Athena'nın Torunları
Ölümünden bir süre önce kesilen bacağı bile yaşam sevincini köreltmeyecek ve “Uçmak için kanatlarım varken niye yürümek için ayaklar isteyeyim ki?” diyecektir.
Yunan mitolojisinde sanat, zeka, ve bilgelik tanrıçası Athena bir kadın. Fakat dünya sanat tarihine baktığımızda, geçmişte veya günümüzde, medeniyet seviyesi en yüksek kabul edilen ülkelerde dahi, adını sanat tarihine yazdırabilmiş kadınların sayısı yok denebilecek kadar az. Bunun sebebi kimi sanat tarihçisine göre, sanat tarihi kitapları yazılırken, kadın sanatçıların adının önemsenmeyip yazılmamış olması, kimine göre beyaz ırk erkeklerinin, deha ve yaratıcılık sıfatlarını bünyesinde barındıran sanatçı olma ayrıcalığını, bir kadına bırakmak istememesi ve hatta kimine göre sadece seksüel değil, ırksal olarak da beyaz erkeğin, sadece kadınlara değil siyahi erkeğe bile dünya sanat tarihine adını yazdırma fırsatı vermemesidir.Sebebi her ne olursa, seksüel, kültürel, ırksal, sosyolojik veya fizyolojik, tarihe adını silik harflerle bile olsa yazdırabilmiş sanat yapan kadınları bir nebze olsun hatırlayabilmek ve hatırlatabilmek, sayı açığını telafi edebilmek umuduyla, bu yazı dizisinde sanat Tanrıçası Athena’nın sanatçı kızlarına değinmeğe devam edeceğim. Bu sayının konuğu Meksikalı ressam Frida Kahlo.
‘Mavi Ev’ de Bir Sürrealist Doğuyor
1907 yılında Meksika’nın güneyinde dünyaya geliyor Frida. Dört kız kardeşten üçüncüsü. Babası Alman göçmeni ünlü bir fotoğrafçı. ‘Barış’ anlamına gelen Frida adını babası koyuyor. Annesi Kızılderili asıllı, geleneksel fikirleri olan, eğitimsiz bir yerli kadını. Frida’nın mutlu çocukluk yılları, şimdi ‘Frida Kahlo Müzesi’ olan “Mavi Ev”de geçiyor. Fakat 6 yaşında geçirdiği çocuk felci ile ayağı gibi mutluluğu da aksamaya başlıyor. Mahalleli çocuklar, çocukluk yaşlarının verdiği acımasızlıkla ‘Tahta Bacak Frida’ lakabını takıyorlar ona. İlerleyen yıllarda günlüğüne şu notu düşüyor Frida: “Yaşamım öylesine evrenselliğe dönüktü ki bacağımı bile unutuyordum. Anlamsız bir küçümsemeyle ortopedik botumun sert derisine fırlatılan bir taşın tok sesini artık hiç duymaz olmuştum.”Babasının gözünde Frida, kızlarının en zekisi. Erkek çocuklarına sunulan olanakları ona vermek istiyor ve onu, sayılı kız çocuğunun gittiği Ulusal Hazırlık Okuluna gönderiyor. Annesi Matilda ise bu konuda mütereddit. Bir kız çocuğunun, evlilik için gerekli eğitimi almasını yeterli buluyor. “Biz Devrimin Çocuklarıydık”Ulusal Hazırlık Okulu yılları, akademik ve entelektüel olarak dolu dolu geçen bir dönem oluyor Frida için. Felsefi, sanatsal, edebi ve politik görüşlerinin oluşmaya başladığı yıllar. Aynı zamanda Meksika siyasetinin çalkantılı bir dönemi. Frida kendini “devrim çocuğu” olarak tanımlıyor.
“Ben düşlerimi değil, gerçeğimi resmediyorum”
İleri yaşlarında Meksika Kominist Partisine üye olacak ve hayatının son günlerinde dahi, hasta yatağından kalkarak, kutsal saydığı dava uğruna gösterilere katılacaktır.“Arkadaşlarım yavaş yavaş birer kadın oldu, bense bir anda ihtiyarladım”Frida, 18 yaşında hayatının akışını değiştiren ölümcül bir tramvay kazası geçiriyor. Sol kalçasından giren demir bir boru cinsel organından çıkıyor. Kaza ayrıca omurga, kalça ve bacak kemiklerinin dağılmasına sebep oluyor. 9 ay boyunca yatağa bağlı kalan Frida, doktor olma hayallerini rafa kaldırarak eğitimini yarım bırakıyor. İçindeki derin yaşama isteğine karşın yatağa olan bağımlılık Frida’yı bunalıma sürüklüyor, annesi Matilda’nın, kızının ayakucuna büyük bir ayna yerleştirip eline boyalar verdiği ana kadar... Ve Frida kendini resmetmeye başlıyor.“Otoportre konusundaki ısrarım hakkında bana çok soru soruldu, bir defa seçme şansım yoktu ...” diyor Frida. Hayatı boyunca yaptığı 143 resimden 55 tanesini otoportreleri oluşturuyor.
“Resmim, bir ressamınkinden çok, bir yazarın yapıtına benzer”
Fil ile Güvercin Meksika’nın Michelangelo’su olarak anılan, bedeni gibi resimleri de dev boyutlarda olan duvar ressamı Diego Rivera, Frida’nın hayatı boyunca tek vazgeçemeyeceği erkek. Kocam, sevgilim, babam, çocuğum, arkadaşım, evren ve Diego=ben diye nitelendirdiği, onu ilk gördüğü anda “Rivera’dan bir çocuğum olsun istiyorum” dediği adam. Rivera’dan çocuğu olmuyor fakat evleniyorlar. Evlendiklerinde Frida 22 yaşında incecik bedenli bir kız, Diego ise 43’ünde heybetli, şöhretli ve kadınlar tarafından rağbet gören bir erkek. Anne Matilda “fil ile güvercinin evliliği” benzetmesini yapıyor Frida ve Diego için. “Başıma iki korkunç kaza geldi, birincisi tramvay, ikincisi Diego”Diego’yu bir kaza olarak nitelendirse de, sadakatsizliği ona acı verse de Diego’dan hayatı boyunca vazgeçmiyor Frida. Bazı otoportrelerinde, Diego’nun yüzünü kendi alnının ortasına üçüncü bir göz gibi yerleştiriyor, ona verdiği değeri anlatmak istercesine.
Diego’dan bir çocuk istese de, üç çocuğunu da doğmadan kaybediyor. Bir dönem boşanıp yeniden evleniyorlar. Boşandıkları dönemde, Frida Diego’ya yazdığı fakat göndermediği bir mektupta şöyle diyor acı içinde:“Gecelerim ağlıyor. Seni arıyorum, yanımdaki dev bedenini, soluğunu, kokunu arıyorum. Bedenim, şu sakat külçe, senin sıcaklığında bir an kendini unutmak istiyor. Gecelerim senin yokluğundan dolayı soluğumu kesiyor. Gecelerim seni çağırmak istiyor ama sesleri çıkmıyor. Gecelerim sürekli seni arıyor. Bedenim, birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor. Bedenim, gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor”. “Tıpkı sizin ona baktığınız gibi,tablonun da size bakması gerekir” Frida, eserlerinde kendi iç dünyasını ve acılarını yansıtıyor çoğunlukla; “Ben düşlerimi değil, gerçeğimi resmediyorum” diyerek.
“Bedenim, bu külçe beden, birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor. Bedenim, gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor”
İki Frida’da (1939) avuçlarında Diego’yu tutan Frida sağlıklı ve tamdır, diğer Frida’nın ise yaşamı parçalanmıştır ve yüreği kanar. Kimi resimlerinde akan kan, tuvalden taşıp çerçeveye sıçrar.Kırık Sütun’da (1944) kırık omurgasını ve hayat boyu mahkum kaldığı korseyi anlatır gözyaşları içinde. Çifte Portre (Diego ve Frida) (1944) on beş yıllık beraberliklerine adanan bir eserdir. Her birinin yüzünün yarısı birleştirilerek tek bir yüz oluşturulmuş ve tek bir köke yerleştirilmiştir.Umutsuz’da (1945) yatakta ağlayan Frida her şeyi, tüm hayatını kusar.Bazen de aydın kimliği ve güçlü eleştirel yönü ile ülkesinin veya sevemediği Amerika’nın toplumsal gerçeklerini sentezler; Elbisem Orada Asılı Kaldı(1933), Meksika’nın Dört Sakini(1938), Otobüs(1929). “Uçmak için kanatlarım varkenniye yürümek içinayaklar isteyeyim ki?”Frida 47 yıllık hayatı boyunca, çoğu omurgasından olmak üzere 30’a yakın ameliyat geçirir.
Gençliğinde geçirdiği kazanın sekelleri ölünceye kadar peşini bırakmaz. Ölümünden bir süre önce kesilen bacağı bile yaşam sevincini köreltmeyecek ve “Uçmak için kanatlarım varken niye yürümek için ayaklar isteyeyim ki?” diyecektir. Son tablosu “Yaşasın Yaşam” isimli bir natürmorttur. Frida’ya resmi bir cenaze töreni yapılmış ve bedeni yakılmıştır. Doğup büyüdüğü, evlendikten sonra bir dönem Diego ile yaşadığı, birçok siyasi ve edebi kişiliği ağırladığı Meksika’nın başkenti Meksico’da bulunan “Mavi Ev”, ölümünden sonra ‘Frida Kahlo Müzesi’ olarak kullanılmaktadır.Son sözlerini ise günlüğüne şöyle yazmıştır: “Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım.”