sekteye uğradığında bu olağan süreç yaşanamaz ve çocuğun bir delikanlı-erişkin olarak cinsel kimliği olağan gelişemez. İlk aşkın anne ya da baba olması insanları yaşam boyu bir anne ya da baba benzeri; eşdeğeri arayışına iter. Ödipal öncesi oral-anal dönemlerde ağır travmalar yaşamış çocukların erişkinliklerinde o dönemlere ilişkin patolojiler yaşayacakları bilinmektedir. Freudcu psikanalizin bu konudaki görüşü çocukluk cinselliğinin çekirdek kompleksi olan odipus kompleksinde yüzeyel olarak hiçbir cinsel bağlılık tam olarak çekici değildir; daha derin düzeyde, her cinsel bağlılığın inhibe edilmesi gerekir, çünkü her eş anneyi temsil etmektedir.   
 
'Üvercinka'da 'Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden', 'Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun' dizeleriyle bedenle ruh; 'Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma' dizesiyle sosyal kadın; 'Gününü kazanıp kurtardı diye güzel' dizesiyle de emekçi kadın ön plana çıkarılmıştır. Bu birbirini tamamlayan niteliklerin tek bir kadın tipinde ele alınarak idealize edilmesinin nedeni şairin 'mükemmel kadın'a ulaşmak istemesidir.  
 
Gustav Klimt, kadının dış güzelliğinin erotizme ulaşan estetik anlatımın yanında, kadının üstünlüğünü, üretkenliğini, gücünü de ortaya koyar. 'Oidipus tarzı' ayaklanma, güçlü ve rahatsız edici kadın figürleriyle yönetilen bir dünyada gerçekleştirilir. Bu dönemde karşı çıkılan yalnızca sanata konu olan kadının müstehcen çıplaklığı değil, gözler önüne serilen gücü de rahatsız edicidir. İşte bu güçlü duruş yönetenin kadınla temsil edilişi geleneği altüst etmiştir. Klimt'in 'Palas Athena' tablosu, yapıtları arasında ilk 'üstünkadın' örneğidir (Figür 8) 'Umut I' çalışmasında toplumun tabularına karşı çıkarak hamilelik konusunu ele alır. Klimt için kadının yalnızca şehvetin simgesi değil, aynı zamanda yaşam taşıyıcısı da olduğunu göstermektedir (Figür 9). Dönemin kadına algısını baştan sona altüst ederek resimleriyle karşı cinsi özgürleştirici bir güç olarak sunmayı denemiştir.
Figür 8

Figür 9
 
Freud ve onu izleyen bazı yazarlar, sanatsal yaratıyı gerçek, olgun cinsellik yaşayamamayla, ilişkilendirmektedirler. Onlara göre sanatçılar genital dönem öncesi oral, anal ya da fallik dönemlere saplanmışlardır ve o nedenle gerçek cinselliği diğer insanlar gibi yaşayamamakta, o nedenle fantazilerle telafi etmeye çalışmaktadırlar. Başka yazarlarsa bu düşünceye karşı çıkmaktadır. Şair-yazar, ressam vb. sanatçıların gerçekten karşı cinsle ilişkilerinin oldukça yoğun olduğu bilinmektedir. Ancak zaman zaman çok sık eş değiştirme biçiminde işleyen ilişkilerin olduğu görülmektedir. Bunun da sanatçıların sanatlarından başka bir nesneye yoğun bağlanamamalarıyla ilişkili olabileceği bildirilmiştir. Bazı yazarlar, sanatçılarda eşcinsellik eğilimi bulmaya yatkındır. Ayrıca erkek sanatçılarda kadınsı özellikler olduğu düşüncesiyle birlikte çoğu yaratıcı kadında da erkeklerin ilgi alanına ortalamadan daha fazla ilgi duyma olduğu öne sürülmüştür. Freud'un sanat ve yaratıcılığa ilişkin bir başka görüşü de onun çocuktaki oyun eşdeğeri olduğu görüşüdür. 'Çocuk oyun oynarken ne yaparsa, yaratıcı sanatçı da aynını yapar,' der. Fantaziyi doyumsuzluğun bir göstergesi olarak görür. Dolayısıyla sanatçıları doyumsuz kişiler olarak değerlendirip yapıtları da onların doyumsuzluklarının bir telafisi, dilek doyurumu olarak kabul eder. Bu görüş bazı sanatçıların bazı yapıtları için kısmen kabul edilebilir bir düşünce olsa da bütün sanatçıları ve yapıtları kapsayabilecek bir sav olamaz.
 
Hiç de ilginç değil ki, karşı karşıya kaldığımız her duruma yorumumuz, tepkimiz ve çıkaracağımız sonuçlar sahip olduğumuz birikimler, ilgi alanımız, o sıradaki hayata bakışımız, hayattan beklentilerimiz, duygu durumumuz ve daha birçok bizle ilişkili ve ilişkisiz varoluşların ve yokoluşların harmanıdır. Bir resme baktığımızda ya da bir şiir okuduğumuzda ya da her neyle ilgileniyorsak sahip olduklarımız ve olmadıklarımızın rengi, ahengi, düşüncesi, belki hepsinin tek bir simgesidir bizde oluşan ve aslında belki de yalnızca o sırada. 
 
Farklı sanat dallarında cinsellik konusunu aslında toplumsal vurgulamalar için kullanan bu iki önemli sanatçı arasındaki benzerlikler dikkati çekiyor (Figür 10, Figür 11).  
Figür 10

Figür 11
 
Sonuç olarak diyebilirim ki, sanatçıların hayatlarını ve eserlerini incelerken bir yanda yönelim ve davranışların kökeninde patolojik süreçlerin işaretlerine dikkat çekerken diğer yandan aynı patolojik süreçlerin tam bir ironi ile alt yapıyı bilmeden yaklaşıldığında çiğ zannedilen sözlerin veya renklerin sanatçı kimliğinde bütün o alışılmışların ve geleneklerin inadına inadına ince bir zeka ve duyarlıkla toplumun gerçeklerine ayna tutulduğuna büyük bir hayranlıkla şahitlik ediyoruz. 
 
Evrenle, dünyayla, insanlıkla ilgili bir sorunu, kaygısı olmayanın sanat uğraşı neden olsun? Sanat bir bakıma var olan dünyadan daha farklı ve güzel bir dünyanın olduğunu, olabileceğini ya da olması gerektiğini ileri sürmek için yapılır. Bu da öyle güle oynaya yapılacak bir şey değildir. Malzeme olarak da gerekirse mevcut kişisel patolojik süreçler de sanat içinde dönüştürülebilir. Cemal Süreya'nın da dediği gibi 'Şairin hayatı, şiire dahildir'…
 
 
Kaynaklar
  1. Bitsori M, Galanakis E. Doctors versus artists: Gustav Klimt's Medicine. BMJ 2002; 325 (21-28): 1506-8.
  2. Buckley PJ. Gustav Klimt, Egon Schiele, and Fin de Siècle Vienna. Images in Psychiatry. Am J Psychiatry 2012; 169:7.
  3. http://en.wikipedia.org/wiki/Gustav_Klimt
  4. http://www.artsmypassion.com/articles.asp?ID=295: Gustav Klimt: the Master of Elegant Eroticism
  5. www.jstor.org/stable/1358469: Gustav Klimt and Emilie Flöge: An Artist and His Muse 
  6. Uz A. Gustav Klimt’in tuvale yansıttığı renkli ışıltılı masalsı bir dünya ve kadın imgesi. Journal of Life Sciences 2012; 1(1): 55-64. 
  7. Ergül MS. Cemal Süreya şiirinde bedenin yazınsallaşması. Tez. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyat Bölümü: 2003.
  8. Özmeral Ö. Cemal Süreya şiirinde kadın ve erotizm. Ozan Yayıncılık 2007. 
  9. Perinçek F ve Duruel N. Cemal Süreya; Şairin hayatı şiire dahil. 
  10. Cemal Süreya. Sevda Sözleri. YKY.
  11. http://heyula.net/Haber/Oku/bir-sairin-cocuk-hali-cemal-sureyanin-siirlerinde-cocukluk-46#.VJwR0shA
  12. http://yeniguneturku.blogcu.com/cemal-sureya-nin-cocukluguna-inmek/6256596
  13. http://www.youtube.com/watch?v=r0TvsJi5Dg0; DERS 1862 1918 Gustav Klimt The Kiss Öpücük Avustralyalı Sembolist Ressam Erotizm
  14. Alper Y. Psikanaliz ve aşk. 2003: Çizgi.



Sayı 24 (Ocak - Şubat 2015)

Bu yazı 8097 defa okundu.