Adanalı Dr.Ahmet Şükrü ve Osmanlı'da Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Hareketi
Başlangıçtan itibaren anlatmaya başlarsak günümüzden yirmi bin yıl önce Lascaux’da insanlığın ilk resimleri çizilmiştir (Resim1). İnsanlık tarihinin en önemli atlama taşı olan yazının öyküsünün başlaması için daha onyedi bin yıl daha beklemek gerekecektir. En büyük gereksinimler genellikle ihtiyaçlardan doğmuştur işte bu yüzden yazının öyküsü Mezoptomya’da Dicle ve Fırat nehirleri arasında başlamıştır. İnsanlığın yerleşik düzene geçmesiyle ziraat ve ticaret önemli bir faaliyet olmuştur. Bu bölge güneyde Sümer ve kuzeyde Akad ülkeleri arasında paylaşılmaktaydı. İki ülke arasındaki ticaret ve ziraat önemli bir faaliyetti ve yazının bulunmasının gereği basitti; Hesap kaydı sözlü olarak tutulamaz... Hesap kavramı öncelikle çakıl taşları ile yapılmış Latinceye de “calcul” olarak geçmiş yeterli olmayınca yazı bulunarak kaydedilmeye başlanmıştır, bunu anlatan en eski yazı örneklerinden biri M.Ö. dört bin yıldan kalma Uruk tabletleridir (Resim 2). İlk olarak nesneleri anlatmak için piktogramlar kullanılmış (buğday-şarap-öküz temsili resimleri vb.) zamanla ve yeterli olmayınca anlamlarını kendi bağlamlarından almaya başlamışlardır. Sümerlerce öncelikle kil tabletlere uygulanan daha sonra kağıda aktarılan bu buluş insanlığın sıçrama taşı olmuş, insanın hayatına dair her alana etki etmiş, yazı sayesinde öğrenilen bilgi ve tecrübe bir başkasına aktarılmıştır. Bu da bilimin gelişmesine sebep olmuştur. Dil bilimi üzerine enteresan bir örnek verecek olursak yıllarca onları bulan arkeologları kara kara düşündürüp anlamlarını çözemedikleri için eski Mısır Hiyerogliflerinin bir dil olmadığını piktogram olduğunu düşündükleri sırada 1798 yılında Rosetta taşı olarak isimlendirilen bir taşın tesadüfen Mısır’da bulunmasıyla ve üzerinde üç farklı dilde (Demotik-Hiyeroglif-Antik Yunanca) metin olmasından dolayı eski Mısır hiyeroglifleri başka bir dil olan antik yunanca yardımıyla Fransız dil bilimci Jean-Francois Champollion tarafından uzun yıllar sonunda çözülmüştü (Resim 3).
Resim 1
Resim 2
Resim 3
Dilin ve yazının gelişimi matbaanın da seri üretim gücünün de etkisiyle çok farklı kültürlerin birbirleri arasındaki bilgi alışverişi artmış, karşılıklı olarak kelimeler bir başkasının lisanına geçmiştir. Özellikle bilim-teknoloji alanında liderliği sırtlayan ülkenin dili bir diğerinin üzerinde hegemonya kurmuştur. Bir örnek olarak İngilizce olan E-Mail’e Türkçemize geçerken E-Posta diyerek anlam bulma sıkıntımız bundandır. Çünkü teknolojiyi bulan geliştiren hakim güç onlardır kullanan ise bizler...
Benim size anlatmak istediğim hakim dil sorunu ile ilgili bir hikaye de tam burada, 1839 yılında Osmanlı devrinde başlıyor. Tanzimat fermanı ilan edilmiş Sultan 2.Mahmud’un Galatasaray’da Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliye-i Şahane’nin (Tıp Fakültesi)açılış nutkunda belirttiği gibi “fenni tıbbi” Fransızca olarak tahsil edilmeye başlanıyordu. Yine aynı nutukta bundan kasıtın ”fenni tıbbi kamilden alıp kütüb-ü lazımesini Türkçe tedvine say ü ikdam” etmek olduğu yani fen bilimini ileri olandan alıp Türkçeleştirilmesine gayret etmek olduğu belirtiliyordu. Fakat bu amaç Fransızca ile yapılan tıp eğitimi boyunca hiçbir zaman gerçekleşmedi. Zaten zaman geçtikçe bu isteği gerçekleştirmek gittikçe imkansızlaşıyordu. Eğitim ve öğretim Fransızca bilen Hristiyanların eline geçmekteydi ve de onlar Tıp eğitiminin Türkçe yapılamayacağını savunuyorlardı. Millet olma özelliğinin ana lisanı korumakla mümkün olabileceğini;bilimdeki ilerlemelerin kullanılan dilin ait olduğu milleti şereflendireceğini; yabancı dil ile yapılan yüksek öğrenim ile meydana gelecek şeref ve üstünlüğün o dile sahip olan yabancı milletlere intikal edeceğini ve aslını koruyamayan milletlerin devlet olarak varlığının zarar göreceğinin farkına varanlar Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniyye’yi kurdular. Cemiyetin çekirdeği çok önceleri oluşmuştu. Mekteb-i Tıbbiye nezaretine tayin olunan Cemaleddin Efendi h.1273(1856) tarihinde mevcut öğrencilerin ehliyetli ve liyakatlılarından “mümtaz sınıf” adını verdiği bir sınıf teşkil ederek Arapça, Farsça, Türkçe dil tahsiline başlatmış ve ders muallimliğine de Ömer Lütfi Efendi’yi tayin etmişti. Ancak mektep nezaretine Hayrullah Efendi’nin tayini üzerine bu sınıf iptal edildi. Ancak Osmanlıca okuma fikrini alan talebelerden bazıları çalışmalarına devam ederlerken de okuldaki gayri Müslim hocalarından zulüm görüyorlardı. Faaliyetlerinin faydalı olacağından hocalarının da ikna olup, 1866 yılında Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’nin mektep nezaretinde bağlı kalması ve ayda 1000 kuruş kırtasiye bedeli vermesi şartıyla padişah tarafından resmen kurulmasına onay verilene kadar Fransız tıp kitaplarının Türkçe’ye tercüme edilmesine kadar bir çok faaliyette ve girişimde bulundular. Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye oluşumuna ait olan bir tıp öğrencisi, bir Adanalı olan Dr.Ahmet Şükrü bir konferanstaki Tasfiye-i Lisan isimli bir yazısıyla 1909 yılında arı kovanını çomaklamıştır, suları bulandırmıştır. Tıp dilinin Türkçeleşmesi hareketine insanları inandırıp çabalarıyla ivme kazandırmıştır. Hemen belirtelim ki onun Türkçeciliğine ilk dikkati çeken Ord.Pr.Dr.A.Süheyl Ünver’dir (Resim 4). Adanalı doktor Ahmet Şükrü’nün hakkında çok şey bilemesek de 5 kitabı olduğunu biliyoruz bunlar:
- Aile Tababetinin Derece-i Ehemmiyeti, Matbaa-i Kütüphane-i Cihan, İstanbul (1904), 32s.
- Denize Kimler Girebilir?, Matbaa-i Kütüphane-i Cihan, İstanbul (1904), 58s.
- Her Kan Tüküren Verem Değildir, Matbaa-i Kütüphane-i Cihan, İstanbul (1906), 20s.
- Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’ye Hitap: Tasfiye-i Lisan, Tevhid-i Anasır Mat. (1909), 23s.
- Gençlere Nesayih-i Sıhhiye ve Mukaddeme-i Verem,Arşak Garoyan Mat. (1910), 22s.

Resim 4
- Bir edip,yazdığı şeyleri herkese okutturabilmelidir ki bu sade yazmakla olur.Bir millet edebiyatını sadelikte aramalıdır.
- Mevcut haliyle birkaç dilin kelimelerini,terimlerini öğrenmek zorunda kalan tıbbiyeliler,bunları ezberlemeye kafa patlattıkları için mesleki bilgi edinemiyorlar.

- Yazı İnsanlığın Belleği,Georges Jean,Yapı Kredi Yayınları,2002
- Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniyye ve Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Akımı,Nil Sarı,İrcica,İstanbul,1987
- Tanzimat Sonrasında Türk Kültür Hayatından Yansımalar,Pr.Dr.Nazım Hikmet Polat,Ankara,2012
en altta son fotoğraftaki kadavranın ömer seyfettin olduğundan haberiniz var mı?
Çok güzel bir araştırma...Şu Adanalılar her yerden çıkıyor...