Çetin Yiğenoğlu ile Söyleşi 'Turhan ve İlhan Selçuk Adana'da'

Bir gün Çetin Yiğenoğlu bana (zannederim Turhan Selçuk’un sergisini Adana’ya taşımak, adına bir karikatür okulu açmak, uluslararası karikatür festivali fikri gibi projeler sunmam nedeniyle) Turhan ve İlhan Selçuk kardeşlerin 1938-1942 yılları arasında yaşadıkları evi göstermek istedi. Kendisi de evin yerini sağlığında rahmetli Osman Yereşen’den öğrenmişti.

Osman Yereşen ki Selçuk kardeşlerin Adana dönemindeki yakın arkadaşları. İlhan Selçuk’un Adana’ya bir gelişinde Osman Yereşen’i de yanlarına alıp eve gitmişler. İlhan Selçuk yaşadıkları evi yeniden görmekten çok etkilenmiş.

Tabi ki Yiğenoğlu’nun gönlünde evin restore edilip, müze haline gelmesi yatıyor. Bu fikrine ortaklar bulmak için beni ve Turhan Selçuk’un kızı Aslı Selçuk’u eve götürdü. Aslı Selçuk da amcası gibi hem duygulandı, hem de evin müze haline getirilmesinde desteğini esirgemeyeceğini belirtti.

Böylece bir güç birliği doğdu. Ardından bize Adana’nın delikanlı insanlarından CHP milletvekili İnönü Zülfikar Tümer de katıldı. Konuyu yetkililere taşımak görevini o üstlendi. Altınşehir Adana Dergisi de sözcülüğü eline aldı.

Turhan ve İlhan Selçuk’un Adanalı yılları ile ilgili olarak Çetin Yiğenoğlu ile yaptığımız bu röportaj bir bakıma, Adana’ya yeniden bir değer kazandırmak üzere başlayan bir sürecin de ilk adımları oldu.

Umarım sizler de bize katılırsınız, İlhan ve Turhan Selçuk Müzesi için daha güçlü adımlarla yol alırız.


HU/ Altınşehir Adana -
İlhan Selçuk ile nasıl tanıştınız? Turhan Selçuk’la da tanışıklığınız var mı?

Çetin Yiğenoğlu-Turhan ağabeyi bir çizer, İlhan ağabeyi de yazar olarak 68 sürecinden beri tanırım. 1967-1970 arası İstanbul’da, ışığı arayan, aydınlanma istemiyle ışığa koşan bir yüksek okul öğrencisiydim. Kozan’da yakın arkadaşlarımın çoğu ırkçı-milliyetçi bir politik çizgiye yönelirken ben İstanbul’da ışığın soldan doğduğunu görme şansını yakalayan 68’li oldum. O yıllarda Turhan Selçuk’un Milliyet’teki çizgileri, İlhan Selçuk’un Cumhuriyet’teki yazılarıyla politik açıdan bileniyorduk.

İlhan ağabeyle şahsen tanışmamız, Cumhuriyet gazetesinde birkaç yıl çalışmamdan, temsilci olarak atanmamdan sonra oldu. Temsilci atandığımı o dönemde haber müdürü olan Yalçın Bayer Adana'ya gelerek bana ve öbür çalışanlara tebliğ etti.

Temsilci olmamda son söz kuşkusuz İlhan ağabeyindi.

Turhan Ağabeyi Cumhuriyet'te çizmeye başladıktan sonra gazete çalışanlarının, yazar-çizerlerinin bir İstanbul buluşmasında tanıdım.

Sanırım o gündü; İlhan ağabeye yakın oturuyordum. "Turhan ağabey için çok çapkın diyorlar”, diye takıldığımda İlhan Ağabey gevrek gevrek gülerek, 'Ben onu geçtim',” dedi.


HU/AA-
Onlarla Adana hakkında sohbet ettiniz mi? Neler anlattılar. Adana’daki yaşamları ile ilgili anlattıkları bir şey hatırlıyor musunuz?

ÇY-Turhan Ağabeyle pek söyleşimiz olmadı; akşam yemeklerinde geçen birkaç buluşmamız, toplantının ritüeline uygun davranışlarla geçti.

İlhan Ağabeyle ise birçok kez bir arada olma olanağı yakaladım.

O yılların Adanasını birçok yönüyle (okuyarak, tanıklardan dinleyerek) bilmemin yanı sıra onlarla ilgili bazı yaşanmışlıkları da bildiğim için yaşamlarının Adana’daki çerçevesini yorumlamam zor olmaz... Örneğin, Selçuk kardeşlerin babaları Kasım Bey bir binbaşı, jandarma komutanı. Merkez nüfusu 60-70 bin de olsa o yıllarda da Adana bir il merkezi. Üstelik zorlu yılların Adanası… Böyle bir kentte asayişten, güvenlikten sorumlu olmak, kolay olmasa gerek… Savaş görmüş (1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı) bir subay da olsa Binbaşı Kasım Bey, İkinci Dünya Savaşının getirdiği ek sorumluluklarla boğuşmuş o dönemde… Casusların cirit attığı Adana’da özel donanımlı bir güvenlik amiri. Ama kendini hiç öne çıkarmamış, böyle bir düşüncesi de olmamış. Böyle alçakgönüllü bir kahramanın oğlu/oğulları olmak düşünmeye değer! Selçuk kardeşlerin o yıllardan süzülen anı kırıntılarına bakılacak olduğunda böylesine yüce, o ölçüde güçlü bir karakterin çocukları olarak hiç de şımartılmadıkları, daha doğrusu şımarıklık yapmadıkları, halkın çocuklarıyla içiçe büyüdükleri görülür.

Turhan Ağabeyin çizgi cennetine Adana’da o yıllarda adım attığını biliyoruz. Her iki kardeş de futbol tutkunu. İlhan Ağabeyin futbol tutkusunu liseden arkadaşı Osman Ağabeyden (Yereşen) duydum. Benzer şeyleri Selahattin Ağabey (Canka) de anlattı.

İlhan ağabeyi, ölünceye dek dostlukları süren Sefa (Ersoy) Ağabey anlattı bana daha çok. Onun tam bir Adanalı olduğunu söylerdi. Her ikisi de şimdi ışıklar evreninde; birbirlerini çok severlerdi. İlhan ağabey, yazılarında Adana gündeme geldi mi ya Sefa Ağabeyden söz eder ya onu referans gösterirdi. Hiç Sefa ya da Sefa Ersoy diye yazmazdı. K. Sefa derdi. “K”nın anlamı “Kör”dü. Gençlik yıllarında böyle bir lakap takmışlar Sefa Ağabeye… O zamanlar bıçkın, bileği güçlü gençlere Adanalılar genellikle bir lakap takarmış; Ona da Kör Sefa demişler. Kör-mör değildi, şehla bakışlıydı. Sanırım, onun gözünü budaktan esirgemeyen, belanın üzerine giden yapısına bakarak “gözüne bir görükür var” ya da “eseri geldi mi gözü bir şeyi görmez” türünden yapılan yorumlar sonucu “Kör Sefa” deyip çıkmış olmalılar. Ben tanık oldum kaç kez, bazı toplantılarda dincilerle bölücülere kafası kızdı mı yaşına bakmaz, bastonunu bir kaldırırdı ki, tutmasanız giderdi bir yerlere… Kaç kez, “Şurdan, giderekayak bir ikisini haklayıp da savuşayım” dediğini anımsarım.

O, İlhan Selçuk’un gençlik arkadaşıydı, ölene değin sürdürdüğü…

***

İlhan Ağabey, dost canlısıydı… Bunun en güzel örneği sanırım Adanalı bir arkadaşıyla ilişkisi. Adı bende, o arkadaşı ileri yaşında ekonomik açıdan dara düşmüştü. Bunu öğrenen İlhan Ağabey, ona ölünceye değin kendi aylığından benim aracılığımla düzenli yardım yaptı. Arkadaşı öldükten sonra, arkadaşının eşinin de sıkıntı çektiğini duyunca beni aradı:

“İyi kadın Çetin… ‘…..’ye de iyi baktı. Ona yardım etmek boynumuz borcu. ‘…..’ye ödediğimiz parayı ‘…..’ Hanıma da aynen ödeyelim!”

Arkadaşının eşine o ödemeyi kendisi ölünceye dek yaptı.


***

Gazetede çalışırken "İlhan Bey'in birkaç prensinden biri" diye anıldığımı duyardım.

İlhan Ağabey bu yargıyı güçlendirecek bir sempatiyle yaklaştı bana çoğu zaman. Bunu bana söylemekte de sakınca görmemiş olacak ki, sağlığını yitirmeden önce bana karşı yapılan "mobbing" uygulamalarından rahatsız olduğumu duyunca, gazetede beni kendisinden başka görevden alacak güce sahip başka birinin olmadığını söyleme gereksinimi duydu.

Nadir Bey'in ölümünden sonra görev üstlendiğimizde de rahat olmamı, dilediğim gibi çalışmamı söyleyerek yüreklendirmiş, güçlendirmişti beni. Bu güven duygusuyla birçok güzel işe imza attım.

Ne ki, liyakâtleri kendinden menkul bazı yöneticilerce Adana Büro’nun kapatılmasına benim temsilci olarak atanmamdan önce karar verilmişti. Kapatmak için yaklaşık 20 yıl beklenmesinin iki nedeninden biri o yıllardaki teknolojinin buna olanak vermemesi, öbürü İlhan Selçuk unsuruydu.

İlhan Ağabey için Adana’nın yeri ayrıcalıklıydı.

Onu yitirişimizden bir yıl sonra Adana Büronun kapatılması, bu ara benim de gazeteyle ilişkimin kesilmesi zamanlama açısından sizce de ilginç değil mi?

Temsilci olarak atanmamdan sonra onu yitirinceye değin birçok buluşmamız oldu onunla; Adana'da, İstanbul'da.

Adana'daki etkinliklerimde beni hiç yalnız bırakmadı. Bunların başında Yerel Basın Kurultayı’nı, Adana Sanat Günleri'ni, Ulusal Tarım Kurultayı'nı sayabiliriz.

Ben, - konuştuğum kişi İlhan Selçuk gibi yüce bir karakter de olsa- dostça söyleşilerde not almam; beynimi, duyargalarımı ses aygıtı, gizli kamera gibi kullanmam. -Bazıları gibi bir evlat kimliğiyle kabul edildiği evde gördüğü aile mahremiyetiyle ilgili şeyleri, örneğin bir lazımlığı anlatmam-. Böyle davranmayı bana dostluğunu sunmuş, artık yanıt verme olanağı olmayan birine ihanet olarak değerlendiririm.

Bütün bunları yazmamın nedeni İlhan Ağabeyle birlikte olduğum anlarla ilgili belleğimde anılardan imbiklenen ne varsa onları anlatırım, o da çağrışımlar elverdiğince. Zaten, anlatılmayacak ne bir şeyine, davranışına tanık oldum ne de o, bilinen zerafetinin dışında bir davranışta bulundu. Her zaman nazik, her zaman kibar; odasına giren her konuğu -yaşı ne olursa olsun- ayakta karşılayıp, gözlerine dostça bakarak elini sıkan, kendi kimliğini kendi yaratmış bir asilzadeydi o.

İlhan Ağabeyle Adana'yı da konuştuk, üstelik çok. Ne ki yukarda belirttiğim gibi bu konuda ne bir günce ne bir not defteri tutmadım.
 

Onların yaşadığı Adana'da ben yoktum ama o Adana'yı biliyorum.
 

HU/AA-Onların Adana ‘da yaşadıkları evi bize, belki de kamuoyuna ilk gösteren kişi sizsiniz. Bu bilgiye nereden ve nasıl eriştiniz. Asıl kaynağınız nedir?

ÇY-Osman Ağabey (Yereşen) gösterdi bana; “İlhan gelince bir gün gidelim, ona da gösterelim, mutlu olur”, dedi.

Dediği gibi de yaptık. Üçümüz birlikte gezdik evi… İlhan Ağabey daha cümle kapısından girerken duygusal açıdan boyut değiştirdi; sessizliğe gömüldü. Biz de onu o an içine girdiği dünyada rahatsız etmemek için sessizce bir kıyıdan izledik. Her şeye, her yere uzun uzun baktı. En çok palmiye ağacına baktı. Trabzanın her santimetrekaresine dokundu. Odalara girmedi; kapılarından uzun uzun baktı; bakışlarını hep yere doğru çevrindirerek bir başka noktaya odaklandı. Ne biz bir şey sorduk, -sorabildik, daha doğrusu- ne o bir şey söyledi, anlattı. Bir kaç kare fotoğraf çekildik hepsi o. Oteline götürürken de sessizliğini bozmadı, odasına çekildi. Daha sonra bu konuyu hiç açmadı. Biz de açmadık, bir şey sormadık.

O fotoğrafların ne denli önemli olduğunu bildiğim için çok güvenli, korunaklı bir yere gizledim. Güzel gizlemişim, şimdi arıyorum bir türlü bulamıyorum. Bir takım İlhan Ağabey’e göndermiş, bir takım da Osman Yereşen’e vermiştim. Sorulursa varisleri belki bulabilir.

Ne yazık ki ben bulamıyorum.


Osman Yereşen                          Çetin Yiğenoğlu

 

HU/AA-Konuyla ilgili sizden başka bilgi alacağımız kimler bulunmaktadır?

ÇY-Selahattin Canka bana göre en önemli kaynak. Yılmaz Güney’in koruyucu meleği Şükrü Tekbaş (Kolonyacı Şükrü) var; bildiğim kadarıyla hayatta. Yaşı da Selçuk kardeşlere yakın. Yıldır Manisalı da önemli bir kaynak bildiğim kadarıyla. Selçuklardan yaşı küçük olmasına karşın, hemen sonraki kuşak, bir şeyler duymuşluğu olmalı.
 

HU/AA-Bu evin bugünkü durumu hakkında bilgi verip, bu durumuyla ilgili görüşlerinizi bildirir misiniz?

ÇY-Ev, o dönemin Adanasının güzel semtlerinden biri olan Kayalıbağ’da, çağın sosyal yaşamına uygun inşa edilmiş bir yapı. Şimdi önünü devasa, özensiz yapılmış bir betonarme binanın kapamasına bakmayın, çağın gereklerine uygun, iç avlusu, alt katta ahırı, ardiyesi, üst katta sofası, üç odası,mutfağı olan önü güneydoğuya açık, nehir kıyısında güzel bir ev… Seyhan nehrinin evin önünden aktığını düşleyin!
 

HU/AA-Bu ev sizce nasıl değerlendirilmeli?

ÇY-Burası Adana’da kültür-sanat açısından işlevsellik kazandırılması gerekli bir merkez olmalı. Turhan Selçuk karikatürleriyle İlhan Selçuk da yazınsal kişiliğiyle burada, kişiliklerinin mayalandığı bu kentteki bu evde yaşatılmalı. Selçuk kardeşler Adana’ya memleketlerine getirilmeli. Evin bir yerlerinde atelyeler kurulmalı, sanat etkinlikleri düzenlenmeli; bir yönüyle de müze kimliği kazandırılmalı…

İlhan Selçuk için –kim dedi anımsamıyorum- “kendi heykelini yapan adam” denilir. Bu söz aydın, entelektüel kişiliği, karakteriyle ilgili söylense de o evin bir yerlerine iki kardeşin (yetmez) ailenin bir yontusu kondurulmalı!
 

HU/AA-İnsanlara nerelisiniz diye sorulduğunda, ya baba memleketini, ya doğduğu yeri, ama daha çok yaşadığı veya kişiliğinin oluştuğu yeri söyler. Bu açıdan bakarsanız Selçuk Kardeşler ne kadar Adanalıdır?

ÇY-Bana göre Allahına kadar Adanalı ikisi de. Soy, sop, aşiret, aile, kan bağları, doğulan yer ne denli önemli olursa olsun, insan kişiliğinin biçimlendiği ergenlik çağının geçtiği toplumsal ortamlar insanlarda köklü bir aidiyet duygusu yaratıyor. Selçuk kardeşleri düşünün, iki genç insan olarak… Kimbilir ne aşklar yaşamışlar, ne dostluklar mayalamışlar ne kavgalara girmişler bu kentte. Ne türden unutulmaz anıların etkisinde kalmışlar, kimbilir?

Selçuk kardeşler Türkiye’de herhangi bir kentten gösterilemeyecek denli toplumsal kimlik kazanmış iki karakter, iki kültür-sanat adamı. Şu anda Hacıbektaş’ta yatıyorlar. Her biri Anadolu’nun bir köşesinde doğmuş… Onların Türkiye’ye malolmuş insanlar olmaları bir yana, benim izlenimim, özellikle İlhan Ağabey tam bir Adanalıdır. Bunu yüksek sesle “Ben Adanalıyım” dememişse de bu konudaki gönül bağını her fırsatta, gerektiği her an yazılarında belirtmekten kaçınmamıştır.

Özcesi, romantik kimliği denli gözüpekliği ancak bir Çukurovalıya, bir Adanalıya yakışır onun.
 

HU/AA-Selçuk Kardeşlerin kişiliğinin oluşmasında (Sanatsal, ideolojik, vb.) Adana ne kadar etkili olmuştur sizce?

ÇY-Çok etkili olmuştur. Her ikisinin hamuru da Adana’da mayalanmıştır. O dönemin Adanası kültür-sanat yönünden inanılmaz varsıllığa sahiptir. Rusça, Fransızca, Almanca başta, birkaç dil bilen aydınların yaşadığı bir kenttir Adana o yıllarda. İletişim olanaklarının başında radyo geliyor. Adana’nın o dönemki entelijansiyası öncelikle radyodan -elbette basından- çok etkili yararlanıyor. Radyo aracılığıyla bütün dünyadan haberler alınıyor, Türkçe’ye çevrilerek ertesi gün gazetelerde yayımlanıyor. Haberlerin yanı sıra o yetkin beyinlerin rasyonel makaleleri birer meşale oluyor halka. Böylece her şeyden haberdar olan, çağın gündem konuları üzerine akıl yürütebilen nitelikli insanların oluşturduğu bir halk yaşıyor Adana’da.

Gazete deyince şimdiki gibi teknik açıdan yetkin ama ruhu-felsefesi olmayan gazetelerle karşılaştırmayın o yılların gazetelerini… Bir kez o yıllarda İstanbul, Ankara basınının etkisi neredeyse yok düzeyde Adana’da. Aynı teknolojiye sahip Adana basını, her biri uluslararası (enternasyonal akredite) gazetecilik liyakâtine sahip, Moskova’da, Berlin’de, Paris’te, Londra’da eğitim görmüş donanımlı kültür adamlarınca yönetiliyor, yayınlanıyor. O gazetelerde İstanbul, Ankara basınının düzeyini aşan nitelikte makaleler yazılmasının gizi biraz da bundan kaynaklanıyor…

Halkevi (Büyükşehir Belediye binası) de o dönemde girmiş halkın kültür-sanat evrenine. Salon, yandaki bahçesiyle birlikte tam bir kültür-sanat akademisi niteliğinde…

Selçuk kardeşler, işte böyle bir Adana’da ilk gençlik yıllarını geçirdi.
 

HU/AA-Tanıdığınız İlhan Selçuk’ta “Hah işte bu tam Adanalı bir davranıştı” diyebileceğiniz, Adana’dan kalmış bir kişilik izi gördünüz mü? Mesela söz arasına yerleştirdiği, Adana kökenli sözler olabilir veya rakının yanında şalgam içmeyi sevebilir, vb...

ÇY-İçki konusunda bir çıkarmada bulunamayacağım. Benim tanıdığımda İlhan Ağabey altmışlarındaydı. Sofrada kırmızı şarapı yeğlerdi. Onu da abartmazdı. O zarif, naif kimliği, oturuşundan, çatal-bıçak tutuşuna, en ciddi konuları esprilerle, ironilerle ortaya sermesine, görüş belirtmesine, her davranışına yansırdı.

Bir söyleşide, söz arasında -eğer ‘sanatsal’ gereklilik varsa diyelim- Adana jargonunu bir sesle, bir imle belirtir, sonra gevrek gevrek gülerek o düzeyli güzel Türkçesiyle konuşmasını sürdürürdü.
 

HU/AA-Onların Adana’da yaşadığı 1938-1941 arasında Arif, Abidin Dino Kardeşler ve Yaşar Kemal’de Adana’da yaşıyor. Turhan Selçuk’un ilk karikatürünü yayınladığı Türksözü’nde Abidin’de çalışıyor. Selçuk Kardeşlerin onlarla veya diğer Adanalı sanatçılarla ilişkisi ile ilgili kendilerinden veya üçüncü şahıslardan duyduğunuz bir şey var mı? Veya bildiğiniz, okuduğunuz bir kaynak bulunuyor mu? Bu kaynaklara nasıl ulaşabiliriz.

ÇY-Bir yanıyla yukarda da değindik. Yazılmış kitaplar var, sizin de bildiğiniz…
 


HU/AA-
İlhan Selçuk’la sohbetlerinizde konumuzla direk ilgili görünmese bile, bize yazı dizimizde yol gösterecek, bir anlatım , bir işaret var mı? Bizim yazımızın konusu sadece Selçuk Ailesi’nin evleri olmadığı için, söylenen her bir sözün veya bilginin derinleştirilmesi bizleri önemli yerlere götürebilir. Örneğin Turan Selçuk ile Şahin Kaygun’un tanışıklığını biliyoruz. Birlikte çıkardıkları Dolmuş Dergisi’nin 5 Ocak tarihinde yayınlanması bir tesadüf müydü? Size Yaşar Kemal’i veya Orhan Kemal’i anlattı mı hiç?

ÇY-Turhan ve İlhan Ağabey’in ‘5 Ocak’ tarihini bir rastlantı sonucu seçeceklerini sanmıyorum.

İlhan Ağabeyle söyleşilerimizde Yaşar Kemal, Orhan Kemal konuları hiç açılmadı. Bir yazısında Yaşar Kemal için “O büyük yazar” türünden bir tümcesini anımsıyorum. Bana inceden ironik bir öze sahip geldi, o tümce.

Yaşar Ağabey ise İlhan Ağabey için bir gün “O kurnaz bir arkadaş”, ifadesini kullandı. Onda da bir yergi sezinledim, ama soramadım; soramazdım da.

Bildiğim, İlhan Selçuk’un Cumhuriyet’te yazmaya başladığı yıllarda Yaşar Kemal’in Cumhuriyet’ten ayrıldığıdır. Hangisi önce, doğrusu onu bilmiyorum.
 

HU/AA-1938-1941 dönemi Adanasına gitseniz, (fotoğraflarını gördünüz, o dönemi okudunuz, size anlatılanlar oldu) bize nasıl anlatırsınız. Hangi Caddeler vardı, hangi mahalleler hala kurulmamıştı? Şehrin en hareketli merkezi neresiydi? Evler nasıldı? Selçuk Ailesi’nin evleri bu evler içinde nasıl bir statüdeydi? Buradan yola çıkarak Selçuk Ailesi’nin o günkü yaşamı hakkında bazı tahminler yapabilir misiniz?   

ÇY-Bana göre Turhan Cemal Beriker Adana’ya gelmiş, geçmiş, Adana’nın dünya çapında liyakâte sahip bir belediye başkanıdır. Çağının kent bilimini çok iyi algılamış, dünyadaki gelişimine uygun modernist kent planlamalarıyla, neoklasik binalarıyla çağına damgasını vurmuştur. Bırakınız öbür yaptıklarını, Atatürk caddesiyle Atatürk parkı değer her şeye. Atatürk parkının şimdiki başlangıç yerinden tren garına değin uzandığını bir düşünsenize! Beriker, Atatürk caddesini yaparken halk, “Bu belediye başkanı buraya uçak mı indirecek ki böyle bir cadde yaptırıyor” diye söylenirmiş. 60-70, bilemediniz 100 bin nüfuslu bir kent için bu nasıl bir uzgörüdür? Aynı cadde üzerinde bugün nüfusu 2 milyona yaklaşmış kente hâlâ hizmet veren bir park, bir cadde (şimdi bulvar) bir halkevi binası… Sonrasında onun ufkunu açacak bir bina yapmayı düşünecek bir belediye başkanı çıkmadı, ne yazık ki? 2 milyon nüfuslu kente o salondan küçük salon yapan kimi ilçe belediye başkanları o salonlara “kültür merkezi” nitemini vermekten de çekinmedi, ne duruma düştüğünü düşünmeden…

Papyon takan bir beyefendiydi belediye başkanı Turhan Cemal Beriker…

Yanılmıyorsam Sun Sineması sokağı yabancıların, varlıklıların oturduğu bir bölgeydi… Daha sonra salcıların mekânına yerleşen Reşatbey’in tek ya da iki katlı, binbir çiçekli, revidor kokulu, bahçeli evleri o tarihlerde yapılmaya başlanmış olmalı. O sıra, kentin kalbi Büyüksaat’le Dörtyolağzı arasında atıyor. Tepebağ, Kayalıbağ, setüstü, nehir kıyısı gözde semtler. Kiremit çatılı, yığma taş duvarlı, ahşap ağırlıklı konaklar, evler… Üzerinde loğ taşlarının olduğu, toprak damlı evler… Sokaklarda, caddelerde az sayıda otomobil, daha çok fayton… Tablacılar, aşlama, ayran satıcıları…

Bu konuda anlatılacakların tümü sepya fotoğraf kıvamında düşsel bir anlatıyı gerektirir.




Sayı 28 (Eylül - Ekim 2015)

Bu yazı 10643 defa okundu.