Şiirlerle Bir Adana Aşk Masalı - 1


Adana...2015

Deliçay Vadisi’nde Akşam Oluyor...

Vakit akşam üstüydü.

Güneş ufka iniyor güne vedaya hazırlanıyordu.

Toroslar mor renkli örtüsüne bürünmeye başlamıştı

* * *

Pelit fundasının yanına bir taşın üzerine oturmuş Deliçay Vadisi’ni seyrediyordum. Yamaçlarındaki çamlar zeytinliklerden oluşan ormanın bitiminden itibaren başlayan ekili alanlar Seyhan Gölü’ne kıyılarına kadar uzanıyordu.

* * *

Çam kokulu güney rüzgarının ılık soluğunu içime çektim.

Doğa ile buluşmanın dinlendirici huzurunu duyumsuyordum.

Sessizliği orman yaşamının küçük çıtırtıları rüzgarın yapraklarda seslenen şarkısı bölüyordu. Ağaçların rüzgarla söyleşisini dinlerken benliğim duygu ve düşünce evrenine kanatlanmıştı.

* * *

Hep merak etmişimdir...

Kuşlar niçin gün doğar ya da biterken şarkı söylerler?..”

İstanbul’da bülbül sesi dinlemek için alacakaranlıkta kalkıp Belgrat Ormanı’na giderlermiş. “ Neden sabah vaktinde?..” diye sordu zihnim yeniden.

Acaba...” diye düşündüm: “ Gün doğarken soluyarak uyanan doğayı, yaşamın bir kez daha yenilenişini mi selamlıyor kuşlar?..”

Zihnimdeki iç ses, “ Kuşlar gün batarken de şarkı söylüyorlar “ diye hatırlattı.

O vakitte de biten günle vedalaşıyor olmalılar...” diye cevap verdim kendime.


Seyhan’da “Bizim Koy“

Deliçay Vadisi’ne akşamın ilk gölgeleri iniyordu.

Seyhan’ın mavisi giderek koyulaşıyordu.

Seyhan’a bakarken okuldan kaçıp gölde yüzmeye gittiğimiz günleri anımsadım. Anılar zihnimin ekranını doluşuverdiler...

Günümüzdeki Tenis-Dağcılık Tesisi’nin yakınında bir mini koy vardı.

Şimdi artık yok. Menderes Bulvarı inşa edilirken o koy da doldurulmuş.

Böylece o mini ve güzel koy şehirden ve göl’den koparılmış.

Arkadaşlarla okulu kırar işte o koya gelirdik.

Dalmadan önce suyu bir güzel taşlardık.

Ne istiyorsunuz sudan!” demeyiniz...Mecburduk.

Çünkü koyda su yılanları olurdu. Taşlayınca kaçışırlardı. Yılanları taşlayıp uzaklaştırdıktan sonra da hoop...dalardık Mavi Seyhan’ın serin sularına.


Bir Zamanlar Adana

Hey gidi gençlik! “ diye içimi çektim yeniden.

Zihnimdeki iç ses yine soruyordu:

Zaman nasıl da hızlı aktı öyle?..

Bak işte gün akşam oluyor.

O ilk gençlik yılları nasıl da geçip gidiverdi birden?”
 

Evet öyle olmuştu...

Hızla geçip gitmişti gençlik bir nisan yağmuru gibi.

* * *

Bizim neslin ilk gençlik dönemi ellili yılların sonu ile altmışlı yılların başlarına düşüyor. O tarihte günümüzdekinden çok farklı bir Adana vardı.

Mor sümbüllü bağların...

Çiçek kokan bahçelerin kentiydi Adana.

Biz Adana gençleri işte o bağlardan erik, zerdali, incir, üzüm; bahçelerinden de gül çalardık. Kırmızı katmer güller vazoya koymak için değil sevgiliye vermek içindi. Çoğu zaman veremezdik o gonca gülleri sevgiliye. Neden mi veremezdik? Çünkü o dönemin Adana’sında gençler kolayca bir araya gelemezlerdi. Delikanlı yürek isterdi bunu yapabilmek için! Sevgiliye veremeyice biz de o gülleri, hatıra defterlerimizin renkli yaprakları arasına koyar da öyle saklardık. O gül yaprakları sevgiliyle beraber olmak gibi gelirdi bize; onun için koparmıştık ya bahçeden...

( Günümüzde artık güller de o iç bayıltan rayihasıyla kokmuyorlar.

Ticari meta haline getirilince çiçekler de değiştiler artık!)

O Kent...

O çağda Adana, biz gençler için, “O Kent “ di.

Ve birer “O semtimiz” de vardı.

Şair ruhlu, gönülleri sevdaya aç gençlerdik.

Delikanlı çağımızın sevdaları... Delikanlı günlerimizin Adana’sı.

Sevda yüklü mısralarımızda anlatılan şehir, bizim için farklı, büyülü bir beldeydi. Adana’dan mısralarımızda, “O Kent “diye söz ederdik.

O Semt

Sevgilinin yaşadığı semt de kutsanırdı.

O semt “ diye anılırdı. “ O semt “ vasfı kazanınca sıradan bir mahalle olmaktan çıkar sevgilinin yaşadığı yer olurdu.

Sevgiliyi görebilmek umudu ile sokaklarında dolaşılırdı O Semt’in.

Böylece genç gönüllerde “ O Semt ” aşk dantelasıyla süslenir bir başka anlam boyutu kazanırdı.

Zamanda Geçmişe Koşu

Zihnime doluşan anılardan ayrılıp ufka baktım.

Güneş ufukta oluşan göksel renk denizinin esrarlı derinliklerine dalıyordu.

Çam ormanından arap bülbülünün şarkısı duyuluyordu.

O mini yürekte bestelenen, o minicik hançerenin tellerinde titreşip doğada yankılanan şarkı, yaşam sevinci veren melodisiyle, gönlüme doluyordu.

Kulaklarımda kuşların güne veda eden şarkısı, zihnimin ekranında canlanan anılar, düşüncenin kanatlarına tutunmuş zamanda geçmişe koşuyordum.


Dönülmez Akşamın Ufkunda

Zihnimi anılardan ayırıp ufka baktım.

Sabahla doğan gün kısa ömrünün ışıklı son dakikalarını yaşıyordu.

Her geçen an nurani elbisesini soyuyor akşamın gölgelerini kuşanıyordu.

Mavi saati bitirecek gecenin siyah örtüsünü bürünecekti.

Zaman nehri akacak, yer küre sınırsız uzayın içindeki 24 saatlik turunu tamamlayacaktı...Ve güneşin ilk ışınları ufukta belirdiğinde yeni bir gün başlayacaktı. Artık biten gün anılarda yaşamak üzere zamanda kaybolup gitmiştir.

Tıpkı bizim nesil için olduğu gibi ” diye düşündüm:

Bizim için de ışıklı günler azalıyor dönülmez akşamın ufku yaklaşıyordu...Geçen her gün ile birlikte yaşamın renkleri soluyor, bir başka gizemli ve yeni yolculuğa hazırlanıyorduk.”

Şair Yahya Kemal bu fıtrat gerçeğini, Rintlerin Akşamı şiirinde,

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç...” dizesiyle anlatır.

* * *

Gerçekten de biz insanlar her sabah yeniden doğarak ışıklı yaşam sunan güneş gibi gelmiyor muyuz hayata. Vakti gelince de ufukta kaybolup veda eden güneş gibi ayrılıp gitmiyor muyuz dünyadan. İnsanın gizemli yolculuğu, sonsuzun içinde, işte böyle bir esrarlı döngü oluşturarak devam ediyor ve kimbilir daha nerelere hangi boyutlara uzanıyor.

* * *

Yaşamı sorgulayınca...

Selah’ın yaşam üzerine yazdığı dizeler geldi aklıma.

Selah şiir yazdığında okuduğu ilk kişi ben olurdum.

Bir çok şiirini ezberden bilmem ondandır.

1962 yılında, yaklaşık 53 yıl önce, şöyle yazmış:


Bir Türküdür Yaşamak

Gün yine ağaç uçlarından gerinecek

Hayat yaprak bitiminden dökülecek toprağa

Kişiler yakın uzak kişiler

Ekmek derdinde bir daha didinecekler

 

Bense son perdesinde olacağım oyunun

Herşey yerli yerinde kalacak

Arkadaşlarım, sevilerim, yalnızlığım

Doğan güne karşı bir cigara yakacağım

Bir de türkü tutturacağım sevdiğimce

Düşeceğim yollara

Alnımda çizgi çizgi kader

Yol uzun serviliklerden geçer

Bir türküdür yaşamak dediğin

Başladığı yerde biter.

Adana- 1962

Selâhaddin Mamay
 

Güney Rüzgarı

Değerli okurlarım güneyin rüzgarı gibi sevdası da bir başkadır.

Rüzgarı, Akdenizin lacivert koynundan koparak gelir.

Akdeniz esintisi güney insanının yaşam soluğudur.

Hele mevsimlerden baharsa

Çiçekler, pembe düşlere mavi umutlara yaprak açmışlarsa

Akdeniz esintisi çiçek kokularını yüklenir de gelir

Bir büyülü rüzgardır gönüllere eser.


Bir Aşk Masalı

Selah, delikanlı çağının ilk gönül fırtınasına kapıldığında sevda rüzgarının önünde duygu yüklü bir sarı yaprak gibi savrulmuştu. Şair gönlünde mısralar doğmuş, aşkla dolu, hasret türküsü söyleyen şiirler olup taşmıştı.

Masal şöyle başlamış...

Aylardan nisandı. Yağmur sonrasıydı. Yerler ıslaktı.

Güneş bulutların arasındaydı. Ara sıra görünüyordu.

Güneşin altın huzmelerinde Adana baharı ışıldıyordu.

Kıvırcık saçlı bir genç durakta otobüs bekliyordu.

Bir süre sonra otobüs gelmiş durağa yanaşmıştı. Yolcular binmek için hareketlenmişlerdi. İşte o telaş içinde gencin bakışları birden bir başka bakışla buluşuvermişti...İri açılmış mavi hareli çakır yeşil gözler bir renk senfonisi sunarcasına bakıyordu. O bakış o aynı an içinde gencin gönlüne akıvermişti.

Genç kızın çocuksu gözlerinde sanki bahar gülümsüyor gibiydi.

O büyülü anda iki gencin bakışları birbirleri içinde eridiler.

Genç adam, “ Kızın gözleri mi güneş mi gülümsüyor? “ diye sormuştu kendine.

İşte bir delikanlı sevda, bir başka Adana Aşk Masalı böyle başlamıştı.

O platonik aşkı delikanlı yüreğin mısralarından dinleyelim:


Bir Gündü O

Bir gündü o yaşanmış baharlarda

Yeşil gözlerini gördümde yandım

Karşılaştığımız o mutlu anda

Kalbim saadetten duracak sandım
 

Bakışlarında gülümsüyordu

Tümce yeşillikleriyle bahar

İçimde bir his budur diyordu

Hayalinde yaşattığın yar.

Selahaddin Mamay

1962 - Adana


O ilk karşılaşma yenilerini doğuracaktır.

Selah’ın aşkı tek yanlıdır. (Belki de yakıcı olması ondandır?..)

Şair gönül şiirlerinde buluşur sevgilisiyle.

Mısralarıyla konuşur onunla...

Gözlerinin Getirdikleri

Gözlerinde

yaşanmamış baharlar görürüm

Bir kuş olur benliğim kanat çırpar yeşilliklerinde


Gözlerinde

Işıklı dünyalar görürüm

Tüm umutlarım yitik

Dolaşırım yollarında dünyanın

Çaresizlikler içinde

 

Gözlerinde

Gizli sırlar, aşklar görürüm

Söylenmemiş, yaşanmamış

Baktıkça susarım rengine

Ölesim gelir içimden.

Selahaddin Mamay

1962 - Adana


Bir otobüs durağında başlayan sevda öyküsü, yine, bir otobüs durağında devam edecektir. Çocuksu bakan yeşil gözler bazen, her akşam üstü durakta karşılaştığı delikanlıya takılıp kalacaktır. “ Acaba farkında mıdır şair gönülde esmesine yol açtığı aşk fırtınasının?..” Kendine bu soruyu sık sık soran Selah bunu hiç bilemeyecektir. Ama o hiç şikayetçi değildir; çünkü Selah, hayalinde yaşattığı yarı sevmekte, ona şiirler yazmaktadr.


Durak

Ben yine her gün

Aynı saatte oradayım

Seni bekliyorum...

Hayalin düşünceme takılı

Gelecğin köşeyi izliyorum

Geliyorsun

Beni görmüyorsun bile

Arkadaşlarınla şakalaşıyorsun

Havadan sudan konuşuyorsun

Sonra otobüs geliyor uzaktan

Biniyorsun.

Ben de içimde anlaşılamamanın ezikliği

Seni takip ediyorum

Gölgen misali.

Yaklaşamıyorum sana

İçimde bir güvensizlik

Gözlerinin unutturamadığı

Kısa bir yolculuk ve ayrılış

Daha kederli ve dolu.

Fakat daha kuvvetli bir aşkla

Ben yine her gün

Aynı saatte oradayım

Seni bekliyorum...

Selahaddin Mamay

1962 - Adana

 

 

Değerli okurlarım, Adanalı şair kalplerin kahramanı oldukları sevdaları, şiirlerin dilinden anlatmaya, devam edeceğiz. Bu, aslında hepimizin öyküsüdür.

Benzer duyguları o ilk gençlik çağında hangimiz yaşamadık ki?

Adanalı şair Selah’ın şiirlerle ölümsüzleşen aşk masalı burada bitmedi devam edecek.

Hoşçakalın.

Fevzi Acevit

Ağustos, 2015- Adana




Sayı 28 (Eylül - Ekim 2015)

Bu yazı 5242 defa okundu.