GÜNÜMÜZÜN FUTBOL KURBANLARI: TEKNİK DİREKTÖRLER

“Eskiden antrenörler vardı ve kimse de fazla kulak asmazdı onlara. Futbol oyun olmaktan çıkıp doğru dürüst teknokratlara ihtiyaç duyulmaya başlandığında, antrenörler sessizce göçüp gittiler. İşte o zaman teknik direktörler geldiler dünyaya. Görevleri doğaçlamayı ortadan kaldırmak ve özgürlüklerini sınırlayarak, disiplinli birer atlet olmak zorunda olan oyuncuların verimlerini arttırmaktı.”

(Eduardo Galeano-Gölgede ve Güneşte Futbol. Sayfa-27)

 

Sporculara bir şeyler öğretmek antrenörlerin işidir. Teknik direktörler ise takımla ilgili kararları veren ve tüm takımı belirli bir disiplin  dahilinde her konuda yönlendiren kişidir. Futbol tarihine baktığımızda önceleri takımı çalıştıran herhangi bir kimse yoktur. Daha sonra takımın eski futbolcularından veya amatör olan meraklıların takımı çalıştırdıkları ve idare ettikleri görülür. Teknik direktörlük kavramı daha sonra gelişmiştir. Antrenör takımı çalıştırırken, teknik direktör takımı her açıdan yöneten ve yönlendiren kimsedir. Statü olarak da antrenörden daha üst bir konumdadır.

Teknik direktörlerin sporculara bilmedikleri bir şeyleri öğretmek ve onları çalıştırmak dışında ne gibi işlevleri olduğu, bu işlevlerinin ne önemde olduğu, teknik direktörlerin takımın kaderi üzerinde  gerçekten etkili olup olmadıkları hep tartışılmıştır. Bazıları için teknik direktör takımın her şeyi iken bazıları için takımın başındaki bir diktatör, bazıları içinse herhangi bir işe yaramayan biri. İyi bir takımın başında herhangi bir kişi olmadan sahaya çıkıp oynayabileceğini hatta şampiyon olabileceğini söyleyenler bile vardır. Tarihte bunun örnekleri de vardır. Fenerbahçe takımı antrenörsüz kaldığında, takımı malzemeci Niko çalıştırmış ve takım o yıl  şampiyon olmuştur. Teknik direktörler açısından en çok tartışılan konu  takıma olan katkısı ne kadardır? Bahsedildiği gibi %20’lik bir etkisi var mıdır?  Bu yıllardır cevap bulamayan bir sorudur. Bu bilinmez ama medya camiasında  böyle bir dedikodu dolaşır durur ortalıkta. Aykut Kocaman ise bu rakamların nasıl verildiğini bilmediğini, belirtir.

Teknik direktörlük aslında doğal bir liderlik değildir. O, atanmış bir liderdir. Atanmış bir lider olduğu için her an görevinden alınabilir. Futbol ligleri aynı sezonda üç veya daha fazla hocanın değiştirildiği takımlar veya bir sezonda üç ayrı takımı çalıştıran teknik direktör  ile doludur. Veya geleceğin takımını kurmak için getirilmiş bir hocanın üç hafta sonra kovulması işten bile değildir. Teknik direktör öncelikle iyi takım olmak ve bunu futbolcularına inandırmak zorundadır. Eğer kişi- de inanç yetersizse takımın başarılı olma şansı son derece düşüktür. Teknik direktör, rakip kim olursa olsun öncelikle kendi oyununu takıma oynatmak zorundadır.

Teknik direktörlerin ruhsal hali her hafta, hatta maçtan önce, maç esnasında veya sonrasına göre değişkenlik gösterebilir. Galibiyet halinde bile maç esnasında yüzleri gergindir. Sürekli bağırıp çağırıp oyunculara taktik vermeye çalışırlar. Bunlar kötü giden maçı lehlerine çevirecek son çırpınışlardır. Ne kadar işe yaradıkları ise şüphelidir. Maçtan önce gazetecilerin zekice (!) sorduğu  “Sahaya kazanmak için mi çıkacaksınız? Sorusuna verdikleri yanıt dahicedir: “Zafere ulaşmak için elimizden geleni yapacağız”.  Maçtan sonra verilen yanıtlar ise “Oyuncularım istediklerimi sahada yansıtamadılar. Önümüzdeki maçlara bakacağız” gibi demeçlerdir. Galip geldiklerinde her uzatılan mikrofona konuşurlarken, mağlup oldukları maçlarda konuşmak içlerinden gelmez, uzatılan mikrofonları çoğunlukla görmezden gelirler. Ya saha kötüdür, ya futbolcular verilen taktiği yeterince yerine getirememişlerdir, ya da takım ilk golden sonra oyun disiplininden kopmuştur veya hakem hataları maçı çığırından çıkarmıştır.

Teknik direktörlükte otorite bazen takımın başarısıyla bir tutulur. Galatasaray’ın dört yıl üst üste şampiyon olması ve  UEFA kupasını alması Fatih Terim’in otoriter yapısına bağlanır. Yiğiter Uluğ, bu konuda şunları yazar: “…Sadece paranın olmadığı bir ortamda, bir işyerini modern bir kışlaya çevirerek futbolcularını korkutarak kurduğu otoritenin, gördüğü saygının altını çizmeye çalışıyorum. Hepsi gayet iyi biliyorlardı ki, Fatih Hocaları kaşlarını çatarak bir tehdit savuruyorsa eğer, onu pekala gerçekleştirebilir. Dediğini yapacak gücü, ona destek olacak dostları ve yapılan ne olursa olsun medyada onu alkışlayacak yandaşları vardır.

Antrenörler veya teknik direktörler, futbol sektörü içindeki en şanssız insanlardır. Gösteri dünyasının acımasız kuralları burada çok hızlı işler. Tüketim toplumunun tüm ürünleri gibi, teknik direktörler de rahatlıkla kullanılıp atılabilirler.  Kulüp yöneticileri açısından teknik direktörler en başarısız olanlardır. Çünkü kendilerini veya bir takımı değiştirmektense hocaları değiştirmek daha kolaydır. Her yenilgi onları sona götüren bir karar gerekçesi yapar. Mağlubiyetlerin arka arkaya gelmesi veya şampiyonluğun kaçırılması, yerlerine başkasının getirilmesi için yeterli nedendir. Seyirciler bir gün, “Çok yaşa!”, “Türkiye seninle gurur duyuyor”  diye ortalığı inlettikleri halde, bir sonraki pazar günü kellesini isteyebilirler. Her ligin  nöbetçi teknik direktörleri vardır. Yılmaz Vural, Hikmet   Karaman, Güvenç Kurtar gibi… İşlerin iyi gitmediği durumlarda kovulan teknik direktörün yerine geçeceklerdir veya onların yerine getirileceklerdir. Dünyanın en büyük kulüplerinden gelip ilk yarıyı tamamlamadan kulüpten kovulan bir çok teknik direktör  sayılabilir. Bunlardan en ünlüleri Beşiktaş’a gelen Del Bosque ve Fenerbahçe’ye gelen Aragones’tir.

 

direktor

 

Kaynaklar


1- Eduardo Galeano. Gölgede ve Güneşte Futbol. Can Yayınları. 2008

2- Kaan Arslanoğlu. Futbolun Psikiyatristi. İthaki Yayınları. 2005




Sayı 13 (Mart - Nisan 2013)

Bu yazı 5437 defa okundu.