Kur'an'da Anlatılan Tekâmül Düzeni ve İnsan - 3

Varoluş Gizemi


 

Henüz uzay-zaman, gök cisimleri ve insan yoktu. 
Tanrı’nın ruhu sonsuzlukta dalgalanıyordu. Tanrı, Tanrı’yı görmek istedi.
Yüce Yaratıcı kendini seyretmek istedi. Sonsuzlukta dalgalanan anlaşılamaz - anlatılamaz soyutluktaki ilahî ışımasını sınırladı boşluğu oluşturdu kainat aynasını yarattı. Hiçlikten fışkıran Tanrısal enerji kainat aynasına tezahür etti... Boşlukta, sonsuz yoğunluk sıfır hacimdeki kozmik tohum küresel bir noktacık halinde ışıyarak belirdi...Tanrısal tezahür sonsuzdan sonluya, soyuttan somuta aktı. 
Böylece Yüce Yaratıcı yokluğu yardı, yokluktan varlığı çıkardı...Ve işte o enerji yüklü zerredir milyarlarca yıldır genişleyen...İşte o kozmik tohumdur uzayın, zamanın, velhasıl evrendeki tüm şeylerin ve insanın içinden çıktığı zerre noktacık. 
 

Zaman ve Mekân Sarmalı



 

Zaman ve mekân işte böyle başlamıştı. O enerji noktacığı, belirdiği ilk andan bu yana bir baloon gibi şişerek genişliyor. Evrenin günümüzdeki genişleme hızı 18 milyon kilometre. Evren bu akıl almaz hızla sonsuzun içindeki gizemli yolculuğuna devam etmektedir. 
Evrendeki her şey, o ilk ışıma anında var oldu. Ama...Şeyler (cisimler, bitkiler, hayvanlar ve insan) birdenbire oluşup günümüzdeki halleriyle ortaya çıkıvermediler:  Her şey, tedricen oluşup olgunlaştı.
Evrenin ilk anlarında, müthiş bir sıcaklık vardı. Kozmik tohumun atom altı parçacıklar denizi, fokur fokurdu, parçacıklar çılgın bir hızla birbirlerine çarpıyor-birleşiyor atomları, molekülleri, maddeyi meydana getiriyorlardı. Uzay ve zaman iç içe geçen ve birbirini tamamlayan bir sarmal halindeydi.. Halen zaman ve uzay sonsuzun derinlikleri içinde  - bizim algımıza göre -  geçmişten geleceğe uzanan doğrusal bir çizgi üzerinde akmaktadır.
 

Samanyolu’nun  Uzak Köşesinde Bir Gezegen


 

Zerre noktacığın ilk ışımasının üzerinden 9 milyar yıl kadar bir zaman geçmişti. Samanyolu Gökadası’nın merkezinden uzaklardaki bir nebulada bulutsuyu oluşturan  parçalar çarpışıyor-birleşiyor bir yıldız meydana getiriyorlardı. O yıldız, Güneş’ti…
Bir kaç yüz yıl geçtikten sonra Güneş’in çekim alanı içinde; uydular, astereoitler, kuyruklu yıldızlar ve gezegenler oluşacaktı. İşte o gezegenlerden biri de, üzerinde insanın kainat sahnesine çıkacağı Dünya olacaktı.


Su ile Gelen Canlı


 

Zaman nehri akacak gün gelecek sır dolu  bir gelişme olacaktı. 
Yer yüzü üzerindeki sularda canlı bir hücre meydana gelecek, bu basit canlı, bölünerek çoğalacaktı. Yıllar ve yıllar geçecekti zamandan…
Bir dönem gelecek canlı yaşam okyanuslardan taşıp toprağa çıkacaktı.
Sonrası biliniyor…Yer yüzü üzerinde, geliştikçe çeşitlenip çoğalan zengin bir canlı yaşam doğacaktı; bitki, hayvan ve insan…Her türden canlılar, zamanla değişerek geliştiler. Kimi türler yok oldu yerlerine yenileri geldi. Devasa dinozorların anısını günümüzde minik kertenkeleler yaşatıyor olabilir.

 
........................................................................................................................
Bilgi notu: Değerli okurlar, Evrenin Yaratılışı. Zaman Gizemi, Yaratılışın Doğası, Göklerdeki Şuurlular, Kuantum ve Noktanın Sonsuzluğu, Sidretül Münteha, Berzah Âlemi, Ashab-ı Kehf ve Zaman Yolculuğu başlıklı yazılara ulaşmak isterseniz  Yazar Fevzi Acevit  adını tıklamanız yeterli olacaktır. 
.........................................................................................................................

 

İnsan ve Varoluş Gizemi


 

İnsan nasıl var oldu? Bu, bin yılların sorusudur. 
Ve bu soruya verilen cevaplar teolojinin, kelâm ve felsefenin başlıca konusudur. 
 
Aslında, karanlıkta kalmış değiliz; bilgi var…
İnsana dair bilgileri bilimsel kaynaklardan ve kutsal beyanlardan öğreniyoruz. 
Peki, aklın (bilimin) bulgu ve öngörüleri ile vahyin (Kur’an’ın) haberleri örtüşüyor mu-çelişiyor mu? 
 
Papa Pius bu sorunun cevabını şöyle vermiş: 
“Bilim hangi kapıyı açtıysa ardında Tanrı’yı bulmuştur.”
 
Bilimsel bulgular ile İlahî vahy’in haberleri çelişmiyor, örtüşüyorlar.
Mesela Kur’an’da, “Her canlı şeyin sudan yaratıldığı“ haber veriliyor. (Enbiya suresi, 30)
Bilimsel öngörüer de canlı yaşamın suda başlamış olabileceğini söylüyorlar.  
Kur’an da, bilim de her şeyin; tedricen, bir  tekâmül nizamı içinde gelişerek olgunlaştığını bildiriyor.
Kur’an’da, “İnsanın üzerinden sözü edilmeye değer bir varlık olmadığı (yani basit bir yaratık halinde bulunduğu) uzun bir sürenin geçtiği, her canlı şeyin sudan yaratıldığı,  doğadaki varlıkların tedricen gelişerek olgunlaştığı…“ açıkça  bildiriliyor.  Aslında bu gözler önünde bir realitedir: Her şey; evren, insan ve tüm yaratılmışlar  tohumdan başlayarak gelişiyor, olgunlaşıyor.
Buna dikkat çekici örnek insanın yaratılış sürecini anlatan ayetlerdir. İnsan suda başlayan toprakta  çamurda devam süreçler geçirerek var edilmiştir. İnsan o evreleri zaman içinde geride bırakıyor, bir başka aşamaya ulaşıyor; geldiği bu yeni aşamada artık, bir karışım (emşâc)‘dan oluşacaktır.
 
Değerli okurlarım şimdi bu süreçte neler olacağını Prof.Dr.Y.N.Öztürk’ten öğrenelim:
* “İnsan, geldiği bu yeni evrede, Yüce Kur’an’da anlatılan o ilk gelişme sürecini, yani; “ Türab (toprak), salsal (kurumuş çamur), hame (cıvık çamur), tîn (normal çamur), tîn lâzip (yapışkan çamur)’dan oluştuğu dönemi geride bırakıyor. Bu toprak aşamasının ardından sülâle (süzülen usâre), emşâc (karışım), alak (pıhtı), sperm (meni damlası, erlik suyu)’ndan oluşacağı aşama geliyor. 
(Bkz. Kur’an, Hicr, 26; Nahl, 4; Saffat, 11; Rahman, 14; Dehr, 2; Alak, 2 ayetleri) 
 
“İnsana görme-duyma gücünün verilmesi, işte bu emşâc (karışım), alak (pıhtı),  sperm (meni damlası, erlik suyu) aşamasının hemen ardındandır. Âdem (yani insan), sorumlu kılınacağı aşamaya ulaşıncaya kadar, çok uzun bir süre; oluşma-biçim kazanma süreci geçirmiş, ancak belli bir olgunluk düzeyine ulaştırıldığında,“görüş ve duyuş sahibi” (Dehr,1 ve 2. ) kılınarak, isimler öğretilerek  (Bakara, 30) yer yüzü üzerinde  * Allah’ın halifesi bir varlık düzeyine gelmiştir.”

 

.........................................................................................................................

* Müfessir Prof. Dr. S.Ateş bu ayetlerin tefsirini yaparken, sorumlu ilk insanın Âdem olduğunu belirtmektedir. Bkz, S.Ateş, Kur’an Ansiklopedisi Âdem md. 
.........................................................................................................................

 

İnsan Nedir; Ruh mudur-Madde midir?

 
Değerli okurlarım, anlama yolculuğumuzun önemli bir aşamasına gelmiş bulunuyoruz. 
Bin yıllardır tartışılıp cevabı aranan sorularla bir kez daha karşı karşıyayız:
“İnsan, bedenini oluşturan maddeden mi  ibarettir? “
“İnsan ruh ve bedenden oluşan, bedeni ile ölümlü ve sonlu; ruhu ile ise sonsuzluk yolcusu bir varlık mıdır? “
Yukardaki soruların oluşturduğu kavşakta Darwinist evrim düşüncesi ile Kur’an’da anlatılan tekâmül düzeninin yolları ayrılmaktadır: 
Kur’an, insanın bedensel yanının geçici ve sonlu olduğunu bildirir.  
Hz. Muhammed: “ Bedenleriniz dünya hayatındaki  bineğinizdir, ona iyi bakın.”  demiştir.
Kur’an’ın tanımladığı insan, Tanrısal nefha olan yanı ile ise; sonsuzluk yolcusudur.
İnsan, ölüm denilen geçiş ile, bedenini dünya toprağına bırakacaktır. 
Ruhani varlığı ile ise sonsuzluk içindeki yolculuğuna devam edecektir.
İnsan ve diğer tüm türler, dünya suları ve toprağında, tıpkı evrenin oluşumunda olduğu gibi; tek bir tohumdan oluşup-çoğalarak kainat içindeki yaşam yoluna çıktılar. Zaman içinde gelişme süreçleri geçirerek değiştiler; binler, milyonlar, hatta milyarlarca türe dönüştüler.  
Canlıların bir kısmı hayata, tohumların çeaşitli biçimlerde aşılanması yoluyla; bir bölümü ise doğum yoluyla geliyorlar. Belli bir süre dünya yaşamında kaldıktan, bu arada gelişip olgunlaştıktan ve türlerinin devamını (üreme yoluyla) sağladıktan sonra ölüyorlar.  
Yer küre üzerindeki yaşam döngüsü böyle devam ediyor. İnsan anlattığımız süreci bedenli yanı ile yaşıyor. Peki ya insanın ruhani yanı, ona neler oluyor?...


İnsan, Ruhani Varlığından Nasıl Haberdar Oluyor


 

İnsanın bedensel varlığının yanı sıra, bir de manevi yanı var. 
Bunu bize İlahî tebligat haber veriyor. Aynı zamanda insan, aklını işleterek de, ruhani/manevi varlığının farkında oluyor.  Her insan, bedeninin yanı sıra bir de iç dünyası olduğunun bilincindedir. 
Hatta insanlar dış dünyadakinden daha çok kendi iç âlemlerinde yaşarlar. 
Bu kadar da değildir; insanlar, sezgi denilen bir algılama-çözümleme yetisini de sahiptirler. Dolayısıyla, sezgi gücü ile algılayarak da; kendi öz benlklerinden, sonsuza ait olan yanlarından haberdar olurlar. 
Bir de rüyâlar vardır…Biz insanlar düş boyutunda zaman, mesafe, engel tanımadan dolaşırız. 
Düşsel haber alma yöntemiyle  bazen gelecekte yaşayacağımız olaylardan, film fragmanları izlercesine, parçalar görürüz. Halk arasındaki  “ bana malum oldu” deyişini üreten bu hal olabilir. 
Kendinize sorunuz…
Uyku ülkesine geçip düşsel alemde dolaşan benlik, insan denen varlığın hangi yanıdır?
Rüzgar gibi ancak belirtilerini görerek varlığından haberdar olduğumuz düşünce, bu soyut enerji,  aslında nedir?
Değerli okurlarım, Bin yıllar sonucunda geliştirdiğimiz bilim bir çok soruya cevap verdi: 
İnsan bedenini tanıyoruz. Dünya’yı ve Güneş sistemini bilyoruz. Evrenin sırlarının bir kısmı çözüldü. Halen cevabını arayan soru şudur:  “İnsan ruhu hangi aşamada oluşuyor; doğmadan önce mi var; ana rahminde mi meydana geliyor?...”

 

Ana Rahmindeki Gizemli Yarış


 

Cevaplar için Yüce Kur’an’ın ve bilimin kapısını çalalım. 
Ana rahmindeki süreç,  Müminun suresinde şöyle anlatılmaktadır: 
Müminun 12: “ Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık/ 
13: “Sonra onu bir damla su olarak sağlam bir yere yerleştirdik.”/ 14: “Sonra bir damla suyu yapışkan bir nesneye çevirdik. Yapışkan nesneden bir çiğnemlik et yarattık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşa ettik. Yaratanların en güzeli olarak Allah ne uludur.” 
 
Değerli okurlarım, ana rahminde yaşanan sperm yumurta buluşması gizemli bir yarıştır. 
Milyonlarca sperm canlısı, yumurtayı döllemek için yarışa girdiğinde, insan yaşamının bir başka evresi başlamış olur. Bu aşamaya gelinceye kadar insan “sözü edilmeye değmeyecek denli basit bir varlıktı.” 
İnsanın “ önemsiz bir varlık” konumundaki hali bin yıllar ve nice bin yıllar sürmüştür. 
O uzun dönemde insan yer yüzü üzerinde vardır var olmasına.
Ama henüz,“Duyuş ve görüş sahibi kılınmış” değildir. 
Zaman nehri akar, milyon yılları örer...Ve insan bu uzun sürecin sonunda, “su ile çamur arasında“ başlayan yaşam öyküsünün bir başka merhalesine ulaşır:  
Bu yeni evrede insan artık “yapışkan bir sıvıdan (emşac) oluşacaktır.“


Ve insan bundan böyle:  “Duyuş-görüş sahibi kılınacaktır. - (Kur’an, Dehr 2)” 
Yüce Yaratıcı duyuş-görüş sahibi kılacağı insana * “isimleri öğretecek“  onun, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli olmasını sağlayacaktır. - (Kur’an, Bakara, 30 -39 ayetler) “ 
Yumurtayı döllemek için yarışan milyonlarca sperm arasından yalnızca biri (bazen ikisi, üçü ya da dördü)  hayat nimetinden nasiplenmek üzere seçilecektir. 
Peki ana rahminde gerçekleşen ve sonunda yer yüzü üzerine bir insanın doğmasını sağlayan o süreçte, manevi-ruhani anlamda neler oluyor?

 
Erkek ile kadının birleşmesi sırasında erkek milyonlarca sperm canlısını rahme döker.
Sperm canlısı rahim denilen fezaya indiğinde yarım bir varlıktır...* Bütünlenip dünya hayatına gelebilmesi için tek bir şansı vardır; kadının ürettiği yumurtaya ulaşıp onu döllemek. 
Bunu yapabilirse, hayat nimetinden nasiplenebilecektir. Peki, dünya hayatına doğmak üzere bedenlenecek olan sperm canlısı, nasıl seçilip ayrılmaktadır? Yumurtaya ulaşabilen sperma, “ötekilerden daha hızlı“ olduğu için mi hayat nimetine ulaşmıştır?...

 
Değerli okurlarım, zaman ve mesafe, göreceli kavramlardır: 
Zaman ve mesafenin büyüklük uzaklık ölçüleri, içinde bulunulan boyuta göredir.
Ana rahmindeki ortam, zerreler alemi canlıları için, adeta bir uzay ortamı gibidir. 
O fezaya dökülen sperm hücrelerinin kısa süreli bir ömürleri vardır. Kısacık zaman içinde yumurtaya ulaşıp, dölleyip, embriyoyu, yani; hayat nimeti tohumunu oluşturmalıdır ki, dünya hayatına doğabilsin. 

 
O hücreler içinde oldukları bu kritik durumun farkındadır. 
O sezişe yaratılıştan gelen içgüdüsel bilgi ile sahiptirler. 
(Öyle olmasa var güçleriyle yumurtaya ulaşmak için niçin koşsunlar?..)
Sperm hayvancığı içgüdüsel yönelişle, yumurtaya doğru koşar...Zorlu bir yarıştır bu.
Önlerinde aşılması gereken uzun bir yol ve geçilmesi gereken milyonlarca rakip vardır. 
Sonuçta bir sperm  hücresi yumurtaya ulaşır?
Bilim diyor ki: Erkeğin spermi kadının yumurtasını döller, embriyoyu oluşturur. Embriyo, bölünüp-çoğalan hücrelerin birleşmesiyle fetüsü meydana getirir. Ana rahminde devam eden bu oluşma- gelişme ve tamamlanma süreçleri sonunda insan denilen canlı  meydana gelir. 
Bu varlık doğum yoluyla dünya hayatına katılır. 

 

Fıtrat Düzeni

 
Peki, (yaklaşık) üç milyon sperm hücresi arasından yumurtaya ulaşacak olan canlı nasıl seçilip-ayrıldı? Darwinist evrim teorisi bu soruya, “ Güçlü olan kazanır “ cevabını veriyor.  
Bu mantığa göre; ana rahmindeki seçilmeyi “sperm canlısının hızı (gücü)“ belirlemiş oluyor. 
Acaba öyle mi?...
Belki de o esnada seçilip-ayrılma yoktur. 
Belkide sperm hücrelerinin milyonlarca olması, zaten fıtraten yapılmış bir seçip ayırma işlemidir, sperm popülasyonu da bu nedenle vardır.  Eğer böyle ise; kadının yumurtasına sperm canlılarının hangisi ulaşırsa ulaşsın, dünya hayatına gelecek olan varlık değişmeyecektir?
Bir başka soru ile konuyu biraz daha açalım:
“Neden kadının rahmine tek bir sperm değil de milyonlarca hücre birden dökülüyor?“
Gizem, işte bu noktada düğümleniyor değerli okurlarım: 
Darwinist evrim düşüncesi, büyük olasılıkla, “Doğal seçilim için” cevabını verecektir.
İyi de, niçin bir, beş, on değil de milyonlarca?.. Aynı durum memeli hayvanlarda, balıklarda, rüzgarda milyarlarcası uçuşan polenlerde yani, bitkilerde de var...
Bunun açıklaması şudur: 
Yüce Allah canlı varlıkların fıtratına ( yaratılıştan gelen yapısına) soyunu devam ettirme ve koruma yeteneği ve  içgüdüsünü koymuş; balığın milyonlarca yumurta bırakması, çiçeğin binlerce polen üretmesi, erkeğin milyonlarca sperm canlılarını kadının rahmine dökebilmesi, dişinin yumurta üretmesi; tüm bunlar, fıtrat (yaratılış) düzeninin işleyişidir. 
Bakınız çevrenizdeki yaşama, sözünü ettiğimiz yasanın ( Sünnettullah’ın) nasıl da şaşmadan-değişmeden işlediğini hemen görürsünüz. Doğa yasaları diye ifadeye aldığımız, kainatın işleyişini temin eden yasalar, Yaratıcı iradenin takdiri ile kainat düzenine konmuştur.  Kainatın işleyişi dendiğinde; varlığını, Tanrısal enerji akışı ile devam ettirmekte olan bir düzenden söz etmekteyiz.   
İbn Arabî bu hususu şöyle ifade etmiş: 
“Âlemler Yüce Allah’ın nazarı ile varlığını sürdürmektedir. Allah nazarını (kudretinin alemler üzerine akan tecellilerini) bir an bile geri çekse, alemler mahvolur. – İbn Arabi, Nurdan Damlalar Risalesi.”


İnsan Nasıl Seçiliyor

 
Bu bilgilerin ışığında baktığımızda sperm canlılarının milyonlarca olmasının, hayat nimetine sahip kılınacak varlığın ruhani benliği ile ilgili olmadığını görüyoruz; bu, kadının rahminde oluşacak insanın bedeninin oluşumu ile ilgili bir keyfiyettir. 
Demek oluyor ki; yumurtayı döllemek için yapılan yarışı hangi hücre tamamlarsa tamamlasın, ana rahmindeki oluşum tamamlandıktan sonra dünya yaşamına doğacak olan insanın kim olacağı hususu değişmeyecektir. Sperm ve kadının yumurtası bir bedeni oluşturacak ama, ona kimliğini- kişiliğini (özbenliğini) bu süreç vermeyecektir. 
İnsanın kimliğini belirleyen seçip-ayırma ( Kur’ansal tabirle ıstıfa)’nın takdiri, * “Başlangıçların başlangıcında , “ Cenabı Allah’ın âlemleri ve diğer her şeyi tasarlayıp “ OL!” emri ile tecelli eden yaratma iradesi ile yapılmıştı. (Yasin, 82) Demek oluyor ki insanın ruhani kimliği ezelde, Allah’ın düşüncesinde ( tasarımında) belirlenmiştir. 
 
 

Doğal Seçilim ve Tekâmül Düzeni

 
Doğal seçilim, yani; yer yüzü üzerinde yaşanmakta olan ıstıfa (seçip-ayırma/seleksiyon)
canlılar için, toprak  ve sudan oluşan yapıları için söz konusudur.  İşte bu doğal sürecin işleyişi sırasında güçlü olan kazanıyor ki; bu da bir fıtrat yasasıdır... Biz insanlar  bunu,  her şeyin tedricen oluşup-geliştiği bir tekâmül düzeninin işleyişi halinde  görmekteyiz. 
Allah indinde ise; zaman, mekân, biçim kayıtları (sınırlandırmaları) yoktur.    
O’nun yaratışı  yaratmayı murat eder etmez Ol’ur. (Kur’an, Yasin, 82)
Zaman, mekân, biçim, tür gibi ve benzeri kayıtlar biz insanlara göre vardır. 
Bu biçimsel sınırlar insanların yaşadığı yer yüzü boyutu için söz konusudur. 
Biz insanlar, Allah indinde olup-bitmiş olan her şeyi, yaratış ve oluş süreçleri halinde, yani; olmakta olan durumlar şeklinde görürüz. Bunun böyle gerçekleşmesi; Allah’ın kainat düzeni için takdir ettiği İlahi İrade Yasaları’nın (Sünnetullah) icabıdır. 
 
Biz insanların bakış açımıza- algımıza göre âlem de insan da olup-bitmiş değil; olmakta olan şeylerdir...Olayları birbirini izleyen olgular halinde algılarız. Zihnimizdeki zaman algısı da böyle işler; olayları geçmişten geleceğe akan bir doğrusal çizgide sıraya koyarız. 
 
Ancak dikkatlerden kaçmasın, bu, biz insanlara göre böyledir; Cenabı Allah’a göre değil...
Hakk’ın indinde yaratış ve oluş, bir resmin tüm detaylarıyla bir an içinde tual üzerinde belirmesi gibidir; Allah’ın olmasını istediği her şey, * düşündüğü / tasarladığı anda tüm boyutlarıyla oluverir. 
Demek oluyor ki; Cenabı Allah ezelde “OL” dediğinde, her şey oldu-bitti...Çünkü  Tanrısal katta ne başlangıç vardır ne de son...Evvel de O...Ahirde O’dur...Ama biz insanların algısına göre ise her şey, olmaktadır; oluşlar halinde devam edip gitmektedir...

*Bilgi:
‘Allah düşündüğü an’da demek zorunda kalıyoruz, çünkü dünyevi dil ve sembollerle  anlatmaktan başka imkana sahip değiliz; Allah indinde zaman yoktur dolayısıyla an diye ifade edilecek henhangi bir zaman dilimi de yoktur. -F.A)



Istıfanın (Seçilmenin) Boyutları

 
O halde ıstıfa (seçilip-ayrılma)’nın iki boyutu vardır: 
Bu boyutlardan ruhani yani  sonsuzluk ile alakalı olanı, *ezelde tahakkuk ediyor. 
*( Ezel: Başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik demektir)
Maddi ve geçici olan seçilim ise yer yüzü üzerinde gerçekleşmektedir.
Ruhani olan ezelde, Cenabı Allah’ın takdiri ile belirleniyor. Maddi olan ise, Allah’ın kainata egemen kıldığı yasaların ( Sünnettullahın) işleyişi ile ortaya çıkıyor. 
Istıfa (seçilme), her iki boyutuyla da tekâmülün konusudur: Yaratılmışın madde âlemindeki bedensel tekâmülü dünya üzerinde cereyan etmekte ve bir evrim süreci halinde gerçekleşmektedir. Yaratılmışın ruhani tekâmülü ise hem dünya yaşamında hem de öte âlemde  (berzah âleminde) devam etmektedir. İnsan açısından bu öyle bir tekâmüldür ki; Cenabı Allah’ın emaneti olan, varlığın gayesini tahakkuk ettirme yükümlülüğü ile alakalıdır; dolayısıyla bir ilahî amacı vardır.

 

Kur’an’da İnsanın Yaratılışı


 
Y.N.Öztürk, Mevlana ve İnsan adlı eserinde şöyle yazıyor:
“Kur’an insandan söz ederken iki ifade kullanıyor: İnsan topraktan yaratıldı ve insan Allah’ın ruhundan bir nefhadır. (Bk. Kur’an Araf, 12-14; Rahman, 14; Bakara, 30)
Demek oluyor ki Kur’an, insanın kalıbı (bedeni) yanında o kalıbın hamallık ettiği bir başka ‘ben’e, bir ‘öz’e işaret etmektedir. Kur’an, insan, derken esas mânâda bu ben’i dikkate almaktadır.” 
 
Ebû Hayyân et-Tevhîdî ( Ölüm, 1023) insanı, hayvani ve İlahî yönleriyle şöyle anlatıyor:
“Kalıbıyla kişi, benliğiyle *zat, ruhuyla cevher, aklıyla ilâh, tekliğiyle bütün, çokluğuyla *fâni, ruhuyla *bakî, halden hale geçişiyle ölü, *kemâl yönünden diri, ihtiyaç bakımından noksan, istek bakımından tam, varlığın özü, kendisinde her şeyden bir şey bulunan ve her şeyle ilgisi bulunan varlık. 
İşte insan budur. “


.........................................................................................................................
BİLGİ: *Zat: Kendi...2. Asıl, öz, cevher...3. Saygıya değer kimse...*Fani: Ölümlü, geçici...
*Bakî: daimi,kalıcı..*Kemâl: Olgunluk, yetkinlik, eksiksizlik.
.........................................................................................................................
 

Prof.Dr.Öztürk, şöyle devam ediyor:
“İnsan beden yanı ile hayvanla ortaktır. Bu yanı ile biyolojik tekâmülün konusu olabilir. 
İnsan bu bakımdan hayvanların en mükemmeli olabilir. 
İnsanın bu fevkaladeliklerine ruh diyorlarsa (da) insanın asıl benliği olan ruhu bu değildir. 
Bu ruhu , ölümsüz ruhtan ayırmak için mutasavvıflar, rûh-i hayvani deyimini kullanırlar. ”
Ancak insan bundan ibaret değildir:
“O halde psikoloji ve biyolojinin psyche’si ile, insana has rûh-i insanî  veya nefha-i ilahî’yi veya geistı birbirinden ayırmak gerekmektedir. İnsanın bu ruhu (nefha-i ilahî) ile hayvanın hiç ayak atamadığı güçlerle ve âlemlerle bağlantı halindedir. 
Bu noktadan bakınca insan iki tip ilmin konusudur: 
Beden ilimleri, ruh veya din ilimleri.” 
“İnsanın geist yani ilahi nefha yanı ile ilgili tam açıklama yapmak mümkün değildir. 
Kur’an’ı Kerim’in, ‘hakkında pek fazla bir şey bilemeyeceğimizi’  belirttiği ruh, işte budur.
İsra suresi 85: 
“Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: ‘ Ruh,Rabbimin emrindendir.
Ve size, ilimden sadece az bir şeyverilmiştir.”

 
.........................................................................................................................
BİLGİ: *Geist: Nihai gerçekliğin ve varolan her şeyin kaynağı olan tinsel ( ruhsal) ilke.)
.........................................................................................................................

Ana Rahmindeki Melek ve İnsan Ruhu

 
Müfessir Prof.Dr. Süleyman Ateş, “ İnsan ve İnsanüstü”  adlı eserinde ana rahminde yaşananları ve insanın ruhani -şuurlu varlığının nasıl oluştuğunu şöyle anlatıyor:
“Anne rahminde cenin, aşılanmış tek yumurta hücresinden yaratılmaktadır."
Zigot denilen bu aşılanmış bir tek hücre üremeye başlar, kendi içinde çoğalır, aynı hücreden çeşitli karakterde hücreler ürer. Gözü yapan hücreler, sinirleri yapan hücreler, kemikleri yapan hücreler, kalbi, beyni ve diğer organları yapan hücreler, hep bu tek hücreden üremektedir…
Bu hücrelerin belli yerlerde toplanması tesadüf eseri değildir. 
İnce bir kanun düzen icabıdır. Allah’ın bu üreme kanunu olmasa, üreme işi tesadüfen olsaydı, başı ya da gözü yapan hücreler ayak tarafına gidebilirdi. Halbuki böyle olmuyor. 
İlahi kudret,  çok hünerli el, bu zerreciklerden ibaret hücreleri belli yerlerde topluyor, kendi aralarında birleştiriyor ve bu mükemmel organları yaptırıyor. O canlıya atalarından süzülüp gelen özellikleri çiziyor. İşte canlıları bu şekilde muhafaza eden, Allah’ın hücrelere verdiği şuurdur, üreme kanunudur.  Biz buna melek (üreme gücü) diyebiliriz. 

 

Ana Rahminde Belirlenen Kader

 
Müfessir Ateş  şöyle devam ediyor:
“Anne rahminde belli bir süre kaldıktan sonra cenine ruhun üflenmesi de –Allah bilir- çocuğa, organlarının oluşmasından sonra insani şuurun verilmesidir. Zira cenin, hücrelerdeki cüzi şuurla değil, ancak kendini ve çevreyi kavrama kaynağı olan bu büyük şuurla insan vasfını kazanır. 
Bu şuur ile birlikte ona kabiliyet kapasitesi (yani kaderi) de verilir. 
Çünkü onun kabiliyeti, kaderi, büyük ölçüde kendisine verilen şuura bağlıdır. 
Bilkuvve bunun içindedir.  
Bu şuur üflenince çocuk kendini bilmeye, şuurlu olarak hareket etmeye başlar. 
Meni hayvancıklarında da ruh vardır. 
Fakat onlardaki ruh sadece canlılık vasfı taşır. 
Onlar külli şuura değil hücre şuuruna sahiptir. Bundan dolayı aşılanma ile organları tam teşekkül etmeden önceki ruhları, sadece canlılık anlamına gelen hayvani ruhtur.
Fakat yumurta döllendikten, çocuğun organları teşekkül ettikten sonra ( üreme için konulan ilahi güç) melek tarafından ona insani şuur üflenir, işte ruh-i insani budur. 
Cenine ruhun üflenmesi, rahimde çoğalan, fakat henüz hareket kabiliyetine ulaşmayan cenin hücrelerinin sentezine bağımsız hareket kabiliyeti, kendi başına oynama ve müstakil bir varlık olarak davranma gücünün verilmesidir. 
Organları teşekkül edince hücrelerin cüzi şuuru birleşerek, insani şuur haline gelir. 
İşte insana bu şuuru kazandıran, rahimdeki ilahî kanundur. 
Demek ki bunlardan önce şuurlu olarak insani ruh yoktur. 
İnsani ruh, ancak beden içinde oluşur. 
Âlem-i ervâh (ruhlar âlemi), bedenlerden ayrılan ruhların oluşturduğu âlemdir. 
Fakat Allah’ın ilminde, dünyaya gelecek insan ruhlarının sayısı, kabiliyetleri, yani bütün kainatın ve insanların taslağı mevcuttur.  Yani insanların a’yâni sabitesi (ayrı ayrı taslağı, planı, şekli Allah’ın ilmi içinde) vardır. Allah’ın bilgisi dışında kalan hiç bir şey yoktur.“


.........................................................................................................................
BİLGİ:  Değerli okurlarım, nsana ruhunun ana rahminde melek tarafından üfürüldüğü inancı vardır. 
Bu inanç Hz Peygamber’in bir sözüne dayanmaktadır. Müfessir S.Ateş o hadisi dikkate alarak yorum  yapıyor ve insana verilen üreme gücünün, o melek (meleki güç) olduğunu ifade ediyor. F.A
.........................................................................................................................
 

 
Değerli okurlarım, üzerinde olduğumuz, “ Kur’an’da Anlatılan Tekamül ve İnsan”  konusuna; Hz Âdem, Bezm-i Elest,  İnsan-ı Kâmil Sırrı, İnsanın Birliği, İnsanın Ayrılığı ve Özlemi başlıklarıyla diğer yazılarımızda inşallah devam edeceğiz, tekrar buluşmak üzere esen kalınız.
 

 
Yararlanılan kaynaklar:
 
  • Prof.Dr.S.Ateş, İnsan ve İnsan üstü
  • Prof.Dr.S.Ateş, Kur’an Ansiklopedisi
  • İbn Arabi, Nurlar Risalesi
  • Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an’ı Kerim ve Yüce Meâli ve tefsiri.
  • İmam-ı Gazali, İhya-i Ulum’id-Din 
  • Prof.Dr.Y.N.Öztürk, Mevlana ve İnsan,
  • Prof.Dr.Y.N.Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları
  • Prof.Dr. Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri
  • Diyanet, İslam Ansiklopedisi.
  • İsaac Asimov, Uzayın Sınırları
  • Roger Lewin, Modern İnsanın Kökeni.
  • Stephen Hawking, Ceviz Kabuğundaki Evren
  • Joseph Silk, Evrenin Kısa Tarihi 
  • Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü 
  • Y.N.Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, “ İnsan Denen Bilmece ” bölümü.
 


 




Sayı 22 (Eylül - Ekim 2014)

Bu yazı 5875 defa okundu.