aman_adanali_2sf
"Aman Adanalı" Bir İstanbul Türküsü
 
"Aman Adanalı Canım Adanalı Ben sana yandım güzel delikanlı…"
 
 
 
 
 
 
 
Adana türküleri denilince akla gelen ilk türküdür “Aman Adanalı”.
Ancak “Aman Adanalı” bir Adana türküsü müdür? Karışık… Cevaplaması o kadar kolay değil.
Konunun niye karışık olduğuna girmeden gelin isterseniz, artık bir halk müziği niteliğini aşıp, kent müziği haline gelmiş bu ezginin öyküsüne bir göz atalım.
 
 
 
 
 
 
Sadi Bey ile Ruhiye Hanım
 
 
 
XIX. asrın son yılları, XX. yüzyılın ilk senelerinden kalmış bir aşk öyküsüdür bu. Adanalı Yiğenizade Sadi Bey ile, Erenköylü Muhittin Paşa’nın kızı Ruhiye Hanım arasında geçen bir aşk öyküsü.
Adana’da Yiğenoğulları önemli bir aile. Oğulları Sadi Bey de okumuş, yakışıklı bir delikanlı. Ancak siz “yakışıklı” sözünün “ne kadar çok  şeyi ifade ettiğini” konumuz olan türkünün sözleri arasındaki anlamlardan çıkarmaya çalışmalısınız.
Ruhiye Hanım ise Erenköylü… Yani İstanbul’dan… Tersane Nazırı Muhittin Paşa’nın kızı. Tersane Nazırı demek neredeyse bugünkü Savunma Bakanlığı gibi bir şey. İmparatorluğun gemi yapım işlerine bakan bakanlığı dersek tam oturur.
 
 
 
 
 
 
Peştemalin Püskülüne Kadar  Giden Tanışma
 
 
 
İki gencin tanışmaları da bu savunma sanayi işlerinden dolayı zannederim. Çünkü Sadi Bey Kuleli Askeri Okulu’nda mühendis-öğretmen… Muhtemelen Muhittin Paşa ile mesaisi bulunmalı ve kızı ile bu sırada tanışmış olmalı.
Hatta kız oğlanın “peştemalinin püskülü” ne kadar bildiğine göre varın siz düşünün yakınlaşmanın hesabını.
Uzun sözün kısası… Oğlan yakışıklı ve kültürlü olunca, kız güzel miydi bilemem ama nazırın bugüne kadar her dediği yapılmış, biricik evladı olunca bu aşk doğup gitmiş. Belki ilk başta “Adanalı” kıza yüz vermemiş. İhtimal daha az ama belki de Paşa Baba böyle bir izdivaca karşı çıkmış, Ruhiye aşkını ifade edecek bir türkü yakmış.
“Aman Adanalı
Canım Adanalı
Ben sana yandım güzel delikanlı…”
 
 
 
 
 
 
Dedikoducu Türkü
 
 
 
Türkü o kadar çok sevilip, dillere dolanır olmuş ki, dedikodular alıp başını gitmiş. Artık Nazır Paşa’ya bundan sonra söylentileri düzlüğe çıkartmaktan başka bir görev kalmamış. Bunun sonucu oğlan da ikna edilip, Ruhiye Hanım ile Sadi Bey evlendirilirmiş. Düğün sırasında Bahriye Mızıkası Erenköy’deki konağın önünde sabaha kadar “Aman Adanalı” türküsünü çalmış.
Bu bilgiden anlaşılmaktadır ki o günlerde türkü Ruhiye Hanım tarafından söylenmiş bir ağız olmaktan öteye gitmiş, orkestralara uyarlanacak kadar yayılmıştır. Ve yine bilgiden anlaşılmaktadır ki, bu türkü bir Adana ağzı değil, İstanbullu Ruhiye Hanım tarafından yakılmış bir İstanbul türküsüdür.
İşte başta bahsettiğim karışıklık da buradan gelmektedir.
 
 
 
 
 
Marmara’daki Şehrazat Peki Adana bu türküyü nereden öğrenmiş?
 
 
 
Belki 1900lü yılların başında ülkeye yayıldığı gibi türkü Adana’ya da uğramıştır. Ama sonradan unutulmuş. 50 yıl kadar sonra, Adana pamuğa dayalı tekstil sanayi nedeniyle zenginleyince kenti pavyon denilen eğlence mekanları sarmış.
Aslında erkeklere dönük bir eğlence biçimi olan pavyonlar ve burada çalışan aktristler sayesinde Adana’da yeni bir kent kültürü oluşmaya başlamış. Yenilip içilen, şarkı söylenip, dans edilen bu ortamda isminden emin değilim ama Şehrazat olduğu ifade edilen İstanbullu bir hanım, Marmara Pavyon’da “Aman Adanalı” yı söyleyivermiş.
Ve söyleyiş o söyleyiş…

Adana’nın en bilinen türküsünün hikayesi budur işte…

 



Sayı 4 ( Eylül - Ekim 2011 )

Bu yazı 6798 defa okundu.