ABİDİN DİNO’NUN ADANA YAZILARI 2

 

ABİDİN DİNO VE SİNEMA

Sinema festivallerinin arkası arkasına iptal edildiği bir ülkede yaşanılan kaos ortamı, kimilerine göre festivallerin hatta sanatın durması anlamına geliyormuş!

Halbuki; ülkenin birçok yerinin işgal altında olduğu zamanlarda Atatürk;

"Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir.

Sinema, insanlar arasındaki görüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz" demiştir.

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" sözü ile yaşanılan kaos ortamlarından ancak sanat ile çıkılabileceğinin sinyallerini yıllar öncesinden bize vermiştir. Sanata verdiği değer yüzünden, sanatın her alanında üreten insanların yetişmesini sağlamıştır. Bu isimlerden biri de Abidin Dino'dur.

ATATÜRK VE SİNEMA

Abidin Dino'nun sinema serüvenine başlamadan önce, Atatürk için sinemanın neden önemli olduğunu kısaca anlatmak istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Mücadelesi’nin sürdüğü yıllardayaşanılanları görsel olarak anlatmanın gelecekte büyük bir belge niteliği taşıyacağı düşüncesiyle sinemaya büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kurtuluş Mücadelesi’ni anlatan filmlerin oluşturulması için çalışmalarda bulunmuştur. Muhsin Ertuğrul'un "Bir Millet Uyanıyor" filminin senaryosu ile yakından ilgilenmiş (1932), Türk sinemasının ilk sesli filmi olan “İstanbul Sokakları’nda” filmini sinemada izlemiştir. Ayrıca İstanbul ve Ankara sinemalarında başka filmler de izlemiştir.

 

Atatürk’ün sanata ve sanatçıya verdiği değere 1923 yılında yaşanan bir olayla bir kez daha şahit oluyoruz. İzmir’de Tayyare Sineması’nda “Hisse-i Şayia” adlı bir oyun hazırlanır. Atatürk “Ateşten Gömlek” filminin oyuncusu Bedia Muhavvit’i sorar. Bedia Muhavvit Türk sinemasının ilk kadın oyuncularındandır. Orada bulunanlar Bedia Hanım’ın tiyatro sanatçısı olmadığı için rolünün olmadığı söylerler. Ata “O halde oynayacak der”. Bu sözler üzerine Bedia Muhavvit bu yaşanmış olayı şöyle anlatır; “Bir günde rolü ezberleyip sahneye çıktım. Temsilden sonra gördüğüm takdir ve teşvik dolu sözleri üzerimde öyle tesir yaptı ki, Ege havalisindeki bütün temsillere iştirak ettiğim gibi, Türk kadının sahneye çıkmasına resmen müsaade verilmiş olduğu için tiyatro sanatçılığını meslek olarak seçtim. Beni sahne artisti yapan Atatürk’tür.”

 

Cumhuriyet’in 10. yılı için Sovyet yönetmen SergeyYutkeviç’in çektiği “Türkiye’nin Kalbi Ankara” (1933) filmini izledikten sonra Abidin Dino’yu Yutkeviç’in yanına sinema eğitimi alması için Rusya’ya yollar. Yutkeviç, Abidin Dino'nun resimlerini, çizimlerini incelemiş olacak ki kendisinden dekoratör ve ressam olarak çalışmasını ister.

Büyük Deha’nın sinemaya olan ilgisinin yalnızca bu boyutta kalmadığını Münir Hayri Egeli tarafından kaleme alınan “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar” kitabından da anlıyoruz. Ata’nın kendi hayatını anlatan yüz otuz yedi sayfalık bir senaryoyu 1937 yılında Münir Hayri Egeli ile birlikte hazırladıklarını görüyoruz. Kendi hayatını ve Milli Mücadele döneminin anlatıldığı  “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” senaryosunu Münir Nuri filme alacakken Ata rahatsızlanır. Geriye, halen Milli Kütüphane’de saklanan el yazısıyla yazdığı direktifi kalır; “Münir Hayri, filmi çevirme işiyle bizzat meşgul olacaktır. Hemen Almanya’ya gidecek, senaryomuzu işleyecektir. Hasan Rıza gereken masrafları benden karşılayacaktır.”

Atatürk’ün bizlere bırakmış olduğu bu vasiyetini umarım bir gün ülkemizin önemli yönetmenleri beyaz perdeye taşır. Ata’nın sinemaya olan tutkusu sinemanın bir belge niteliği taşımasının yanı sıra sanatın her dalına ilgi ve merak duymuş olmasıydı.

Sinemamızın geçiş döneminin önemli yönetmenlerinden Faruk Kekenç’in Cumhuriyet Gazetesi’ne vermiş olduğu bir demeçte Atatürk’ün Avrupa sinemasına da önem verdiğini şu sözlerle anlamaktayız;

“Atatürk’ün Dolmabahçe’de kaldığı zamanlarda kendisine iletilmek üzere bir mektubu iletmem için beni yolladılar. Bir süre sonra beni çağırttı, kim olduğumu sordu. Babam Selanik’te Merkez Komutanlığı yapmıştı, onu oradan tanıyormuş. Ne iş yaptığımı sordu. Okulu bitirdim, film tahsiline Almanya’ya gidiyorum dedim. “Bak çok güzel bir şey” dedi. Bizim Türkiye’mizde her branştan mütehassısa ihtiyacımız var. Tahsilini bitirip dönünce bana Avrupa filmciliği ile Türk filmciliği hakkında güzel bir rapor hazırla. Peki dedim, elini öpüp çıktım. Döndüğümde raporu hazırladım. Fakat biraz sonra kaybettik onu.”

Ata’nın ülkeyi refaha çıkarttıktan kısa bir süre sonra sinemaya yöneldiğini ve gerçekleştirmek istediği çok düşüncesini olduğunu anlıyoruz.

ABİDİN DİNO VE SİNEMA

Abidin Dino Rusya'da kaldığı üç yıl boyunca Leningrad'da Ayzenştayn ve Yutkeviç'in yanında makyajdan dekora, rejiden senaryoya tüm yönleriyle sinema eğitimi alır. Yutkeviç'in yönettiği “Madenciler” filminde çalışır. 1937'de 2. Dünya Savaşı nedeniyle Sovyetler Birliği, tüm yabancı öğrencileri geri gönderince Leningrad'dan ayrılmak zorunda kalır.

Abidin Dino, Rusya’da almış olduğu eğitimden sonra Türkiye’ye gelir gelmez yakın dostu olan Nazım Hikmet’in “Güneşe Doğru” filminde görev almıştır. Bu filmin dekorlarını hazırlayan Abidin Dino’nun ağabeyi Arif Dino da bu filmde rol almıştır. 

Abidin Dino’nun sinemaya merakının çok küçük yaşlarda başlamış olduğunuZeynep Avcı’nın “A’dan Z’ye Abidin Dino” adlı kitabında şu cümlelerle öğreniyoruz;

“Bu yüzden yazma eyleminde senaryonun her zaman yeri oldu. 1940’ların sonlarında Adana ve Ankara’da sayıları on beşe yaklaşan senaryo yazdı. Daha sonrada yazmayı sürdürdüğü senaryolardan bazıları; Pozantı, Çingene, Toros Destanı, Su Destanı, Yunus Emre, Rakı Şişesi ile Konserve Kutusu, Menekşe – Yaşar Kemal, Aşk-ı Memnu.”

Abidin Dino’nun Adana’ya geldiği günlerde sıtma salgını yeniden patlak vermiş. O’da yaşanılan olaylara kayıtsız kalmayarak “Sıtmalı Adam” adlı tiyatro oyunu hazırlamış. Bu oyunu da Adanalı köylüler ile birlikte sahneye koymuştur.

1943 yılında “Su Destanı” adlı film senaryosu ile Adana’ya baraj yapılması düşüncesini işlemiş. Göğceli’nin köy köy gezerek öğrendiği efsaneleri Abidin ve Güzin Dino’ya anlatması neticesinde Pozantı, Çingene, Toros Destanı gibi sinema senaryolarını üretmiştir. Adanalı köylülerinFransız işgal ordusuna karşı kazandığı Gülek Zaferi'ni defilm senaryosu haline getirir.Bununla beraberAdana ve çevresini ve dostu Yaşar Kemal'i de anlattığı çok sayıda senaryoyu Adana’da üretir.

 

Abidin Dino Adana’dayken de sinemanın gelişmesi ile ilgili bazı tespitlerde bulunmuş ve bunu da o zamanlar çalıştığı Türk Sözü Gazetesi’nde “20 Yılda Türk Sanatının Anahatları” başlığındaki yazısında şu satırlarla dile getirmiştir:

 

“Türk film sanatı geç başlamış ve henüz hatırı sayılır bir başarı kaydedememiştir. Bunun sebebini teknik zaaftan ziyade meselenin geniş sermayeye ihtiyaç göstermesi, kabiliyetlerin ancak geniş bir maddi destekle kendilerini gösterebilmesi ve bu yüzden birkaç madrabazın elinde kalmış olan bu sanatın sanatkarsız kalmış olmasında aranmalıdır.

 

Türk filmi Türkiye’de en büyük işleri başarmış olmalı idi, başaracaktır da. Yeter ki Türk sanatkarının kabiliyetine meydan ve imkan verilsin.Anadolu, film adesesi için bakir bir sahadır. Şehirle köyü birbiri ile kaynaştıracak,” bizim için güzel sanatların en mühimi sinemadır.”


Abidin Dino Paris’te yaşarken de bu sevdasından hiç vazgeçmemiş ve kendisini bir serüvenin içinde bulmuştur.Fransa’da kaldığı dönemlerde,Londra’da Dünya Kupası gerçekleşir. Bu Şampiyonluğun belgeselini deAbidin Dino’nun Paris’te yaşayan yakın dostuFIFA ile anlaşarakOctavioSenoret üstlenmiştir.OctavioSenoretünlü sinemacıların teker teker bu iş için kapılarını çalar. Teklifi götürdüğü yönetmenler o sıralar ya yeni bir film için hazırlık yapıyorlar, ya da başka film çekimlerine devam ediyorlardır. Kupanın başlamasına 1 ay kala, teklifi Abidin Dino’ya götürerek yeni bir serüvene yelken açarlar.


 

Abidin Dino’nun tek şartı bunun sıradan bir Dünya Kupası belgeselinden ziyade şehrin tüm coşkusunu da içinde barındıran bir yapıt olmasıdır. Bunun için çekimde gerekli olabilecek kameraların adedinden tutun da, filmle ilgili olan en ince ayrıntıların Abidin Dino, yapımcı tarafından karşılanmasını istemiştir. Çekimlerden günler önce çok sayıda resim (storyboard) çizerek filmin hangi açılardan çekileceğini belirler. Aynı zamanda bu çizimler bu yapımda yer alacak çalışma arkadaşlarına yol göstermesi için çizilmiş olmalı. Belki de filme sponsor olacak yapımcılar için çizilmiş bile olabilir. Ferit Edgü’nün “Londra’da Dünya Kupası Maçlarını Filme Alırken” adlı kitabından bu bilgileri ediniyoruz. Ayrıca Ferit Edgü bu belgesel için şunları ekliyor; “1966 Dünya Kupası’nın bu tek belgeseli, tüm dünyada, sinema ve televizyonlarda gösterildi. Belgesel film dalında, dünyanın en önemli ödülü olan Flaherty Ödülü’nü aldı ve spor filmi klasiği olarak sinema tarihine geçti.”


Bu ciddi çalışmanın sonucunda Abidin Dino’nun tek sinema filmi olan “Goal” ortaya çıkar. Bu film Abidin Dino’nun tek filmi olmuş olmasına rağmen sinema ile ilişkisi devam etmiştir.

 

 

Hemşerimiz olarak gördüğümüz Abidin Dino, Paris’te kaldığı dönemlerde Yaşar Kemal ile Ali Özgentürk’ün filmlerine destek vermiştir. Yaşar Kemal’in senaryosunu yazdığı Türkan Şoray’ın yönettiği “Yılanı Öldürseler” filminin İsviçre’deki montajına katılarak destek vermiştir.

 

Sinema’nın önemini başta Abidin Dino olmak üzere çok sayıda kişiye aşılayan Ulu Önder’imize bir kez daha saygı duyuyorum. Ve sizlere Abidin Dino’nun Adana yıllarında Halkevi tarafından çıkarılan Görüşler Dergisi’ndeki “Dertli Pınar” filminin eleştirisini sunmaktan büyük bir mutluluk duymaktayım. Abidin Dino’nun diğer Adana yazılarında görüşmek dileğiyle…

 “ DERTLİ PINAR”

 Münasebetile

Türk Sinemacılığının Hali

Yazan: Abidin DİNO

Bir Türk filmi seyretmek sevinciyle toplanan halkın kaynaşmasını görmek cidden ferahlatıcı, ne çare ki, seyircinin ümidi yine boşa çıkmakta, seyredilen filmin tekerlemeleri en sabırlı ve müsamahakar insanı bile bıktırmaktadır.

“Dertli Pınar”dan bahsediyorum ve insafsızlık etmemiş olmak için filmin şimdiye kadar çevrilenlerden daha iyi veya daha az kötü olduğunu da ilave edeyim.

Bu da bir tesellidir.

Mevzu yerli olmak iddiasında, vak’a köyde cereyan etmektedir, iki aile arasındaki kan davası mevzubahistir.

Peşin olarak senaryonun beylik vak’alardan mürekkep olduğunu söyleyelim.

Kan davası Karadeniz sahillerinde bir zamanlar belki dramatik bir ihtiras fırtınası yaratıyordu. Karadeniz çocuklarının gergin heyecanı, erkek tavırları ve kapalı muhiti içinde ikna edici bir facia tasavvur etmek mümkün fakat maskeli balolarda eşine rastlanan iğreti sakal ve bıyıklı bir takım muziplerin korkunç olmak gayretlerinden, papatya serpili şalvarlarla dolaşan, adım başında gazeller okuyan kolyeli güzellerinden ne beklenilir.

Seyrettiğimiz “Kan davası” değil “Kar davası” idi.

Filmin “Karlı” oluşu ise Türk sinemacıları arasında şu evsafa bağlı bir keyfiyet telekki edilir:

Olur olmaz vesilelerle türkü gazel okunacak.

Sahnede şöhret kazanmış bir iki isim temin edilecek, en bayağı cinsten olmak şartıyla acıklı bir taslak seçilecek ve film çırpıda çevrilip piyasaya sürülecek.

Dertli Pınar bütün bu efsuna maliktir.

Aktörlerin teker teker kusur ve meziyetlerinden bahsetmek abes, çoğu sahnedeki zaaflarını filmde de muhafaza etmişler, şu farkla ki beyaz perde en ufak bir mimik hatasını bile ifşa etmekte kusur etmez.

Resijör Faruk Kenç ne dereceye kadar kendi san’at anlayışına uygun çalıştı bilmiyorum. Acaba kendisine müsait çalışma şeraiti verilmiş mi?

Yoksa ticari sebeplerle şuraya bu müdahale ile isteğinin dışında mı iş yaptı tahmin edemem. Ne olursa olsun zevk noksanlığı bariz. Bir genç köylü kızın pınarda dakikalarca bacak yıkaması, yine dakikalarca bir taşralı delikanlının sendelemesi, dakikalarca süren gezintiler, düğünde dakikalarca süren göbek atmaları vs... film san’atının en basit hakikatinin anlaşılmadığına delalet ediyor, o da; zaman tasarrufu kaidesi.

Bir buçuk saate sığdırılan hayat devresini muayyen bir teknikle en bariz hatlara icra edilişi senarist ve rejisörün basit bir meslek ameliyesidir.

Fotoğrafların çekiliş zaviyeleri ile beraber vak’ayı parçalara bölmek ve bunları muayyen bir ahenk ve tempo dahilinde birbirine eklemek rejisörlük sanatının gramer ve üslubunu teşkil ediyor.Dertli Pınar bu bakımdan zayıf.

Sahne tertiplerinde san’at zaafları zikredilemeyecek kadar çok.

Filmin müspet hususiyetlerine geçmek için sabırsızlandığımdan tenkit faslını kısa kesiyorum.

Filmin bariz meziyeti, şimdiye kadar çevrilen filmlerin çok fevkinde fotoğraflara malik oluşudur. Operatörlük vazifesini deruhte eden Baha Gelenbevi, açık hava sahnelerini san’atla çekmekten başka ev içi dekorlarının çoğunu da güzel bir teknikle ışıklandırmış ve tespit etmişti.

Bilhassa ihtiyar köylü kulübesi Türk sinemasının iç sahne operatörlüğü bakımından pürüzsüz numunesidir.

Filmin fotoğrafları hakiki Türk filmine doğru atılmış bir adımdır.

Ses tekniği de yer yer temiz.

Aktörlükle alakası olmayan, sırf düğün sahnesini cazipleştirmek için araya katılan bir saz şairi filmin en halis tipini teşkil ediyor.

Alelade bir Anadolu çocuğu olan bu delikanlı; duruşu, samimiyeti ve yapmacıksız hali ile bize intikal devresinde Türk sinemasının tutması icabettiği yolu işaretliyor. Hakiki sinema aktörlerinin yetişeceği güne kadar, halktan seçilecek müsait tiplerle film çekmek lazım.

Sun’ilikten kurtulmak için bundan başka bir çare yoktur.

Profesyonel olmayan aktörlerle çalışmak başta rejisörün yükünü ve mesuliyetini artırır fakat şu nokta unutulmamalı ki, kötü bir rejisörün elinde en kuvvetli aktörler mahvolduğu halde, iyi bir rejisörün elinde çehreleri ve plastik vasıfları bakımından elverişli olan kimseler canlı bir şahsiyet yaratabilirler.

Bu günkü duruma göre ikinci şekil imkan dışında değildir.

İşin doğrusunu isterseniz sinema işi devlet işidir.

Bunu ayrı bir yazıda izah etmek icab eder.

Kaynakça:

1.      S. Haluk Uygur, 2012,“Abidin Dino Evine Dönüyor”

2.      Ferit Edgü, 2002,“Abidin Londra’da Dünya Kupası Maçlarını Filme Alırken”

3.      Hatice Karakuş, “ Atatürk ve Sinema Üzerine”, Hukuk Gündemi, Atatürk Özel Sayısı, 2013, syf: 102-104.

4.      “Birkaç Satırla 20 Yılda Türk Sanatı Anahatları”, Türk sözü Gazetesi, 23 Birinci Teşrin 1943

5.      “Dertli Pınar” Münasebetile Türk Sinemacılığının Hali”, Türk Sözü Gazetesi, 28 Mart 1944

6.      Münir Hayri Egeli, 1954, “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar”

7.      Esra Biryıldız, “Atatürk ve Sinema”,Marmara İletişim Dergisi, Sayı:7,Temmuz 1994, syf:251-256.

8.      Turhan Gürkan, “Sinemamızda Kurtuluş Savaşı”, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Ağustos 1989.

9.      Erman Şener, “Atatürk ve Sanat”, Ses Dergisi, Sayı: 46, 8 Kasım 1969.




Sayı 31 (Mart - Nisan 2016)

Bu yazı 6607 defa okundu.