Kur’an’da Anlatılan Tekâmül Düzeni Ve İnsan

“ Ey insanlar!1- Kuran ayeti görseliTekrar dirilmekten şüphede iseniz, (bilin ki) Biz sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra yapışkan bir nesneden, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir çiğnemlik etten yarattık ki, size (kudretimizi ) açıkça gösterelim.”
Kur’an, Hac Suresi 5. Ayet

 

“... O ( Allah) ölüleri diriltiyor ve O, her şey üzerinde kudretiyle egemendir.”
Hac Suresi 6. Ayet




2-Socrates Louvre

“ Yeniden yaşamak…Eminim ki gerçekten böyle bir şey var; bu ölüden çıkan bir yaşam.”
Sokrates

2- Jacques-Louis Davidin Sokratesin Ölümü adlı yapıtı 1787


İnsan ve gökyüzü 
3- GÖKYÜZÜ 12

Güneş ufka inip gurup vaktinin renk senfonisi biterken lacivert gökte beliren yıldızlar bir başkasını, evrenin ışık ve renk senfonisini başlatır. 
Bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakan bir insan galaksiler, yıldızlar ve gezegenlerin milyonlarca ışık yılı öteden gönderdikleri kozmik mesajla göz göze gelir.

Gizemli derinliklerinden renk ve ışık seli halinde akarak seslenen kainat, milyarlarca yıldır insanlık alemine, “ Bu görkemli evren, onu oluşturan gök cisimleri ve sen ey düşünebilen insan, boşuna yaratılmadınız! ” der gibidir.

 

Bilim, evrenin nasıl ortaya çıktığını Big Bang (Büyük Patlama) kuramı ile anlatıyor. Big Bang kuramına göre evren gizemli bir çıkışla hiçlikte belirivermiş. Mutlak yokluktan fışkırarak beliren enerji küresi başlangıç anında minik bir zerredir.
O andan bu yana genişliyor.
Gök cisimlerini oluşturarak yoluna devam ediyor.
Uzay ve zaman işte o kozmik tohumun belirdiği anda başladı.
O andan önce ne zaman vardı ne evren, ne de insan...


…………………………………………………………………………………………………………………………
BİLGİ: Değerli okurlarım “ Kur’an’da anlatılan Tekamül Düzeni ve İnsan” başlıklı konumuzun detaylandırılmasına girmeden önce evrenin ve zamanın var oluşuna kısaca bakıyoruz. Konu hakkındaki geniş bilgi için, Yazar Fevzi Acevit adı üzerine tıklayarak, ”Zaman ve Mekân Gizemi “, “ Yaratılışın Doğası “, “ Yaşamın kökeni “ başlıklı yazılarına ulaşabilirsiniz.
…………………………………………………………………………………………………………………………

 

Yokluğu yarıp varlığı ortaya çıkaran kimdir?
 

4-Einstein

Değerli okurlarım düşünen insanlar bu sorunun cevaplarını, farklı kutuplarda yer alarak, binyıllardır tartışıyorlar. Bakınız, hiçliği yararak varlığı ( kainatta mevcut olan her şeyi) ortaya çıkaran gizemli kudreti Albert Einstein nasıl anlatıyor:

“ Bize akıl ermez gelen, gerçekte var. Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey duruyor. Anlayabileceğimiz her şeyin ötesindeki bu güce hürmet etmek benim dinimdir...”

 

Kainatın var oluş öyküsü kısaca böyle...
Peki, insanın bu öyküdeki yeri ve rolü nedir?


 

İnsan nasıl bir varlıktır
 

İnsan, bedensel yapısı bakımından güçsüz bir yaratıktır. Düşünebilme melekesi ile ise yeryüzü üzerindeki en ileri varlıktır. Kendini ve sonsuzu algılayabilen bir zihinsel kapasiteye sahiptir. İnsan yalnızca akıl ve beden sahibi değildir; gönlü de vardır onun. Kutsalı gönlü ile bilir aklı ile değerlendirir...
Ve o, İlahi nefhayı (Tanrısal soluğu) fıtratında taşır.

 O Tanrısal nefestir onun öz benliğini oluşturan. 5- MuhammedIkbalİnsan dünya maddesinden (su ve topraktan) yapılmış bedeni ile fiziksel aleme uyum sağlar; ruhani yanı (gönlü) ile de mânâ alemine uzanır.

20.Yüzyılın Mevlâna’sı diye anılan Muhammed İkbal insanı şöyle tanımlamış:“ İnsana sığabilene âlem, âleme sığamayana insan denir.” (Cavidname, 75)

 

Ancak insan kutuplu bir varlıktır:
Onu üstün kılan niteliklerinin karşı kutbunda onu aşağı düzeye çeken yanları da yer alır. Demek oluyor ki insan, fıtratında ( yaratılışında) iyiyi-güzeli, yüceyi-kutsalı taşıdığı gibi; kötüyü , çirkini, riyayı, kahpeliği de barındırır. Özetle insan; zıtların ve benzerlerin kutuplar oluşturarak çatıştıkları bir vasat-ı camia (toplayıcı ortam) dır.

 

Değerli okurlarım, insan deyince zihinlerimizde beliren ilk görüntü ister istemez insanın günümüzdeki hali olur.
Şimdi birlikte soralım ve düşünelim: “ İnsan, başlangıçta da, yani milyonlarca yıl önce de günümüzdeki gibi miydi? “
Ayrıca; * “Başlangıçların başlangıcındayken insan hangi durumdaydı? ”


Önce, başlangıçların başlangıcı nedir onu açıklamaya çalışalım:

* Varlıklar âlemi sahnesinde görünür hale gelmiş (ya da görünür hale gelecek olan ) her şey, önce, tasarım halinde var edilmiştir.
Yani şeyler, maddesel biçim (suret) alıp gözle görünür elle tutulur hale gelmeden önce, potansiyel varlıklar olarak düşünce plânında var edilmişlerdir.

Çünkü düşünce ilk eylemdir.
Bir şey, (bu bir canlı varlık, herhangi bir gök cismi ya da kainatın kendisi olabilir) tasarlandığı anda düşünce plânında mevcudiyet kazanır.
 

Yukardaki naklettiğimiz bilginin ışığında söylersek insan; Tanrısal İrade kendisini yaratmayı düşündüğünde (tasarladığında) artık potansiyel olarak varlık kazanmış olur.
Fiziksel bir biçime bürünmesi maddi aleme tezâhüründen sonraki safhadır; dünya ortamında kullanacağı suret (kalıp/beden vb) doğa yasaları olarak adlandırıp algıladığımız süreçlerin işlemesi sonucunda oluşacaktır.

Demek ki insan, başlangıçların başlangıcında, Cenabı Allah’ın yaratma iradesinin tecellisiyle potansiyel olarak var edildi; fiziksel mevcudiyet kazanması ( bedenli bir varlık halinde yeryüzünde ortaya çıkması) sonraki evredir. İşte bu evrede insan, yeryüzü üzerinde, çeşitli aşamalardan geçerek tekâmül edecektir.

Yunus Emre bu yaratış ve oluş gerçeğini muhteşem bir söyleyişle tek bir beyitte anlatmıştır:
“ Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.”

 

İnsanın dünya sahnesinde onurlu bir yaratık olarak kimlik kazanıp işlevsel hale gelmesi ve doğal varlıkları kendisine boyun eğdirmesi hemen öyle birdenbire mi olmuştur?
Hayır...
İnsan, yeryüzü üzerinde ete kemiğe bürüneceği düzeye gelinceye kadar çeşitli aşamalardan geçerek tekâmül edip oluşmaya devam edecektir.
Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Yüce Kur’an’ın verdiği habere göre insan halen olmaktadır, yani tekâmül süreci devam etmektedir.


............................................................................................................................

Bilgi: *Varlıklar âlemi sahnesi: Yaratılmış varlıkların tamamının (mevcudâtın) göründükleri ve kendilerine biçilen rolü oynadıkları sahne evrendir; bu sahnede bitki, hayvan, gök cisimleri,cin, insan ve göklerdeki şuurlular (melek) yer alır.
Biz insanlar ve yeryüzü üzerindeki diğer yaratıklar için ise bu sahne dünyadır.
..............................................................................................................................



Gelişim-değişim nasıl olmaktadır?
 

Yüce Tanrı kainatı, şaşmaz-değişmez şekilde işleyen yasalarla (sünnetullah) düzenlemiş....O yasaları “ Doğa kanunları/ fizik kuralları” diye anıyoruz. Âlemdeki her şey bir tekâmül düzeni içinde oluşuyor; söz konusu doğa yasalarına uyarak gelişiyor-değişiyor.
Evren, insan, bitki ya da hayvan, farketmiyor; varlıkların tamamı nedensellik ve tedriç yasalarına tabi olarak gelişip olgunlaşıyor, zamanın yıpratmasıyla da maddi yanları çürüyüp dağılıyorlar.
 

Örnek olarak evrenin oluşum sürecine bakalım:
 

( Büyük Patlama kuramına göre) evren, hiçlik diye anılan ortamda, enerji yüklü bir noktacık halinde (kozmik tohum) belirip genişlemeye başlıyor...Yekpare gaz bulutu halini alıyor...Gelişip-değişmeye devam ediyor gaz bulutu parçalara ayrılıyor; yıldızlar, gezegenler, galaksiler oluşuyor. Günümüzde de evrendeki bu genişleme ve oluşma süreci devam etmektedir.
Değerli okurlarım tıpkı evren gibi insan da yeryüzü üzerinde önce basit bir varlık halinde yaratılarak ortaya çıkarıldı. Süreç zarfında tedricen gelişip-tekâmül ederek günümüzdeki haline ulaştı.
Dünya Gezegeni 4,6 milyar yaşındadır.
Modern bilimin verileri ve öngörüleri de insanın, milyonlarca yıl süren bir tekâmül sürecinden sonra günümüzdeki haline ulaştığını anlatıyor.
Sözü edilen evrim süreci ilk basit canlı ile başlamıştır.
 

Bu noktada şu hususun altını çizmeliyiz:
Bilim ile din, insanın, tekâmül süreci içinde oluştuğu hususunda mutabıktırlar.
 

Kur’an’ın bildirdiğine göre de insan; Yüce Tanrı tarafından yaratılmış, O’nun koyduğu bir tekâmül düzeni içinde tedricen gelişerek günümüzdeki haline ulaşmış ve halen oluşmakta olan ( yani tekâmül etmeye devam eden) yükümlü ve sorumlu bir varlıktır.

 

Kur’an insanı nasıl anlatıyor?

* “ Kur’an insandan söz ederken iki ifade kullanıyor:
‘ İnsan topraktan yaratıldı.’ ( bk. Enam, 2; Hicr, 28; Sad, 71)
Ve: ‘İnsan Allah’ın bir nefhasıdır.’ ( bk. Hicr, 29 )

Böylece Kur’an insanın varlık yapısında iki alanın birleştiğine dikkat çekiyor: Bunlardan biri ölümlü alan yani beden, ikincisi ölümsüz alan yani ruhtur.”

 

İnsanın, toprak ve ilahi nefha gibi iki alanın birleşmesi olarak sunuluşu hangi sonuçları ortaya koyar:
 

“ Bir kere insan toprak yanı ile bir evrimleşmenin konusudur.
Pozitif bilimler alanına giren fizik insan; hastalığın, doğmanın ölmenin yıpranmanın içindedir. Kur’an’ın bahsettiği ıstıfa (seleksiyon) ve tesviye (insan yaratılışının kıvama getirilmesi) bu fizik yapıdadır.
(bk. Ali İmran,33; Nahl,59; Fatr, 32; Kıyame,36 ; A’la, 2 ; Secde, 9; Hicr, 29 )
 

Kur’an şöyle diyor: ‘ İnsan üzerinden zamandan öyle bir süre geçti ki, o süre içinde insan anılmaya değer bir şey değildi. Biz insanı karışık bir pıhtıdan yarttık. Onu deneyeceğiz. Bunun için onu duyuş ve görüş sahibi yaptık. ( Dehr, 1-2) ”
 

“ İnsanın, özü itibariyle ilahî nefha yani Yaratıcı kudret’in bir nefesi oluşu, bizi Kur’an’ın bir başka tespitine bakmaya itiyor: İnsan ile Allah arasında bir ezelî anlaşma, bir zaman öncesi ahdleşme vardır. Kur’an buna Misak ve Ahd diyor ve insanı bu ahdi bozmamaya hayatını onun gereklerine uygun yaşamaya çağırıyor. ( bk. A’raf,172-173; Bakara, 27; Taha, 115) “

 

Peki, bazı çevrelerin öne sürdüğü evrim anlayışı ile, Kur’an’da anlatılan tekâmül düzeni aynı mıdır?
 

Hayır, aynı değil farklıdır:

Modern bilim insanı sadece bedensel (maddi) yanı ile ele alıyor.
Yüce Kur’an’ın anlattığı insan bedenden ibaret bir varlık değildir.
Onun manevi boyutu da vardır.
Kur’an insanı, maddi manevi boyutlarıyla birlikte değerlendirmektedir.
Ve Kur’an, maddesel olanın fâni ( geçici, çürüyüp-yok olmaya mahkûm ); manevî olanın ise; insanın asıl özü ve ebedî yanı olduğunu bildirir.
Kur’an insana biçilen görev ve yükümlülükleri de buna göre düzenlemiştir:
İnsan, yapıp-ettiklerinden sorumludur, hesap verecektir.
 

Bu noktada şu hususun altını çizebiliriz:
 

İnsanın maddi (bedensel) varlığının dünya üzerinde ilk olarak nasıl göründüğü hususunda İlahî vahyin bildirdikleri ile, modern bilimin tespitleri birbiriyle çelişmemektedir: Kur’an da, bilimsel veriler de, canlı yaşamın suda başladığını, bildirmektedir.
 

Kur’an, Enbiya suresi, 30:
“ İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. “

 

Çağdaş bilim ne anlatıyor? 

6-Darwin
Çağdaş bilim de Kur’an’da bildirilenlere benzer bir öykü anlatıyor:
Modern bilim ilk canlının, cansız maddeden çıktığını; bunun fiziksel, biyo-kimyasal süreçlerin sonunda ve rastlantıların ürünü olarak suda ortaya meydana geldiğini söylüyor. Söz konusu basit canlı, evrimin bir sonraki aşamasında tek hücreli hale gelecek, bölünüp-çoğalarak kendini kopyalayabilecektir.


( Bilimsel tahminlere göre) Bu tek hücreli yaratık yine rastlantıların ürünü olarak ( ya da maddenin doğasında bulunan kendiliğindenlik yetisinin sonucunda) bir mutasyon süreci yaşayacak, çok hücreli canlılar böyle oluşup-ortaya çıkacaktır. Bilim çevreleri bu oluşum–gelişim aşamalarını evrim süreci olarak tanımlamaktadır.
 


Vahyin bildirdiği ile bilimsel bulgu ve öngörülerin anlattıkları arasındaki önemli fark nedir?
 

Bilimsel çevreler yaşamın ortaya çıkışını tesadüflerin ürünü  olarak izah etmektedir. Halen mevcut olan ( evren, dünya, insan, hayvan ve doğal varlıklar gibi ve benzeri) varlıkların doğasını inceleyerek işleyişine bakarak sonuçlar çıkarmaktadır. Ancak elde edilen sonuçlar, kainatın ve insanın nasıl var olupta ortaya çıktığını açıklamıyor.
 

Oysa bilimin tespitine göre;
Big Bang anı öncesinde ne evren ne de zaman yoktu...
Göğe baktığımızda gördüğümüz görkemli âlem; milyarlarca galaksi, sayısız gök cisimleri ve dünya sahnesindeki insan nereden gelip ortaya çıktılar; onları kim, nasıl bir kudret var edip ortaya çıkardı?
Bilim halen bu soruyu cevaplayamıyor; “ Evren Big Bang/ Büyük Patlama anında ortaya çıktı; genişleyerek yoluna devam ediyor; ondan öncesi hiçlikti“ demekle yetiniyor.

Vahyin bildirdikleri ile bilim çevrelerinin öngörüleri arasındaki bir başka önemli fark da şudur:

Çağdaş bilim insanı bedensel varlıktan ibaret kabul ediyor öyle ele alıyor. Kur’an ise insanı, bedensel ve ruhsal boyutu ile birlikte değerlendirmektedir.
 

Şimdi insanın basit bir varlık olduğu döneme geri dönelim...O dönemle ilgili olarak Yüce Kur’an’da hangi bilgiler verilmiş, İslâm bilginleri hangi değerlendirmeleri yapmışlar görelim:

 

“ Hz. Mevlâna’nın Evrim Anlayışı “

7- Mevlana1


SORU: Kur’an, her şeyin, bir anda yokluktan varlığa çıkma şeklinde değil de, bir süreç içinde tedrici olarak oluştuğunu haber verdiğine göre, Darwinist evrim düşüncesini kabul etmekte midir?

 

İngiliz yazar Clodd, Evolotion adlı kitabında Mevlana’dan iktibaslar (alıntılar) yaparak onu Darwinist gibi takdim eder. Bu hususa * “ Mevlana ve İnsan “ adlı eserinin “ Mevlâna ve Evrim “ adlı bölümde yer veren Prof. Dr. Y.Nuri Öztürk konuyu şöyle değerlendiriyor:

8- Y.Nuri Öztürk


Rumî’ de gerçekten bir biyolojik evrimleşme anlayışı vardır. Ancak bu, insan çizgisinde bitiyor. Tekâmülün insandan sonrası bir biyolojik karakter arz etmez ve sonuç olarak da Darwinist teorinin dışında ele alınması gerekir. İnsandaki evrimleşme, cemat, bitki ve hayvan sürecinde biyolojiktir. İnsan-Allah arası süreç ise meleklerden geçip Yaratıcı’ya varan bir devredir ki bunun evrim teorisiyle en küçük alaka belirtmediği açıktır.


İnsanın evrimleşmesi, yapısındaki iki alandan biri olan toprak alan için geçerlidir. Deneysel ilimlerin, ölüm ve hastalığın konusu olan bu alandır.
İnsanın ilahî nefha yanı bunların hiçbirinin, sonuç olarak da evrimleşmenin konusu olamaz.
İlahî öz ile insanın özü aynıdır.
Ortada, esasta birken sonradan ayrı düşmüş iki varlık vardır.
Bunlar tamamen ayrı iki varlık değillerdir.

“ Ecel gelince can bedenden ayrılır. Ten, eski bir hırka gibi bir yana atılır. Topraktan gelen ten toprağa. Ezelî nurdan gelmiş olan ruh da kendi yerine gider.” (Mevlana Rubailer, 1210)

 

Ayrılığın ortadan kaldırılması (sufilikte vasl) bir evrimleşme konusu değildir. O halde Rumi’nin insan-Allah arası süreci anlatan beyanlarını evrimleşme olarak değerlendirmemeliyiz.
Öte yandan Rumi’ deki, insana kadar gelen evrimleşme de Darwinizm’in anladığından çok farklıdır. Rumî’nin evrimleşmesi mekanik ve gayesiz değil, yaratıcı ve şuurludur.

 

Prof.Dr. Öztürk tasavvuftaki ve özelllikle Mevlana’daki *devir anlayışıyla ile evrimleşmenin karıştırıldığına da işaret ediyor:
 

“ * Devir, varlık veya oluş dairesi şeklinde anlatılan sürecin tamamlanmasıdır. Yani, başlangıç noktasından çıkıp önce iniş kavsiyle, sonra da çıkış kavsiyle yürüyerek bir tam dönüş yaptıktan sonra tekrar aynı noktaya gelmektir ki bu, sufilerce, hayat macerasının esasıdır. Sufilerin önderi diye anılan Bağdatlı Cüneyd: “ Bizim yolumuzda nihayet (son kemal) bidayete, yani başlangıca dönüştür ” diyerek devir kavramının önemini çok güzel anlatmıştır. “
“ Devirde sabit mekânlar, belirlenmiş pozisyonlar söz konusu değildir. Çünkü varış ve çıkış noktası Allah, Kur’an’a göre sabit ve boyu belirli bir piramidin tepesi değildir. Hatta varlık olup-bitmiş, kalıplaşmış bir şeyler yığını değildir. “ Allah yaradılışta dilediğini artırır” (Kur’an, Fâtır, 1)
Varlık ve kainat, sonsuz değilse de sınırlı da değildir. O halde sufinin devri, tıpkı Allah gibi “ Her an yeni bir oluş ve gidiştedir.” (Rahman suresi, 29 )
Ve o halde, devrin varlık dairesi de sürekli yeni bir manzara kazanmaktadır. Allah her an yeni bir oluş ve işte olduğu için, başı ve sonu O’na bağlı bir dairenin de aynı dönüşte olduğunu söylememek mümkün olmaz. Çünkü ilk ve son nokta sabit değildir. Devir bizi, Allah’ın ilk başlattığı zamana döndürür. ( Bakınız Kur’an A’raf, 29)
Ne var ki Allah sabit ve değişmez olmadığından, bizim devrimiz de hep aynı manzarayı arz etmez. Yani, devir bir formdur, öz değil; bir yoldur, oluşun kendi değil. O halde nedir devir?
 

Prof.Dr.Y.Nuri Öztürk yukardaki soruyu soruyor ve tasavvuftaki devrin ne olduğu konusunu anlatmak üzere sözü Hz. Mevlana’ya bırakıyor:
 

“ Su ve toprak bahçesinden ayrılıp lokma oldun, dirilerin vücuduna girdin. Artık gıda ol, kuvvet ol, düşünce ol. Evvelce süttün, şimdi ormanlarda arslan kesil. Ant olsun Tanrı’ya sen önce O’nun sıfatlarından ayrıldın da geldin. Tekrar çevikçe hareket et, tez ol da gene O’nun sıfatlarına ulaş. Buluttun, güneştin, gökten geldin, gene Tanrı sıfatları haline dönersen, göğe ağarsın.
 

Yağmur ve ışık suretinde geldin, Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına bürünüp gidiyorsun. Güneşin, bulutun, yıldızın parçasıydın, nefis, iş, söz ve düşünce oldun. Bitkinin ölümü, hayvanın varlığını meydana getirdi...Yemek insana gıda olunca cansız halinden yükselir.
Canlı bir hale gelir. “
 

“ İnsan önce cansızlar ülkesine gelmiş, cansızlıktan bitki haline düşmüştür. Yıllarca bitki olmuş, bu alemde ömür sürmüştür.
Bitki cansız şeylerin zıddı olduğu halde, bir vakitler cansızlar ülkesinde bulunduğunu hatırına bile getirmemiştir. Bitkide iken hayvanlığa geçince de, bitki olduğunu, o zamanki halini asla hatırlamaz. Yalnız yeşilliğe meyli vardır. Nihayet yaratıcı onu hayvanlıktan insanlığa çeker, getirir. Böylece iklimden iklime gide gide nihayet insan âleminde akıllı, bilgili ve yüce bir hal alır. Fakat önceki akılları hatırlamadığı gibi bu aklı da bırakacağını, bu âlemden de geçeceğini hatırına getirmez.

(Gölpınarlı, Mevlana, 178 vd)

Prof. Öztürk konuya noktayı şöyle koyuyor:
“ Bu tespitler bizi Kur’an düşüncesine özgü bir evrim anlayışının varlığını kabule götürür. Arkasında şuurlu-yaratıcı bir kudretin bulunmasıyla Darwinizm’den ayrılan bu evrimleşmede:
“ Rabb dilediğini yaratır, seçer.” ( Kasas suresi, 68 )
 

Suyun başında tesadüf, gayesizlik yok, şuur ve gayeli yönlendirme vardır. İşte materyalist evrim anlayışıyla Kur’ansal evrim anlayışı farkı (budur)...Bu farkı yakalama yerine evrimleşmeyi tümden inkâr bilim dışılık, evrimleşmenin arkasındaki Allah’ı görmemekse imansızlık ve körlüktür. “ - ( Y.N Öztürk, Mevlana ve İnsan adlı eser, Syf: 192-193 )


9- SuleymanAtes1

Prof.Dr Süleyman Ateş şöyle söylüyor:

“ Kur’an, âlemde gözlenen yaratış ve oluş sürecinin bir tekâmül düzeni içinde olduğunu haber vermektedir. “
 

Muhteşem eser “ Kur’an Ansiklopedisi “ yazarı Müfessir Prof.Dr. Süleyman Ateş 1974 yılında yayınladığı
“ Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Evrim Teorisi” adlı makalede şöyle diyor:
“ Yüzeysel düşünen kimi kişiler, insanın evrimini kabul etmeyerek ‘Allah’ın, Adem’i bir anda yaratmaya gücü yetmez mi ki, bu kadar uzun zamanda yaratsın? ‘ der ve evrim düşüncesini Kur’ân’a ve Allah’ın kudretine aykırı bulurlar.
Düşünmezler ki Allah için zaman söz konusu değildir.
O’na göre milyonlarca yılla bir an aynıdır.
Çünkü sonlu varlıklar olan bizler, zamanı böler ve parça parça algılarız. Ama Allah, parçaları bütünleştirir. Çokluklar O’nda bir olur. Damlalar denizle bütünleşir.
Kesret (çokluk), vahdete (birliğe) döner.
 

Allah’ı insanla karıştırmak, sınırsız kavramı sınırlı algılarla karşılaştırmak, insanı yanlış yargılara götürür. Kaldı ki birden bire yaratıvermek basit bir şeydir. Ama ince plânlar, yasalarla milyonlarca yıl içinde dünyadan süzüle süzüle meydana getirilmiş varlığın değeri büyüktür.
Bundan dolayı Allah, insan için, “Gerçekten biz, insanoğluna çok ikrâmda bulunduk, onu çok değerli, şerefli yaptık” (İsra: 70) buyurmak suretiyle insanın değerini belirtmiştir.
 

Kur’ân’ın ifadesine göre üzerindeki canlıların anası olan şu dünya, dört ilahî günlük, yani dört büyük zamanlı evrim sürecinden geçirilerek bu şekline sokulmuştur. Canlıların zübdesi (özü) olan insan da çok derin bilgi, ince hesap ve plânların sonucunda süzüle süzüle doğa güçlerine hükmeden, dünyayı onaran, daima ilerleyen, kalkınan mükemmel bir varlık haline getirilmiştir. “



Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk:
“ Evrim teorisi Batı’nın değil Müslümanlar’ındır.”10- ibnu miskawaih
“ Sözüm ona sansürü Müslümanlık adına yapıyorlar. Halbuki Darwin, evrim tezini ünlü Müslüman filozof İbn Miskeveyh’ten aldı. Evrim teorisi Batı’nın değil Müslümanlar’ındır. 940-1030 yılları arasında İran’da yaşayan İbn Miskeveyh, ’El-Fevzü’l-Asgar’ adlı ölümsüz eserinde evrimleşmeyi, Darwin’den tam 850 yıl önce incelemiş ve onun vardığı sonuçlara daha o zaman varmıştır.
Miskeveyh’e göre, yüksek alemden inen nefs (ruh) çeşitli dünya varlıklarında kendini göstere göstere tekâmül etmiş,nihayet insanlık mertebesine gelmiştir.”

Öztürk, Kur’an’ın evrimleşmede üç aşamadan bahsettiğine dikkat çekiyor:

  • 1. Cansızların evrimi veya anorganik evrimleşme,
  • 2. Canlıların evrimi veya organik evrimleşme,
  • 3. İnsanın kendi bünyesinde evrimleşme veya ruhsal evrimleşme.
     

Tüm bu aşamalarda evrimleşme ihtiyar (seçme) veya ıstıfa (seleksiyon) kelimeleriyle ifade edilmektedir. Anorganik evrimleşmeye değinen ayetlere baktığımızda şunları görüyoruz:
 

“ Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hûd, 7)
“ De ki: ‘ Siz mi yeryüzünü iki günde yaratanı inkâr ediyor da O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (Fussilet, 9)
“ Arzın üzerinde destek ve denge sağlayıcı dağlar yarattı; onda bereketler vücuda getirdi. Ve ondaki azıkları-rızıkları dört günde takdir edip şekillendirdi.” ( Fusssilet, 10)
 

“ Bu ayetler göklerin ve yerin oluşumundaki evrelere dikkat çekiyor.
Kur’an burada gün veya günler ( yevm - eyyam ) kelimelerini kullanıyor.
Yevm (gün) kelimesi Kur’an’daki kullanımıyla evre, devre, etap demektir. Bu bazen “an” olur, bazen de bu ayette olduğu gibi uzun yıllar alabilir. Rahman Suresi 29.ayette: “ Allah her an yeni bir iş ve oluştadır.” Denirken de yine yevm (gün) kelimesi kullanılmıştır.
Yevm Kur’an’da, matematik-astronomik zamandaki “gün” anlamında değildir; bunu bizzat Kur’an bizlere Secde ve Mearic surelerinde haber verir: “ Ruh ve melekler Allah’a, sizin hesabınızla ölçüsü bin yıl veya ellibin yıl olan bir günde yükselir.”
 

Prof.Y.N.Öztürk, Kur’an’ın zaman anlayışını açıkladıktan sonra,
Kur’an’ın anlattığı evrimi şöyle anlatıyor:
 

“ Organik evrimleşmenin esası, türleri yaratan kudretin yani Allah’ın, bu türler arasından en üstün ve tekâmül gayesine en uygun olanını seçmesidir. Buna göre evrimleşmede geriye adım atma söz konusu olmaz. Bundan da anlaşılır ki, insanın başka bir türden, mesela maymundan türemesi gerekli değildir. Çünkü insanın varlık yapısındaki özelliklerin tümü onun dışında bir türde mevcut değildir.
Bu varlık alanında bir evrimleşme vardır ama. Bu evrimleşme o alanın bizzat kendi ( kategorisi) içinde vücut bulmuştur.
 

Kur’an’a göre insanın evrimleşmesi topraktan başlamıştır.
Yaratıcı onu ‘kendi eliyle’ topraktan başlattığı yaratmayla belli etaplardan geçirerek, diğer varlık alanlarının secde edebileceği üstün bir yapıda donatmıştır. Kur’an bu noktaya dikkat çekerken şöyle diyor: “ O Allah’tır ki yarattığı her şeyi güzel yapmış ve insanın yaradılışına topraktan başlamıştır.” (Kur’an, Secde suresi, 7)
 

Allah insanın yaradılışına topraktan başlamıştır; ama, insanın yaradılışı burada bitmemiştir; tam aksine, hâlâ devam etmektedir.
Ali İmran 59. ayete göre;
“Âdem’i topraktan yarattı ona ‘OL’ dedi de o oluyor.”
Buradaki ifade de ilginçtir. İnsana ‘ol’ denmiştir, insan bunun üzerine olmaya başlamıştır ama, bu olma süreci noktalanmamıştır. Ayet burada ‘Yekûn’ (oluyor) kelimesini kullanıyor ki, hâlâ bitmemiş olan bir süreç ifade eder.”
Prof. Öztürk Kur’an’da insanın topraktan yaratılmasını anlatan ayetlerin de süreç ifade eden bir sıra ile olayı anlattığına dikkat çekiyor:
Türab (toprak), salsal ( kurumuş çamur), hame ( cıvık çamur), tîn (normal çamur), tîn lâzip (yapışkan çamur).
Bu toprak aşamasının ardından sülâle (süzülen usâre), emşâc (karışım), alak (pıhtı), sperm (meni damlası, erlik suyu) geliyor.
( Bk. Kur’an, Hicr, 26; Nahl, 4; Saffat, 11; Rahman, 14; Dehr, 2; Alak, 2 ayetleri)
İnsana görme –duyma gücünün verilmesi, işte emşâc (karışım), alak (pıhtı) aşamasının hemen ardındandır. Kuran, Dehr suresi 2. Ayete göre insan bu aşamadan önce: “ Anılmaya değer bir şey değildi.”

11- Jahiz



Nuh suresi 13-14 ayetler insanın muhtelif aşamalar (etvâr) sergileyen bir yaradılışla bugünkü yapısına ulaştığını belirtmekte, aynı surenin 17. ayeti bu aşamalar içinde ‘ bitkiler gibi yerden çıkarılma’ nın da bulunduğuna dikkat çekmektedir.




12- IbrahimHakki1Kura’n’ın buraya kadar saydığımız ayetleri, Müslüman düşünürleri evrim teorisinin, ( elbette ki Kur’ansal bazda), ilk temsilcileri olma noktasına getirmiştir. “ Bunlardan Câhız, İbn Miskeveyh, Erzurumlu İbrahim Hakkı, biyolojik evrime dikkat çekmişlerdir. Bu bilginlerden İbn Miskeyeveh Darwin’den 850 yıl önce evrim düşüncesini seslendirmiş belgelemiştir.


 

Değerli okurlarım, Kur’an’ın anlattığı tekâmül düzeni ve İnsan başlıklı yazı dizimizin ilk bölümünü paylaştık. Bu kısaca özetlenebilecek boyutta bir konu değil. Bu sebeple konuya önümüzdeki sayılarımızda devam edeceğiz; “ İnsan-ı Kâmil Sırrı” , “ Hz.Adem ve Havva “, “ Ölümsüzlük ve İnsan” gibi konuları paylaşma gayreti içinde olacağız.


Görüşmek üzere sağlıkla kalınız.


 




Sayı 20 (Mayıs - Haziran 2014)

Bu yazı 10745 defa okundu.