Hayatlarını Şiir Gibi Yaşayan İki Şair: MUZAFFER TAYYİP ve RÜŞTÜ ONUR

kelebeginruyasGünümüzde unutulan bu iki şair Yılmaz Erdoğan’ın “Kelebeğin Rüyası” filmi ile yeniden gündeme geldi. Filmden bahsetmeyeceğim. Mutlaka görülmesi gereken bir film. Filmin  özelliği ise şiire ve şairlere adanmış olması. Film 'Kelebek ömürlü' iki şair olan Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayat hikâyesini anlatıyor…

Hayatlarını şiir gibi yaşayan bu iki şairin bir çok  özellikleri ortak.  Her iki  şair  edebiyat camiası tarafından  bir arada anılıyor. Şairlerin ikisi de Zonguldaklı yani taşralı. Şiirlerini taşradan yazmışlar.  Dönemlerinin en iyi şairleri olarak kabul edilmişler ve Garip akımının etkisinde şiirlerini yazmışlar. Garip akımının ortak özelliği olan şiirlerin kısalığı onların yaşamlarına da yansımış. İkisi de genç yaşta veremden ölmüş. Belki de yaşasalarmış Garip akımının iki güçlü şairi olacaklarmış. Her ikisi de yoksul, her ikisi de işsiz, her ikisinin de şiirleri Varlık dergisinin aynı sayısında yayınlanmış. Her ikisi de aynı lisede okumuş ve edebiyat öğretmenleri Behçet Necatigil. Behçet Necatigil'in yanı sıra Salâh Birsel, Necati Cumalı, Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Samim Kocagöz ile de 'şiir' arkadaşları olup sıklıkla mektuplaşırlarmış. Lise yıllarında başladıkları edebiyat ve şiir merakı, yaşamlarında  anlatılamaz bir tutkuya dönüşmüş. Bunda kuşkusuz, pençesine düştükleri amansız Verem hastalığının da etkisi olmuş. Aynı dönemlerde yakalanmışlar bu amansız hastalığa ve aynı tedavi amacıyla aynı hastaneye yatmışlar. Bu yüzden bir araya geldiklerinde konuştukları üç şeyden biri şiir, biri ölüm ve  biri hayat olmuş. Şimdi bu iki şairi şiirleriyle birlikte anımsayalım.

 

MUZAFFER TAYYİP USLU

 

Muzaffer Tayyip Uslu 1922'de İstanbul’da dünyaya gelir. Ortaokul yıllarını Mersin’de geçirdikten sonra, babasının Zonguldak Kömür İşletmeleri’ne tayin edilmesiyle yaşamının bundan sonra ki kısmı bu şehirde geçer.  Aşkı, dostluğu, şiiri ve ölümü burada tanır. 1946'da Zonguldak’ta  son nefesini verdiğinde sadece 24 yaşındadır. Muzaffer Tayyip Uslu, Arnavut bir babanın İstanbul doğumlu oğlu olsa da, kısacık ömrünün yarısını geçirdiği Zonguldak'ta yaşadıkları ve yarattıklarıyla oranın insanı olmuş ve "Zonguldaklı şair" olarak anılmıştır.Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi olur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle sürdüremez. Zonguldak'ta çalışmak zorunda kalır. O dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden biri olarak kabul edilmiş. Necatigil’in dediği gibi hayatındaki acılara karşın, gizli bir üzgünlük içinde yaşamanın güzelliğini yazmıştır. Şiirlerinde hayatının  ölüm ve yaşam sarkacında bir o yana bir bu yana gittiğini görmek zor değil. Dünyanın en neşeli kederini yaşarken, en yakın arkadaşı Rüştü Onur’un ölüm haberi ile sarsılır ve sükunet içinde sıranın kendine geleceği günü bekler. Ve ölüm bir öksürük nöbetinde 24 yaşında havasız ve karanlık baba evinde abdesthaneden yatağına götürülürken annesinin kucağında ölür. Şiirlerinden bir kısmını  “Şimdilik”  adlı bir kitapta toplamış tır (1945). Ölümünden sonra Necati Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta yayınlamıştır (1956).Muzaffer Tayyip Uslu'nun şiiri, tam da o dönemin moda akımı olan garip şiirinden etkilenmiştir. Fakat onlardan farklı olarak, içinde bulunduğu halet-i ruhiyenin etkisi ile olsa gerek, yine çok yalın bir Türkçe ile olmak üzere heceye uygun, duygu yoğun şiirler de kaleme almıştır.

 

MUZAFFER TAYYİP USLU ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 

KAN

 

Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine...

 

ÖLDÜKTEN SONRA


Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan...

 

BENDEN SİZE


Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allahı
Mevsimler benden kâfir
Ya kuşlar ve ağaçlara, ne buyurulur
Uzun söze lüzum yok
Şahidimdir
Beş parasız gezdiğim sokak
Bir zaman yaşadığıma
Ve bir hâtıra olsun diye
Benden size
Hiç sıkılmadan söyleyebilirim
Sarışın kızlara bayıldığımı...

 

BİR SEVDA ŞİİRİ


Sen, eski bir sevda şiirisin
Bir koku var sende
Sıcak yaz akşamlarına mahsus
Ellerinde mi
Saçlarında mı
Gözlerinde mi
Bilmem
Bir koku var sende
Sıcak yaz akşamlarına mahsus.

 

GRAMER DERSİ


"Sevmek" bir kelimedir
"Sarı saçlı" dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum
"Ben sarı saçlı bir kız sevdim"
Bir cümledir. Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira "açlık" da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
"Öleceğim, ölüyorum, öldüm"
Diyeceğim bir gün

 

ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK


Mümkün mü ağlasın annem
Mezarımın başucunda
Ben sesimi çıkarmıyayım
Hayırsız bir evlat gibi
Bir bulut uçsun da
Ben başımı kaldırmıyayım
Yağmur dindikten sonra
Gezinmiyeyim caddelerde
Ah, mümkün mü bir güzel kadın
Geçsin de yanımdan
Ben seyretmiyeyim
İçimi çekerek

 

RÜŞTÜ ONUR

 

"Bir şair yaşamıştı Zonguldak’ta
 adı Rüştü Onur’du.
bilseydi hatırlanacağını
ölümünden sonra,
memnun olurdu."

Behçet Necatigil

 

3 Ağustos 1920’de Devrek’te dünyaya gelir. Babası Mehmet Onur adında bir köy öğretmenidir. İlköğretimini Devrek'te okur, liseye önce Kastamonu'da başlar sonra da Zonguldak'ta bitirir. 1938 yılında İnce hastalığına tutulduğu için o yıl okuyamaz. Okulu bırakır ve ‘Maliye Varidat Memur Muavini’ olarak Ereğli Kömür İşletmeleri’nde çalışmaya başlar. 1941 yılının başında hastalığı yeniden şiddetlenir. 1941 yılının son ayı ile 1942 yılının ilk iki ayını Heybeliada'da geçirir. 1942 Mart ayında sanatoryumdan çıktığında yedi kilo almış ve hastalığı yenmiştir. Tekrar Zonguldak'a döner. İstanbul'dan Zonguldak'a giderken Anafartalar Vapurunda Mediha Sessiz adında güzel bir kızla tanışır. Mediha'ya aşkının ifadesi olan duygulu mektuplar ve şiirler yazar. Önce nişanlanırlar sonra da 1942 yılında evlenerek, Beşiktaş'ta Mediha'nın evine yerleşirler. Ne yazık ki bir talihsizlik sonucu Mediha bir karın zarı iltihabı geçirir ve 12 Kasım 1942'de yaşamını yitirir. Mediha’nın ölümü, Rüştü Onur’u derinden sarsar. Eşinin ardından adeta canına kıyarcasına yaşamaya başlar ve ancak üç hafta dayanabilir. 2 Aralık 1942’de Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokağı’ndaki evinde ciğerlerinden fazla kan gelmesi nedeniyle boğularak ölür. Şimdi Ortaköy Mezarlığı’nda “Boğaz’ın lacivert sularına bakan” bir sırtta eşiyle yan yana yatmaktadır.

Rüştü Onur, Mediha Sessiz ile henüz sevgiliyken kaleme aldığı mektubunda “Seni çok özledim Mediha. Hem de nasıl. Bunu galiba öbür mektubumda da yazdım. Bir cumartesi günü kaçıp geleceğim. Babam var ama olsun. Ben otelde yatarım. Bundan kimsenin haberi olmaz. Gece sen de bir bahane ile istasyona gelirsin. Birkaç dakika konuşsak yeter. Maksat seni görmek değil mi? Sabah erkenden atlar trene buraya dönerim” diye anlatır aşkını.

Rüştü Onur, Zonguldak M. Çelikel Lisesi’nde bir sene öğretmenlik yapan Behçet Necatigil ve yakın arkadaşı şair Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte Zonguldak’ta çıkan dergi ve gazetelerde ve İstanbul’da yayımlanan Değirmen mecmuasında şiir ve yazılar yayımlar. Rüştü Onur,  kendine özgü sesi ve tekniği olan şiirler yazmıştı. 'Garip şiiri'nin önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Rüştü Onur'un kısacık hayatı, Mediha'ya olan derin aşkı... Ve bu kısacık ömre sığan yürek yakan mektuplar ve şiirler. Salâh Birsel dostunun anısına şiirlerinin tamamına yakınını, mektuplarını, bazı hikâyeleri ile ölümünden sonra onun için yazılanları bir araya getirerek bir saygı kitabı hazırlamıştır.

 

RÜŞTÜ ONUR İÇİN KİM NE DEDİ

 

Orhan Veli: "Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü Onur..."
Behçet Necatigil: "Gamlı gecelerin öncüsü Rüştü, artık hatıralarım arasına geçti."
Salâh Birsel: "Rüştü Onur'un kısa bir şiir yaşantısı oldu. Her gün sıtma geçirirdi. Şiir sıtması."
Oktay Rifat: "Rüştü Onur Türkiye'de geç başlayan bir hareketin bayrağı altında şiir yazıyordu."
Cemal Süreya: "Rüştü Onur şiirleriyle hayatını, daha doğrusu ölümünü, bir arada götürmüş."
Doğan Hızlan: "O, insan kardeşlerine hep yaşam sevincinden insancıl duygulardan bahsetti."

 

RÜŞTÜ ONUR ŞİİRLERİ

 

ŞAİR LEYLA SOKAĞI

 

Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
Dur bakalım hele
Ben salata satayım
Şair Leyla Sokağı'nda
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
Tezgahının başına
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda

 

MEMNUNİYET


Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa;
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında.
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden;
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam
Öyle ölüler gibi
Bu güzel dünyanın ortasında…

 

İTİRAF


I
Size açabilmeliydim içimi
Geceler yalnız size
Ve yüzüm kızarmadan
Çocukluğumun küçük aşklarını
Anlatabilmeliydim
Geceler yalnız size.

II

Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Halbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.

III
Anam,
Ben topaç çevirirken sokakta,
Benim güzel oğlum,
Paşa olacak derdi...
Halbuki ben hâlâ
Topaç çeviriyorum sokakta.

 

HARB


Salâh Birsel’e
Ben insanları düşünüyorum,
Ve dünyayıO insanlar ki
Böyle her akşam üstü,
Şarkı söyler ve şiir yazarlar
Ölüme dair.
(Cumalı’ya mektup, 12.9.1940)

 

SEN

 
I
Rahmet bekleyen insanların
Rahmet yüklü bulut ol semasına.
Yalnız sen boşalt nasibini
Aç ve tok toprağa.

II
Yağmur ol, bulut ol, şarkı ol
Yalnız esirgeme kendini bizden.
İçinde yüzdüğün denizden
Daha derindir gecemiz. 

III

Boşal ey yağmur boşal artık,
Yeter susuzluğumuz.
Çatlayan dudak
Çatlayan toprak
Ve namütenahi uykusuzluğumuz.

(Birsel’e mektup)

 

MEKTUPLAR


"Benim şeker yavrum

Şu an kardeşim mektubunu getirdi. Hemen cevap yazıyorum. Sanki bu mektup hemen postayla gidecekmiş gibi acele ediyorum. Ne çare Pazartesi güne kadar postahanede bekliyecek. Ne olursa olsun gine yazmam lazım. Kalbim belki böyle rahat eder.

Orada uykusuz kaldımsa benimle beraber sen de yoruldun. Eğer hastalığıma sebep bunlar olsaydı benimle beraber sen de hasta olurdun. Yok Mediha ben daha önceden şifayı kapmışım. Neyse şimdi bir şeyim yok. Yalnız kendimi kollamak lazım.

Hem zayıfladım, hem doğru dürüst bir elbisem yok. Sonra baban ben kızımı böyle bir çocuğa vermem derse ben ne yaparım. Ne ise her şeyi sana bırakıyorum.

Sana uzun bir mektup yazmıştım. Dün postaya attığıma nazaran her halde bu gün eline almış olmalısın. Bu mektubum da uzayacak gibi. Ellerim kendiliğinden yürüyüveriyor. Fakat ben uzatmayacağım. Biraz da sen yaz.Seni çok özledim Mediha. Hem de nasıl. Bunu galiba öbür mektubumda da yazdım. Bir Cumartesi günü kaçıp geleceğim. Babam var ama olsun. Ben otelde yatarım. Bundan kimsenin haberi olmaz. Gece sen de bir bahane ile istasyona gelirsin. Birkaç dakika konuşsak yeter. Maksat seni görmek değil mi? Sabah erkenden atlar trene buraya dönerim.

Acele cevap bekliyorum."

Rüştü Onur

 

"Mediha,Sizin burada ayrıldığınızın tam haftasındayız. Hatta iki gün bile geçti. Fakat hala mektubuma cevap vermediniz ki ben mektubumu buradan ayrıldığınızın ertesi gün postaya atmıştım. Emin ol Mediha koskoca bir haftayı cevap beklemekle geçirdim. Bu gece Cuma gecesi, ikinci mektubumu yazıyorum. Saat on bir buçuk. Fakat ne çıkar. Bekleyiş acısını damarlarımda bile duyan, idrak eden bir insan için saatin kaç olduğunun ne ehemmiyeti var. Saatlerin, haftaların değil, ayların değil yılların bile benim için bir ehemmiyeti yok.

Fakat bütün bunlara rağmen senden vaktinde mektup ve haber alamamaktan mütevellit bir iç sıkıntısı beni perişan ediyor desem bilmem inanır mısın.
Söyle Mediha ne oldu sana. Beni bu vehimlerden kurtar yavrum. Biliyorsun ki senin için her şeyi yapmaya hazır olan bir insanım.
Bu gün hastaneye yattığımın yerini beşinci günü. Bir kaç güne kadar taburcu oluyorum."

Rüştü Onur

 

KELEBEK ÖMÜRLÜ İKİ ŞAİRsiirler


Rüştü Onur, 22 yaşında, Muzaffer Tayyip Uslu ise Onur’dan 2 yıl sonra 24 yaşında veremden dolayı hayatlarını kaybettiler. Bir kelebeğin hayatı gibi güzel ve anlamlı yaşadılar ama bir kelebek kadar da hayattan erkenden göçüp gittiler. Bizim onları tanıyıp şiirleri bugün okuyor olmamızın en büyük vesilelerinden bir tanesi Yılmaz Erdoğan’ın yeni vizyona giren filmi “Kelebeğin Rüyası” ile oldu. Her ölüm erken ölümdür ama biz neden bu kadar geç kaldık bu iki şairi tanımak için?




Sayı 16 (Eylül - Ekim) 2013

Bu yazı 12626 defa okundu.