2012 Yazı, Temmuz Başı…

201207070724471Bodrum’a karadan 25 dakika, denizden 2 saatlik mesafedeki Orak Adası'nda bir koyda, şairin “Akşamın Olduğu Yer” diye tanımladığı yer ve zamandayız… Sancağımızda bir gulet; iskelemizde ise bir motor yat… Demir atıp kayalara kıçtan koltuk almışız; derinlik 6–7 metre; ama su o kadar berrak ki kumları sayarsın… Yelkenle yaptığımız seyir sonrası geldiğimiz bu yerde; yüzmüşüz, serinlemişiz, keyifliyiz…

Adana Yelken Kulübü üyesi olmalarının yanı sıra Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinin değerli hocaları da olan misafirlerim, günün yorgunluğu ile havuzlukta kestirirken martı seslerine karışan kanarya cıvıltısına uyandılar! Kulak kabartınca; yanımızdaki guletin güvertesinde bulunan kafes ve gönderdeki bayrak dikkatimizi çekti. Meğer Fenerbahçe Cumhuriyeti'ne komşu bağlanmışız… Gönderde Fenerbahçe bayrağı ve kafeste kanarya!
Bir kere gözümüz dışarıya kaydı ya… Bir de baktık diğer yanımızda ki komşularımız sanki kuzey ülkelerinden… Motor yatın güvertesinde incecik ipkinileri ile serilmiş yatan güzel mi güzel iki genç kadın, güneşin zararlı ışınlarından korunmak için olsa gerek; bronzlaşmış vücutlarını yağlıyorlardı… İşte o an, aklıma ünlü şairimiz Orhan Veli’nin dizileri geldi… Olmaz ki! Öylede yatılmaz ki!


 

20120706102351_1

SERE SERPE

Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;

Entarisi sıyrılmış, hafiften;

Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;

Bir eliyle de göğsünü tutmuş.

İçinde kötülüğü yok, biliyorum;

Yok, benim de yok ama…

Olmaz ki!

Böyle de yatılmaz ki!

Orhan Veli Kanık

 

Deniz havası hepimizi acıktırmıştı… Volkan ve Emre yemek hazırlığına giriştiler… Ne de olsa Nihat ve Atilla hocalarının asistanlığı burada da işliyor diye düşünmüştüm ama yanılmışım… Aslında mutfakta usta olduklarından işi şansa bırakmayıp gönüllü olmuşlar… Hazırladıkları yemekler ve salata nefis olmuştu; afiyetle yedik.

Gece, yıldızların ışığında girdiğimiz denizde yüzerken parmaklarımız arasında oluşan yakamozlar, siz deyin; ateş böcekleri, ben diyeyim; yellenmiş kömür ateşinden sıçrayan kıvılcımlar misali…

 

Sabah kahvaltısından sonra demir alıp, hafiften esmeye başlayan rüzgârla yelkenlerimizi doldurduk. Rotamız: Çökertme.

Mavi Yolculuk yapan teknelerin, Gökova Körfezi'ne girerken de, çıkarken de uğradığı bir liman Çökertme… Körfezin kuzeyinde ve ortalarında olan koyda, restaurant ve motel olarak hizmet veren birkaç işletme var. Biz, yılların verdiği alışkanlık ve derinleşmiş dostlukla; yerli ve yabancı yatçılara yıllardır verdiği iyi hizmet ile haklı bir şöhrete sahip, Mahir Vurmaz (Angaralı Korsan Mahir) tarafından işletilen “Rose Mary Restaurant”ın iskelesine bağlandık.”

Orak Adası'nda demirleme eğitimi almış olan misafirlerim ki artık iyi birer tayfa olmuşlardı; burada da, baştan tonoz halatı alarak iskeleye bağlanmayı öğrenmiş oldular.
Omuzuna tünemiş papağanı ve başında ki kurukafa motifli korsan bandanası ile Mahir bizi iskelede karşıladı. Ben teknenin tatlı su ile yıkanması, toparlanması ile meşgulken iki gündür teknede olan tayfalar karaya çıkıp tavla oynayarak vakit geçirdiler.
Güneşin batmasına yakın, temizlenmiş teknenin havuzluğunda yaşadığımız “Happy Hours” anında münazara konusu: “Hangi yatırım aracı tercih edilmeli? Sorusuna verilen cevaplardı… Bir taraf, nakitte kalınmalı, AB karışım ya da likit fonlar tercih edilmeli, bireysel emeklilik iyi bir yatırım falan derken diğer bir taraf, uygun faizle borçlanarak yatırım yapılmasının daha doğru olacağı, bordro mahkumlarının başka da çaresi olmadığı görüşünü savunuyordu… Nihat hocam, “Ayağını yorganına göre uzatacaksın” derken bordro ile çalışanların asla iflas etmediklerini ve ticari başarı hikâyelerinin hep anlatıldığını bunun yanında intihar hikâyelerinin ise ne yazık ki es geçildiğini söyleyerek günün bombasını patlattı... “Yorganı kalın olanın ossuruğu kokmazmış”

Gala yemeğini döndüğümüzde Bodrum’a almayı düşünüyorduk ama akşamüzeri yükselen mehtap ve vitrinli buzdolabında gördüğümüz nefis mezeler bize karar değiştirtti. Çökertmede yemek daha keyifli olacaktı!

Masamız iskelenin üzerindeydi… Koyu çevreleyen tepenin ardından yükselen mehtabın ışığı, hafif esinti ile ürpermiş denizde yansıyarak ayağımıza kadar uzanmıştı… Atilla’nın, siparişleri alan garsona “Bir büyük ile başlayalım” dediğini duyduğumda, Rakı- Balık gecesinin uzun olacağının sinyallerini de almış oldum.
Rakının vazgeçilmezleri olan kavun ve beyaz peynire; köpoğlu, fava, deniz börülcesi, süzme yoğurtlu semizotu, közde biber ve ara sıcak olarak gelen kalamar ve karides tavalar eşlik ettikten ve büyükler(!) bittikten sonra ana yemek geldi…
Nar gibi kızarmış orfoz, büyücek bir tepsi içinde, yanlıklarla süslenmiş yatıyordu…
Hem gemici, hem garson hem de Kahraman Maraşlı olan Abdullah, balığı ayıklayarak tabaklarımıza servis ettiğinde mehtap oldukça yükselmişti… Afiyetle yedik.

Ben bu tok midelerle nasıl uyuyacağımızı düşünürken masamıza, müesseseden, ateşte hafif yakılmış tahin helvası gelmez mi? Eee tatlı gelince diğerleri ayağa kalkarmış! Onu da yedik.

Yemek boyunca dinlediğimiz müzik sesinin iyice kısılmış; bizim sesimizin de gecenin sessizliğinde çınladığını algılayıp tekneye geçtiğimizde komşu tekneler çoktaan yatmışlardı.

 

Uzun ve keyifli bir kahvaltı sonrasında yine yelken seyri ile Bodrum Marina’ya döndüğümüzde artık tekneye iyice alışmış olan konuklarım, yanaşırken de hatasız katkı sağlayarak ilerisi için iyi birer denizci olacaklarını gösterdiler.

Ayrılık vakti geldiğinde, Güneyin sıcaklığıyla sarmaş dolaş, Adana’da buluşmak dileği ile vedalaştık.




Sayı 18 (Ocak - Şubat 2014)

Bu yazı 4151 defa okundu.