Sonsuzluk Yolcusu İnsan (İnsan-ı Kâmil - 6)

Tanrı’yı gökte aramayınız...
*“...O her an yeni bir iş ve oluştadır
* (Kur’an; Rahman s, 29)

Anlama Yolculuğu

Değerli okurlarım, hepimiz anlama yolcularıyız sorularımız var.
Cevapları kutsal beyanlarda, doğadaki işaretlerde ve bilimin ışığında arıyoruz.
Sorularımız yanıtlandıkça çoğalıyor:
"Evren Büyük Patlama ile var oldu?" derken...
"Evreni oluşturan o müthiş enerji nereden çıkıp geldi?" sorusu sıraya giriyor.
"Varolan herşeyi Tanrı yarattı. Varoluş, bir sonuçtur. İlk neden olmadan sonuçlar doğabilir miydi!?"
şeklinde cevaplar verildiğinde ise; “ Yaratılışın doğası nedir? “ sorusu devreye giriyor.
Bilim evrenin nasıl var olduğunu kuramlar üreterek; kutsal metinler ise, doğrudan bilgi vererek anlatıyor . Bilim, evreni yoklukta belirip ortaya çıktı, diyor.
Kutsal beşanlar ise; her şey Tanrı tarafından yaratıldı, diyor.
Bilim, canlı varlıklar evrim geçirerek gelişiyor olgunlaşıyor, diyor.
Kutsal metinler de kainatta bir tekâmül düzeni olduğunu haber veriyor; yaratılışın tedricen ortaya çıktığını gösteriyor. ( Bkz: Kur’an-ı Kerim; Enbiya, 30; Zariyat, 47; Fussilet, 11 ve Kitabı Mukaddes Tekvin bölümü ayetleri).

Kadim Bilgelerden Günümüze

Antik çağın bilgeleri gökyüzünde beliren yıldız okyanuslarına bakmışlar ve düşünmüşler.
Gökyüzünün lacivert koynunda uzanan sırları anlamaya çalışmışlar.
Aristoteles durağan ve ezelî (hep var olan) bir evrenden söz etmiş.
Batlamyus Dünya’yı merkeze koymuş Güneş’in onun çevresinde döndüğünü söylemiş. Kopernik gelmiş bu kabulü değiştirmiş; Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü göstermiş. İsaac Newton evrensel  kütle çekimini ve hareketin üç kanununu keşfetmiş.
Araştırmalar sonuç verdikçe bilimsel kuramlar da değişmiş yenilenmiş.
Her yeni bilgi yeni ufuklar açmış. 20 yüzyıla gelindiğinde Albert Einstein’ın Kütle Çekim kuramı ( Genel görelilik Teorisi bilimde devrimsel etkiler yaratmış.
Edvin Hubble, evenin genişlediğini göstermiş.
Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi papaz Georges Lemaître evrenin, Büyük Patlama ile ortaya çıktığını ve bir başlangıcı olduğunu tespit etmişler. Penzias ve Wilson uzay zamanın her noktasındaki kozmik arkaplan ışımasını (radyasyon) tespit edip deneysel olarak kanıtlamışlar.
Böylece evrenin bebeklik fotoğrafı (o ilk evrede nasıl göründüğü) ortaya çıkarılmış.
Stephen Hawking kuantum fiziğinin, karadeliklerin gizledği sırların kapılarını açmış.
Sonuç olarak günümüzde gelinen nokta Papa XII. Pius’u haklı çıkarıyor:
“Bilim açtığı her kapının ardında Yüce Tanrı ile karşılaşıyor.”

Bilime ve Kutsal Metinlere Göre Varoluşun Öyküsü

Büyük Patlama kuramına göre evren, 13. 7 milyar yıl önce ortaya çıktı.
Çıkış anından itibaren de genişliyor. Evrenin ilk evresindeki ışımanın (kozmik arkaplan radyasyonu) günümüze kadar ulaştığı; halen uzay-zamanın her noktasında mevcut olduğu bilimsel deneylerle kanıtlandı. Evrenin genişlemesi, kozmik arkaplan ışıması ve helyum gazının uzaydaki çok miktarda bulunması; Büyük Patlama kuramını doğrulayan kanıtlardır.
Aslında Albert Einstein, matematiksel olarak evrenin bir başlangıcı olması gerektiğini göstermişti. Bu matematiksel öngörüyü kozmik arkaplan ışımasının keşfi doğruladı.
Fizikçiler halen Einstein’in önerdiği kütle çekim dalgalarını anlamaya uğraşıyorlar. Einstein evrenin, genişlerken, kütleçekim kuvvetinin uzay-zamanı büktüğünü gösterdi.
Dikkat çekici olan atla deve ile seyahat edilen, mızrakla kılıçla savaşılan dönemde insanlara tebliğ edilen dogmatik bilgilerin uzay çağının bilimsel bulgularıyla doğrulanmasıdır.
Papa XII. Pius’u haklı çıkaran da budur. Çünkü Kutsal Kitap ve Kur’an’da anlatılan yaratılış ile bilimin anlattığı evrenin varoluş öyküsü örtüşmektedir:
Kur’an evrenin yekpare gaz bulutu halini aldığını ve genişlediğini bildiriyor:

Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk.
Hiç kuşkusuz biz genişleticileriz.” - ( Zariyat s, 47)

O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık.
Her canlı şeyi sudan oluşturduk. Hâlâ iman etmeyecekler mi?” – (Enbiya s, 30)

Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin.’ Onlar şöyle dediler: İsteyerek geldik.” /
Böylece onları, iki *gün içinde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık.
İşte bunlar Azîz ve Alim olanın takdiridir.” – ( Fussilet s, 11 ve 12)

* Âyetlerde geçen gün kavramını dünya günü olarak algılamayalım; kutsal metinlerde sözü edilen gün kavramı bir evreyi yani uzun dönemi anlatır; kastedilen dönemler, biz insanların zaman algımıza göre çok uzun sürelere tekabül edebilir.

Kutsal Kitap’ın Tekvin bölümü 1-3. ayetlerindeki bilgiler şöyledir:

1- “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.”
2- “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
3- “Tanrı ışık olsun diye buyurdu ve ışık oldu”
* ( Kutsal Kitap, Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşur).

Mistik Düşüncenin Yaratılış Anlayışı Ve İnsan-ı Kâmil

Değerli okurlarım,

Ayetler de bilimsel tespitler de evrende bir tekâmül düzeninin olduğunu gösteriyor: Hiçlikten gelen boşlukta bir ışık noktası halinde beliren o gizemli ve muhteşem enerjinin genişleyerek uzay-zamanı oluşturması...O ilk parlayışın hızıyla genişleyen evrenin soğumaya başlayarak yekpare bir gaz bulutu (duman) halini alması...O tek parça halindeki dumanın bölünüp ayrılarak gezegenleri, yıldızları ve galaksileri meydana getirmeye başlaması...O enerji dalgasının başlangıçtaki müthiş sıcaklık ve yoğunluğunun süreç içerisinde azalarak kozmik arkaplan ışımasına dönüşerek uzay-zamanın tamamına yayılması. Bütün bunlar, evrenin oluşumuyla başlayan ve tedricen ortaya çıkan, birbirini tamamlayarak gelişen durumlardır: Bir önceki hâl, bir sonraki duruma doğru evrilip gelişerek değişmiş, yani; tekâmül etmiştir:

Başlangıçta toplu iğne başından daha ufak bir zerre noktacık halinde hiçlikten fışkıran enerji dalgası, sürecin devamında genişleyip yayılarak, günümüzdeki devasa büyüklüklerin evrenini oluşturmuş bulunuyor. Bu süreç devam etmektedir.

Uzay-zaman artan bir hızla genişlemektedir. Sonsuzun içinde binlerce kilometrelik hızlarla akan gök cisimleri; gezgenler, yıldızlar, galaksiler ve uzayı kaplayan enerji alanları; varış noktaları meçhul hedeflere doğru hep birlikte hareket halindedir.

Kabala Düşüncesine Göre Yaratılışın Tezahürü

Mistik düşünürlerin yüzyıllar önce dile getirdiği açıklamalar çağdaş bilimle çelişmiyor. Bir örnek verelim... Kabalist düşünür İsaac Luria (Ölüm;1572 ) Yaratılışın tezahürünü yüzlerce yıl önce şöyle anlatmış:

Tüm şeyler yaratılmadan önce yalnızca Tanrısal Işık vardı ve tüm varoluşu dolduruyordu. Hiç bir boşluk yoktu. Ve O’nun saf iradesi tüm evrenleri yaratmaya karar verdiğinde O, ışığını kenarlara doğru çekerek (ortada) boşaltılmış bir hacim yarattı. Bu boşluk mükemmel biçimde bir küre gibi) yuvarlaktı. Bu kenara çekme bittikten sonra tüm şeylerin yaratılabileceği bir yer oluşmuştu. Ve O, Sınırsız Işığından bir (ışık) ipliği çekti ve onu bu boş hacime getirdi. İşte bu ince ışın sayesinde Sınırsız Işık aşağıya indirilmiş oldu.”
-(A.Akıncı; Sınırsıza Yolculuk s, 74-75)

Devam edelim:

Tanrısal Sınırsız Işığın büzülmesi sayesinde yaratılan ve reshimu’nun (Tanrısal Işığın kalıntısının) potansiyel varlığıyla doldurduğu *vakumun ‘gecesinde’ Yaratıcı ezeli karanlığın içerisine İlahi Işığın bir ışınını ‘gönderdi. "Sabahın’ ışınını."
(Zohar, 13.yy)
Yaratılış sürecinin bu aşamasında Yaratıcı, Kendi içine doğru çekilmesi sonucu yarattığı o sonsuz karanlığın içine Sınırsız Işığından ince bir ışık ışını (ışın iplikçiği) gönderir. İşte bu nokta bizim sonlu fiziksel âlemimizin şekillenmeye başladığı noktadır.” (a g e; s, 78)

*Vakum: Boşluk demektir.
*Sabahın ışını sembolü, Tanrı’nın heryerde varoluşunun açığa çıkışını, anlatır.

Değerli okurlarım,

Mistik bilgeler bilimin günümüzde yaptığı bazı tespitleri, mesela evrenin ortaya çıkış şeklini, yüzyıllar önce dile getirmişler: Boşlukta beliren bir ışık ışını, o ışından tezahür eden enerjinin oluşturduğu evren. Görüldüğü üzere bilimsel verilerle kutsal beyanlar benzer bir var oluş öyküsü anlatıyor: Âlemler ve kapsadıkları herşey Tanrısal yaratıcı ışığın açığa çıkıp yayılmasıyla ile oluşmaya başladılar; uzay-zaman başlangıçtan günümüze aynı kudretin etkisi ile genişliyor ve yeni varlıklar böyle oluşuyor.

Soralım...
Âlemleri oluşturup ortaya çıkaran Tanrısal ışığın günümüze gelen kalıntısının, biliminin keşfedip kanıtladığı uzay-zamanın her noktasında mevcut bulunan kozmik arkaplan ışımasının yaydığı enerji olduğu düşünülemez mi?

Halen evreni (uzamzamanı) iterek genişleten güç o...
Zamanın başlangıcından günümüze gelen ve geleceğe de uzanmakta olan bu kudretin Tanrısal olduğu niçin düşünülüp öne sürülemez olsun?!

* * *

Sufî bilgelerin Kur’an ayetleri ve Hz Peygamber’in sözlerine dayanarak yaptıkları yorumlar da benzer mahiyettedir; günümüzde keşfedilenlerin haberini asırlar öncesinden vermişlerdir: Sufî düşünceye göre varolan herşey Allah’ın yarattığı İlk Nûr’dan ( İlk Işık’tan) tezahür ederek kainat aynasına yansımaktadır. Ve söz konusu yaratıcı tezahür süreklidir: *Mevcudat, varlığını, nûr üzerinden sürekli yenilenen yaratılış ile muhafaza etmekte ve yenilemektedir (halkun cedid).
*(Mevcudat, varolan herşey demektir).

* * *

İnsanlık yalın bir hakikatle yüz yüzedir:
Big bang kuramı kanıtlandı...
Evrenin ezelî olmadığı bir başlangıcı bulunduğu gösterildi.
Başlangıçtan öncesinin ise hiçlik diye anılan bir gizem olduğunu bilim adamları söylüyorlar. Gizem, yani; duyuları aşan; aklımızın doğal durumunda, varoluşu ve özü bize kapalı, saklı kalan şey.
Bilim, varoluş hiçlikten çıktı, diyor.
Kutsal metinler ise Tanrı yarattı demektedir.
Aralarında bir fark var mı!?

* * *

Aslında taraflar aynı gerçeği farklı söylemlerle dile getiriyorlar:
Bir taraf Yaratıcı Kudreti hiçlik ya da madde şeklinde tasarlıyor öyle anıyor; diğeri ise aşkın bir kudret var o da Tanrı’dır diyor. Aslında taraflar apaçık gerçeği nasıl adlandıracakları hususunda anlaşamıyor gibiler: Ataeistler madde ezelîdir (hep vardı), yaşam rastlantıların ürünüdür kendiliğinden ortaya çıkmıştır, diyorlar. Yaratılışı savunanlar ise; görebildiğimiz ve göremediğimiz her şeyi, Allah yarattı, diyorlar.

* * *

İnsanın var oluşunu...Doğadaki çeşitliliği...Evrendeki muhteşem dengeyi.
Sonsuzun içinde uzanan yıldız okyanuslarını. Doğuş-ölüş-yeniden doğuş halinde yenilenen yaratılışı...Bu saydıklarımız elle tutarak, gözle görerek idrak edebilir durumda olan bir gerçekliktir; her varlık, kendi varoluş mucizesinin kanıtı gibidir.
Söz konusu varlıkları düşünüp tasarlayan, yaratıp ortaya çıkaran aşkın ve yüce bir şuurun; bu bilinçten fışkıran bir yaratıcı yapıp-edici Kudret’in mevcut olması gerektiği inkâr edilemez bir hakikattir. Ancak tanrı tanımazlar (ataeist) düşünce “ Hayır “ diye itiraz ediyor: “ Varoluş kendiliğinden, rastlantıların sonucu olarak ortaya çıktı ” diyor.
Yaratıcı’nın var olduğuna değil tesadüflerin yaratıcı olduğuna inanmayı (!) tercih ediyorlar. “ Maddenin bilinci olabilir” diye kabulleniyorlar;
“Maddenin bilinci var ise; ona söz konusu bilinci hangi kudret bahşetti? “ sorusunu ise görmezden gelmeyi tercih ediyorlar!

Şu sorular üzerinde düşünülse yararlı olur:

“ 'Kendiliğinden oluşma’ diye anılan o yapıp-edici kudret, niçin; Tanrı’nın yaratıcı kudreti olmasın? ” Ve:
“ Alemleri, zeki yaşamı ortaya çıkaran; doğa yasalarını koyup işlevsel kılan; denge düzenini kurup koruyan O Muhteşem Bilinç, niçinYüce Tanrı olmasın?

O’nu göremediğimiz için mi!?
Peki, biz insanlar, düşüncelerimizi elle tutup gözle görebiliyor muyuz?

İnsan-ı Kâmil’in Yaratılış Süreci İçindeki Yeri

İnsan-ı kâmil, mistik düşüncenin yaratılış anlayışında odak noktadadır:
İlahî tecellîlerin mazharı, yani; yaratılışın /yaratılanların hiçlikten zuhûr edip (fışkırıp) göründükleri yerdir. Yüce Tanrı’nın yaratıcı kudreti, kainat aynasına, İnsan-ı kâmil’den tezahür ederek aksetmektedir.

* * *

İlahiyat Prof. Y.Nuri Öztürk İnsan-ı kâmil için şöyle söylüyor:
Sûfi düşüncenin bahsettiği insan-ı kâmil farklı değerler yüklenen ve sistemin ontolojik bir parçası halinde ele alınan bir kavram ve bir varlıktır.”
Ve şöyle tamamlıyor:
Kâmil insan bir külli (tümel) ruhtur. Her şeyden önce o normal insana göre daha üst bir toplayıcı ortamdır.” - (Y.N Öztürk; Mevlana ve İnsan, 52)

Bundan ne anlamalıyız?
Profesör Öztürk, insan-ı kâmilin, sûfi düşünce sisteminin ontolojik (varoluş ile ilgili ) bir parçası olduğu hususuna dikkatleri çekiyor. “Bir varlıktır” diyerek de; sufi düşünceye göre: insan-ı kâmilin onotolojik olarak mevcut olduğunun kabul edildiği hususunun altını çiziyor. Bu insanı-ı kâmil; insanlığın bütününü kapsayan mahiyetteki bir üst toplayıcı ortamdır. Beşeri varlık olarak da insan toplayıcı varlıktır, ama; yukarıda yapılan açıklamaya göre insanoğlunun toplayıcı ortam olması hali mikro ölçektedir.
Ona mikro kozmos denilmesi de ondandır.
Ontolojik varlığının yanı sıra insan-ı kâmil aynı zamanda, farklı değerler yüklenen bir kavramdır; her insanın, tekâmül edip bilgelik kazanarak ulaşması gereken seviyeyi gösterir.
Değerli okurlarım varabildiğimiz sonuçlar şöyle:
Allah’ın yaratışının âleme yansıması mertebeler halinde olmaktadır.
İnsan-ı kâmil diye anılan mertebe Tanrısal yaratılışın ilk ışımasıdır.
Sufîlerin yaratılan bu varlığı, “İlk nûr” diye anmaları bu sebebe dayanmaktadır.

Kutsal beyanlar ile bilim bu noktada çelişmiyor, buluşuyor:
Big Bang kuramına göre evren boşlukta bir ışık noktacığı halinde belirdi.
Kutsal beyanlar da Tanrı’nın yarattığı ilk şeyin zerre noktacık halinde tecellî ettiğini bildiriyor. Büyük Patlama kuramının evrenin varoluşuna ilişkin tasvir ettiği boşlukta beliren enerjinin bir ateş topu olması hali ile kutsal metinlerde anlatılan yaratılış tasviri (betimlemesi) birbirini aynıdır. Kutsal metinler nûr/ışık, diyerek; bilim ise ışıyan enerji küresi şeklinde ifade ediyorlar.
Aralarında hiç bir fark yoktur; aynı öyküyü anlattıkları ortada....
Evrenin genişlediği bilgisi de ortak (Yukarıda ilgili Kur’an ayetleri bildirilmişti).

* * *

Değerli okurlarım biz; Kur’an’da bildirilenlere, İslâm Peygamberi’nin sözlerine göre düşünür ona göre inanırız. İnsanların Tanrı’yı tasavvur edip algılayış biçimleri farklı olabilir. Yaratılışın doğasını açıklama biçimleri de aynı olmayabilir.
Bu farklılıklar asıl hakikati değiştiremez. Düşünce plânında görülen karşıtlıklar ve tartışmalar yararlıdır; tarafları araştırmaya öğrenmeye yönlendirir.
Bilim, ihtiyaçların ve çatışmaların ürünüdür; yollar çok, varılacak yer ise aynıdır.

Aklın Sınırları ve Paradoksal Gerçeklik

*Büyük Patlama anında hiçlikten fışkıran enerji genişleme süreci zarfında uzay-zamanı oluşturdu maddeyi ve günümüzdeki evreni ortaya çıkardı. Enerji noktacığı başlangıçta bir protondan bile küçüktü. O ışıyan enerji küresinden, aralarındaki mesafeler *ışık yılları ile ölçülen, devasa büyüklüklerin evreni meydana geldi.
*(Işık saniyede 300.000 km hızla hareket eder; bir ışık yılında katedilebilen mesafe yaklaşık 10 trilyon kilometredir).
* Büyük Patlama adı yanıltıcı olabilir; çünkü evrenin ortaya çıkışında patlama söz konusu değil; boşlukta beliren enerji küresinin müthiş bir hızla genişlemesi söz konusudur.

Değerli okurlarım,
Evrenin yüzde 23’ün kara madde, yüzde 73’ü de kara enerji. Bu hesaba göre evrenin % 96’sı görünmez halde. Geriye kalan %4’nün ise yarısı kadarı gözlenebilmiş.
Evrende 300 milyar galaksi var. Bu, Samanyolu, Andromeda gibi büyük gökadalarının sayısıdır. Cüce galaksiler bu hesapta yoktur.
Onların sayılarının da 7-8 trilyon dolayında olduğu tahmin ediliyor.
Bunlar galaksiler; peki ya yıldızlar?
Her büyük galakside 50 milyardan bir kaç trilyona kadar varan sayıda yıldız var.
Cüce galaksilerde ise sayılardı 10-15 milyara varan miktarda yıldız mevcut.
Görüldüğü üzere evrenin sayısal ve küresel büyüklükleri ürpertici boyutlarda. Biz insanlar ise hem bu gerçekliği görüyoruz, hem de evrendeki tek zeki yaratık olduğumuzu düşünüyoruz!

* * *

Big Bang’den önce ne vardı?
Evreni oluşturan o muazzam enerji nereden çıkıp geldi?
Bilim bu soruları cevaplayamıyor.
Karadelikler, kara madde, karanlık enerji, kütle çekimi ve boşluk enerjisi denilen bilinmezlikler dizisi gizemlerini koruyor. İnsan, bu devasa büyüklüklerin içindeki bir mini noktadır. Ama bu zerre noktacık düşünebiliyor. Sonsuzun içinde oşık okyanusları halinde dalgalanarak akan kozmosu sorguluyor:
Uzay-zaman sonsuz mudur, sınırlı mı? Evren tek midir çok mu?
İnsan, yaratılışın odağındaki varlık mıdır? Ölüm son mudur?
Nereden geldik nereye gidiyoruz?
Cevapları ararken aklın sınırlarını zorlayan paradokslar ortaya çıkıyor.
Değerli okurlarım gelin anlama yolculuğumuza yeni bir başlık açarak devam edelim:
Varolan her şeyin maddesel varlığının yanı sıra ruhu da olabilir mi?"

Kozmosun Ruhu ve Bedeni Var mıdır?

Sufî düşünceye göre kainat (kozmos), İnsan-ı Kebîrdir (Büyük İnsan).
Biz insanoğulları ise onun mikro ölçekteki hâliyiz.
İnsan-ı Kebîr’de ne varsa, beşerde de o vardır.
Kabalistler de farklı düşünmüyor:
Kabala’daki Tanrısal İnsan (Adam Kadmon) sembolü kozmosun kendisinin de – aynı insanda olduğu gibi - hem bir ruh hem de bir bedene sahip olduğu fikrini ortaya koyuyor.
“Kabala Adam Kadmon’un, *ilksel atmosferde oluşan vakumun (boşluk) içine ilk olarak işleyen İlahî Işığın ışını (kav) tarafından açığa çıktığını öğretir.”
(A. Akıncı; Sınırsıza Yolculuk, 79-80)

*(BİLGİ: Adam Kadmon ve İlksel Atmosfer konuları“İnsan-ı Kâmil - 4 “ başlıklı yazımızda etraflıca anlatılmıştır önceki yazılarımızın listesinden bakılabilir).

"Tanrı Sûretinde Yaratılan İnsan"

Kabala’daki “ Tanrısal İnsan bulunduğu bu en üst âlemde sadece tanrısalın tecellîlerini ve alt âlemlerin oluşmasını sağlamaz, aynı zamanda onların yeniden yapılanması ve düzeltilmesi süreçlerini de yönetir. “ ( A. Akıncı; Sınırsıza Yolculuk, 82)
“Bu proses (süreç) gereği Tanrısal İnsan’dan çıkan ışıklar kırılmış kapları yıkar arındırır ve onların sûretlere dönüşerek düzeltilmelerini sağlar. Buna göre Tanrısal İnsan sadece âlemin oluşumunun değil onun kurtuluşunun da bir aracıdır.
Adam Kadmon’un tanrısal tezahürün içindeki ana amacı ise Yaratıcı’dan yansıyan ışıkları tutmak, içinde taşımak ve daha sonra dış gerçekliğe yayabilmek için onları tutacak kaplar oluşturmaktır.
Tezahürün bundan sonraki aşamaları Adam Kadmon’un tezahürü ile devam eder
Yani âlemin kurtuluşunu sağlamak ve onu yeniden geldiği Tanrısal kaynağa geri döndürmek, Kabala’ya göre erkek ve kadını bir arada ifade eden insanın elindedir.
İşte Tanrı’nın sûretinde yaratılan insandan kastedilen budur. Kabala’ya göre insan fiziksel ve ruhsal özellikleriyle tüm Yaratılış’ın bir minyatürüdür. “ ( a g e, 82)

Değerli okurlarım,
Kabala’da kaplar şeklinde anılan sembol; ilahî ışımanın âleme aksetmesinde rol oynayan kanalları (sefirot) anlatır. (Kabala’ya göre Yaratılış, sefirotik sistemin kanalları üzerinden tezahür ederek âlemleri oluşturur; sefirotun anlamı ise, parıltıdır).
Yaratıcı tecellî ve İnsan-ı Kâmil konularında Kabala düşünürleri böyle söylüyorlar.
Şimdi Tasavvuf bilgelerine gidelim.

Yaratılış ve Oluşta İnsan-ı Kâmil’in Rolü

Sufî Düşünceye göre: “Varlık Birdir”
Tasavvuf, Yaratılışın, Cenabı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellîsi olduğunu söyler. Buna göre, yoktan var edilen bir şey yoktur; her şey (mevcûdât) Yüce Tanrı’nın isim ve sıfatlarının tezahürü (belirişleri), görünüşleridir.
Vahdet-i vücûd ekolüne mensup sufîler, “ Varlık birdir ve onda ikilik bulunması imkansızdır “ derler Sufî düşünce ve inanışa göre tek bir hakikat vardır: Yüce Tanrı.
Yaratan-yaratılan ikiliğini geçersiz kılmak amacıyla zuhûr ve tecellî kavramlarını kullanır âlemi de buna göre tarif ederler: Bu tek hakikat tecellî (kendini ifşa) ederek yaratma iradesini kainat aynasına yansıtır. “ Âlem bu tek hakikatin tecellîler mertebesi veya zuhûr mertebelerinden ibarettir.” (A.Cîlî; Hakîkat-i Muhammediye syf; 22)

Cîlî’nin yukarıdaki ifadesi şöyle açıklanabilir:
Âlem (yaratılmış herşeyin kapsamında yer alıp görünür olduğu ortam), tek hakikat olan Yüce Tanrı’nın isim ve sıfatlarının görünmez âlemden çıkış yaparak görünür hâl aldığı mertebedir.

Saklı Âlemden Görünür Âleme Çıkış (Zuhûr ve Tecellî)

Değerli okurlarım zuhur, bir şeyin ortaya çıkması, aşikâr (apaçık meydanda) olmasıdır.
Hakk’ın zuhuru, dendiğinde; Allah’ın kendisine ait isimlerde ve sıfatlarda tecellî ettiği anlaşılmalıdır. Zira eşyâ (yaratılmış nesnelerin tamamı), ilahî isim ve sıfatların görünüşlerdir.
Tecellî, Arapça sözlükte, bir şeyin açılması, ortaya çıkması anlamına gelen bir kökten türemiştir. Varlık açısından tecellî, gayb mertebesinde (görünmez âlemde) olanın zuhûr mertebesine (görünür âleme) çıkması demektir.

Yaratma eylemi de esasen bu değil midir; gaipten, görünmez âlemden, Tanrı’nın istemesiyle, varlığın fışkırarak tedricen oluşup ortaya çıkması.
Tecellî kavramı, Cenabı Hakk için kullanıldığında, Hakk’ın zâtını ( Kendisini / Özü’nü) bütün isim ve sıfatlarıyla açığa vurması demek olur.” – ( Abdulkerim Cîlî; Hakikatı Muhameddiyye, Tecellî md.)
Sûfî anlayışa göre tek bir hakikat vardır. Bu hakikat kendisini örtüp saklayan gayb perdesini tecellî eylemiyle üzerinden kaldırmaktadır. Yüce Tanrı, isim ve sıfatlarının tecellî etmesiyle âlemde zuhûr eder varlıklar halinde görünür.

Tanrı’nın Âlem ile İrtibatı

Sufi bilge Molla A. Cami’ye göre varlık tecellîsi ve müşahede tecellîsi vardır. Vahdet-i vücûd düşüncesine göre: “ Varlık tecellîsi âlemin doğrudan ve dolaylı olarak Hakk’tan varlık almasıyla ilgilidir. Buna göre, Tanrı ile âlemin doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki türlü irtibatı vardır. Birinci irtibat Tanrı’nın her varlıkla olan özel irtibatı’dır. Bu irtibatla âlemde bulunan tek tek şeyler, Tanrı’dan, arada başka sebepler ve varlıklar bulunmaksızın doğrudan varlık alırlar. Yani her bir tikel varlıkta Tanrı tecellî eder ve bu varlık tecellîsi o tikeli (o parça oluşumu) var eder. Tanrı’nın âlemle bir de dolaylı irtibatı vardır. Bu irtibat, nedensellik silsilesiyle şeylerin meydana gelmesidir.

"Hakk Mutlak Varlıktır"

Vahdet-i vücûd düşüncesine göre, “Mutlak bir olandan yalnız bir çıkar.”
Bu ilke çerçevesinde,
Hakk’tan yalnızca bir şey zuhûr eder ki bu da varlık tecellîsidir.
Zira Hakk mutlak varlıktır.
Âlemdeki çokluk, Hakk’tan çıkan bu varlık tecellîsinin Hakk’ın isim ve sıfatlarının gölgesi konumunda olan *ayan-ı sabite mazharlarında ortaya çıkan görüntüsünden kaynaklanır. Âlem ile Cenabı Hakk’ın zâtının ilişkisini sağlayan etkenler ilahî isimler ve sıfatlardır.”

*A’yan-ı Sabite : Bu terim, eşyanın hakikatleri konumunda olan ilahî isimlerin Allah ilminde bulunan akledilir sûretlerini anlatır.
*Sûret: 1. Biçim, görünüş, 2. Yol, gidiş, hâl. 3. İslâm felsefesinde varlığın görünen yanı, beş duyu ile algılanan yönü.

Yok - Var / Sıfır - Bir Sembolleri Ne Anlatıyor?

Yok ve var, anlayışlarımıza göre tanımladığımız kavramlardır:
Buna göre: Sıfır, yokluğu...Bir ise, varlığı sembolize eder.
Aynı mantıkla söylersek: Bir, sıfırdan sonra gelir (yani sıfırdan çıkar)
Böylece sıfırdan bir ( yokluktan varlık) çıkmış olur.
Evvel Olan, yani yaratılıştan önce var olan ise sadece Yüce Tanrı’dır.
O’nun görkemidir var olan. Tanrı’ya mekân, boyut, sınır, zaman, biçim, başlangıç ve son izafe edilemez. O sonsuz derecede soyut olandır.
Biz insanların yok ve var anlayışına göre söylenir ise Tanrı, Hiçlik’tir.
Bu durumda Mutlak Yokluk ve Mutlak Varlık vardır. Sıfırdan birin çıkıp var olması gibi Mutlak Yokluktan tezahür ederek varlık ortaya çıkmıştır.

Değerli okurlarım yaratılışın doğası ister istemez paradoksal görünüm arz etmektedir.
Ne var ki mecburuz...Çünkü; aklın sınırlı kapasitesiyle Yüce Tanrı ve onun yaratma eylemi ancak bu kadarlık anlatılabiliyor.

Tasavvuftaki Devir Nazariyesi

Tasavvufî öğretide devir (devriyye), varlıkların Hakk'tan gelişini ve O'na dönüşünü açıklayan bir oluş nazariyesidir. Varlığı ve nesneleri, zuhûr ve tecellî esasına göre açıklayan mutasavvıflara göre mutlak varlıktan tecellî suretiyle zuhûr edip çıkan bir nesne, çeşitli değişim safhalarından geçtikten sonra, varlıkların en süflisi (aşağısı) olan madde mertebesine iner (nüzûl). Akabinde yükselmeye (uruc) başlayarak yine çeşitli merhalelerden geçerek geldiği noktaya ulaşır.
Mutlak varlıktan ayrıldıktan sonra inişe geçen ve alçalan bir nesne (umumi feyz, vücûd-ı sârî, mevcûd, ilahi nûr) sırayla külli akıl, dokuz akıl, dokuz unsur, dokuz felek, dört tabiat ve dört unsur (su, hava, toprak, ateş) seviyesine kadar düştükten sonra yükselişe geçerek yine sırayla madde, maden, bitki, hayvan, insân ve insân-ı kâmil seviyesine kadar çıkar.
Devir adı verilen bu yolculuk, 360 derecelik bir daire şeklinde izah edilir.
Daire, ortasından geçen ’hayali çizgi' ile 180 derecelik iki yay halinde ikiye ayrılır.
Devir yoluculuğu bu iki yay üzerinden iki *aşamada anlatılır: İniş ve yükseliş...

* * *

*Aşama  a. 1. Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye. 2. Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, adım, merhale

Tanrı, Tanrı’yı Seyrediyor

"İnsan-ı Kâmil Hakk’ın Gözüdür"

Demek oluyor ki Yaratılış; Yaratıcı’nın ilahî plânının, Kendi isim ve sıfatlarının tecellîleri halinde kainat aynasına aksetmesidir. Bizim varlık diye görüp algıladığımız her şey, tanrısal niteliklerin, hiçlikten varlığa ( âleme) çıkan görünüşleridir. Çokluk halinde görüp algıladığımız herşey aynı pırlantanın fasedleri gibidir; Tek ve BİR’in yansımaları...

Değerli okurlarım, anlatılanlardan Yüce Tanrı’nın Zâtı’nın (Özü’nün) tezahür edip çoğaldığı anlaşılmamalıdır: Tezahür eden Allah’ın Yaratma kudretidir Yaratılış aynasına belirişler halinde aksedip görünür olan Cenabı Allah’ın Zât’ı değil isim ve sıfatlarıdır.
Hem Tasavvuf bilgeleri hem de Kabala düşünürleri; bir yoktan var etme eyleminden söz etmiyorlar: “ Tek Bir Varlık mevcuttur; görünen her şey TEK ve BİR ’in yansımasıdır “ diyorlar. Velhasıl değerli okurlarım, kainat aynasında Tanrı, Tanrı’yı seyretmektedir.
İnsan-ı kâmil de işte bu noktada devreye giriyor.
Sûfîlerin deyişiyle:
İnsan-ı Kâmil Hakk’ın gözüdür. Hak âleme onunla bakarak rahmetini ulaştırır.
O, varlığın ruhudur da. Beden ruhsuz ayakta duramadığı gibi âlem de, bir nefes kâmil insansız olamaz…” - (Hacı Bayram Veli)

Değerli okurlarım İnsan-ı Kâmil ana başlıklı yazı serimiz devam edecek.

Yüce Tanrı’nın alemleri yaratışını ve insane lütfedilen hayat nimetini anlama yolculuğumuz; “ Âlemler, Varlığın Mahiyeti ve İnsan ” konusuna yoğunlaşarak sürecek. İnsan-ı Kâmil (7) başlıklı yazıda buluşmak üzere sağlıkla kalınız sevgi ve barış içinde olunuz.

Fevzi Acevit
Aralık-2015

Açıklamalar

Fotoğraflar, İnternet ortamında paylaşıma açık sunumlardan ve Nasa Yayınları’ndandır.
Bilgi Notları’nda kavramların anlamları açıklanmaktadır.
a g e: adı geçen eser kısaltmasıdır.
BTS: Büyük Türkçe Sözlük kısaltmasıdır.

Yararlanılan Kaynaklar

  • Abdül Kerîm el- Cîlî; İnsan-ı Kâmil

  • Abdül Kerîm el- Cîlî; Hakîkati Muhammediyye

  • İ b n Arabi, Nurlar Risalesi;

  • İ b n Arabi, Fütuhat;

  • İ b n Arabi, Fusus’ul Hikem

  • Ebu’l Alâ Afîfî; Fusûsu’l Hikem Okumaları İçin Anahtar

  • Mevlâna C.Rûmî; Mesnevi,

  • Mevlâna C.Rûmî; Divan-ı Kebir

  • Abdürrezzak Kaşani, Tasavvuf Sözlüğü

  • Prof. Dr Y.N. Öztürk: Kur’an-ı Kerim Meali,

  • Prof. Dr Y.N. Öztürk: “ Mevlana ve İnsan “

  • Prof. Dr Y.N. Öztürk: ; “Kur’an’ın Temel Kavramları “ ;

  • Prof. Dr Y.N. Öztürk: “ Din ve Fıtrat “ ;

  • Prof. Dr Y.N. Öztürk: “ Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf “

  • Profesör Dr Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri;

  • Profesör Dr Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi,

  • Ahmet Akıncı; Kabala- Sınırsıza Yolculuk

  • Diyanet, İslam Ansiklopedisi.

  • Ahmet Cevizci; Felsefe Sözlüğü

  • Ferit Devellioğlu; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat

  • Kütüb-i Sitte Hadis Külliyatı

  • Joseph Silk; Evrenin Kısa Tarihi

  • Ana Britanicca

  • İnternet ortamı: Wikipedi, Nasa Yayınları

 

 




Sayı 30 (Ocak - Şubat 2016)

Bu yazı 4818 defa okundu.