Altın Olan Adana’nın ta Kendisi

Ne mutlu ki, doktorlarım bana hergün spor yapma zorunluluğu getirdiler... Mecburen her sabah Tarihi Taşköprü’den başlayarak en az bir saat pedal çeviriyorum. Üstündeki kitabeye göre 2000, Hitit İmparatoru Arnuwanda’nın anılarına göre 3500 yıllık bu köprüden başlayıp, mavi ile yeşilin dudak dudağa oynaştığı nehir kenarından kuzeye doğru gidiyorum.

Avrupa’nın en büyük camisini sağıma alıp, minyatür trenle günlerinin tadını çıkaran çocuklara el sallayarak suya eşlik ediyorum. Regülatör köprüden köpürerek aşağıya akan sulardan kendini kurtaran damlacıklarla serinleyerek önüme çıkan yokuşu tırmanınca kendimi bir iç gölün yanında buluveriyorum.

Sevgilileri mi sorarsınız, yoksa torunlarını gezdiren dedeleri mi? Bir de göbek eritmek için spor yaptıktan sonra, seyyar börekçinin tablasına musallat olanlar var...

Karşıda okaliptus ormanı, bu tarafta kayık sefası yapan emekliler ile, balık avlayan avareler...

Pedal çevirmekten değil, ormanın yarattığı ağır oksijenin (ozon) rehavetinden olsa gerek biraz yorgunluk hissedersem, Dilber Kafe’de beş dakika çay molası veriyorum. O bir çay içimi zamanı bile değerlendiriyorum desem yalan değil. Kafenin müdavimi güzel gençlere gazetelere göz atıveriyorum, bu dar zamanda.

Sonra yolum beni bir cennete doğru taşıyor. Ama lafın gelişi cennet değil... İster inanın ister inanmayın Adana’nın ortasında bir kuş cenneti var. Tam Dilberler Sekisi denilen yerde bu... Bilmem kaç türden, bilmem kaç bin kuş yaşıyormuş burada. Ben oradaki tabelanın yalancısıyım. Ama onlarca Karameke’ye ekmek attığımı da kendime şahit gösterebilirim.

İçgölün karşısına ahşap bir yaya köprüsünü kullanarak geçtikten sonra, karşıdan Malkoçoğlu misali gelen atlılar, aslında Atlı Spor Kulübü’nden dışarı taşanlar.

Dönüş yolunda ise bir Aquapark’ı, çok sayıda heykel ve spor alanlarını geçerek yeniden “Dünyanın hala kullanılan en eski köprüsüne” dönüyorum.

Görüyor musunuz bir kentin, kalbinden ameliyat olmuş bir garibana bile 2 saat içinde sunduklarını?..

Bir keresinde bu turu, kışlarını Kanarya Adaları’nda, yazlarını Londra’da geçiren İngiliz arkadaşımla yapmıştım. Yahu burası Kanarya Adaları’ndan güzel... Aynı İsviçre... En iyisi ben buraya taşınayım demişti.

Şimdi dergimizin adının niye “Altınşehir” olduğunu anladınız mı?

Aslında Altın olan Adana’nın ta kendisi…




Sayı 2 ( Mayıs - Haziran 2011 )

Bu yazı 14842 defa okundu.