Tarık Akan, ‘’Maden’’ ve ‘’Kışlık Alsaray Sineması’’

1978 yılının Kasım veya Aralık ayındayız. Pazar günü saat 16:45 seansında Adana’da Kışlık Alsaray Sinemasında Yavuz Özkan’ın yönettiği, Başrollerinde Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Meral Orhonsay, Hale Soygazi ve İhsan Yüce’nin yer aldığı “MADEN” filmini izlemek istiyorum. Salon ve balkon olmak üzere toplam 600 kişilik sinemada bilet kalmadığını duyuyorum ama yine de şansımı denemek istiyorum. Hafta içinde bilet bulabilirim ama lise son sınıftayım dersler yoğun ve her gün öğleden sonra dershaneye gidiyorum. Dolayısıyla ancak Pazar günü gidebilirim. Komşumuzun oğlu Süleyman’ı da ikna ederek koştura koştura sinemaya vardık. Gişe önündeki kuyruk büyük postaneye doğru uzanıyor ve o seansa  (16:45) kesinlikle yer yok. Halkım bir sonraki seans ve günler için sıra bekliyor. Bense gişe görevlisine yan kapıdan yanaşarak rica edip durumumu anlattım. 16 yaşında birinin ısrarı ve talebi sonucunda balkonda merdiven basamaklarında ayakta izlemeye razı olarak içeriye girdik. Dediğim gibi; sinema 600 kişilik ama merdivenlerde oturanlar ve bizim gibi ayakta izleyenlerle bu sayı 700’ün üstündeydi. Oldukça uzun  (158 dakika) filmin ilk yarısını duvara yaslanmış vaziyette ayakta; büyülenmişçesine izledik. Ara olunca sanırım avantür Cüneyt Arkın hayranlarının şaşkınlığıyla; salonu terk eden 20-30 kişi oldu da biz de filmin ikinci yarısını balkonda merdivende oturarak izleyebildik. 
 
Fotoğraf – 1) 1940 – 1985 yılları arasında hizmet veren Adana’nın en nezih kışlık sineması; Alsaray.
 
Film bitince saatlerce etkisinde kalmıştım. Akşam eve döndüğümde ne yazık ki, dersime yeterince yoğunlaşamamıştım ve ertesi günü sabah çok erken kalkarak 1-2 saatlik çalışmayla sınava gitmiştim. Ders aralarında arkadaşlarıma dakikalarca çok ateşli biçimde filmi anlatmıştım. Hele ki, Solu ve bu konudaki terminolojiyi yeni öğrenme çabasındaki biz heyecanlı gençler için müthiş bir pencereydi bu…Peki bir filmden niye bu denli etkilenmiştim ki. Birincisi; ilk kez toplumsal bir sorunu sol pencereden aktarma çabasında olan bir film izlemiştim. Maden işçilerinin yaşam ve direniş çabalarını ilk kez bu şekilde canlı izliyordum. İkincisi ise daha öncesinde bize gösterilen yakışıklı salon çocuğu Tarık Akan’ın yaşamında yeni dönemindeki (Sol kavşaktaki) ilk filmiyle bambaşka biri olarak karşımıza çıkmasıydı. 
 
Fotoğraf – 2) Tarık Akan’ı yeni bir mecraya sürükleyen filmin afişi.
 
Fotoğraf – 3) ‘’Maden’’ filminden etkileyici bir sahne.
 
 
Fotoğraf – 4) Tarık Akan’ı izlediğim ilk sinema filmi. Salon filmlerinin yanı sıra bu filmdeki ‘’Damat Ferit’’ rolüyle de evlerimize konuk olmuştu.
 
1975 yılında ilk kez ‘’Hababam Sınıfı’’ adlı efsane filmde izlemiştim Tarık Akan’ı. Doğrusu ya; o dönemdeki magazin gazetelerinde fotoğraflarını boy boy gördüğümüz  bu adamın, Damat Ferit rolü çok da fazla etkilememişti beni. Ondan sonraki salon filmlerini de hiçbir zaman bir sinema salonunda seyretmedim, yıllar sonrasında televizyonlarda denk geldiğinde izlemiştim.  
Serinin 2. Filmi olan ve 1976 yılında gösterime giren   ‘’Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’’ sonrasında ilk kez ‘’Maden’’ filminde izliyordum Tarık Akan’ı. Sonrasında  ise her filmini izledim bu koca yürekli adamın; ‘’Sürü (1979)’’, ‘’Adak (1979)’’, ‘’Kanal (1979)’’, ‘’Yol (1982)’’, ‘’Kaçak (1983)’’, ‘’Pehlivan (1984)’’, ‘’Derman (1984)’’, ‘’Bir Avuç Cennet (1985)’’, ‘’Kan (1985)’’, ‘’Halkalı Köle (1986)’’, ‘’Ses (1986)’’, ‘’Su Da Yanar (1987)’’, ‘’Dönüş (1988)’’, ‘’Kimlik (1988)’’, ‘’Üçüncü Göz (1988)’’, ‘’Berdel (1990)’’, ‘’Çözülmeler (1994)’’, ‘’Mektup (1997)’’, ‘’Eylül Fırtınası (2000)’’, ‘’Gülüm (2003)’’, ‘’Vizontele Tuuba (2004)’’ ve en son izlediğim muhteşem filmi ‘’Deli Deli Olma (2009)’’.  
‘’Deli Deli Olma’’; “93 Harbi” sonrasında Çar’ın Rusya’da yaşamasını istemediği Malakan kavminin bir kısmı Kars’a göçe zorlanır. Göç edenler arasında Mişka’nın (Tarık Akan) ailesi de vardır. Filmde Mişka 70’li yaşlardadır. Bir zamanlar köyün değirmenini işleten Mişka, modern makineler çıktıktan sonra, işini yapamamış ve maddi sıkıntıya düşmüştür. Köyün huysuz ihtiyarı Popuç (Şerif Sezer), Mişka’dan nefret eder ve köyde yaşamasını istemez. Köylüler bir zarar görmedikleri hatta sevdikleri kendi halinde, barışçı, yardımsever Mişka ile Popuç arasında kalmışlardır. Popuç, oğlu Şemistan (Levent Tülek), gelini Figan (Zuhal Topal) ve üç torunuyla yaşar. Torunlarından en küçüğü Alma dik başlı, sevecen bir kızdır ve doğuştan iyi bir müzik kulağına sahiptir. Alma’nın öğretmeni Metin, Alma’daki yeteneği fark etmiştir ve kesinlikle değerlendirilmesi gerektiğini düşünür. Alma ve Mişka arasında sıcacık bir dostluk vardır. Metin öğretmenin uğraşları sonucunda Alma konservatuar sınavlarına girer ve başararak konservatuvar eğitimi almaya başlar.
 
Mişka hastadır. Köyde Mişka’nın yakında öleceği konuşulur. En sonunda iki yaşlı geçmişlerini sorgularlar ve aralarındaki büyük sır ortaya dökülür.
 
Fotoğraf – 5) Mişka (Tarık Akan) ile Popuç’un (Şerif Sezer) imkânsız aşkı; sosyal ve toplumsal sorunlar çerçevesinde yer yer durum komedisiyle sergilense de gözyaşlarıyla sonlanan bir film, ‘’Deli Deli Olma’’
 
2009 yılında sinema salonunda izlediğimde beni gerçekten çok etkilemişti bu son film. Günlerce çevremle paylaşmıştım; mutlaka ‘’Deli Deli Olma’’ adlı filmi izleyin diye… Sonrasında 4 kez de televizyonda izledim bu güzel filmi. Her defasında hep kekremsi; hüzünle-gülmek arasında bir tad bıraktı yüreğimde. Bu son filminde hem oyunculuk hem de tarz ve yaşam biçimi anlamında da bilgeliğe ulaşmıştı.
Son yıllarda onlarca Bilim, Sanat ve Edebiyat insanının ölümünden elbette çok etkilendim ve üzüldüm. Kimi zaman bu etkilenmemi çevremle paylaştım, kimi zaman da sosyal ve yazılı medyada yazarak gösterdim tepkimi. Ancak son 15 yılda hiçbir ölüm beni bu denli etkilemedi ve sarsmadı. Günlerce inanılmaz ve adını koyamadığım bir hüzün kapladı tüm benliğimi. Bu ilginç durum için kendimi sorguladım; ‘’hiçbir zaman yüz yüze görüşmediğimiz, hiçbir iletişimimizin olmadığı bu koca adamın ölümünden niçin bu denli etkilendim acaba? 2003 ve 2010 yıllarında genç yaşlarında kardeşlerimin ölümüne denk bir etkiydi bu, NİÇİN?’’
Şimdi daha iyi anlıyorum bunun nedenini ;  O benim idolümdü. O benim yapamadıklarım, olamadıklarım, söyleyemediklerimdi. 1978 yılından itibaren toplumsal ve sosyal her olayda, her etkinlikte mutlaka yer alıyordu ve bedeni ve ruhuyla vardı orada. Yani salt magazinel bir görüntü oluşturmak ya da buradan kendine rant sağlamak için, kariyerinde basamak olarak kullanmak için orada değildi. İnandığı, böyle olması gerektiğini düşündüğü için, Aydın insanın sorumluluk ve bilinciyle oradaydı. 12 Eylül Cunta darbesinin öncesinde sermayeden taraf olmadığı için yıllarca filmlerde rol verilmedi ama yılmadı. Faşist darbe sonrasında tutuklandı, Selimiye Kışlasında aylarca yattı ama ‘’Yol’ undan vaz geçmedi. ‘’Ergenekon, Balyoz, Casusluk ‘’ komplosuyla ülkemizin nasıl rehin alındığının bilincindeydi ve günlerce Silivri barikatlarında koca gövdesiyle ve çınarlar kadar büyük yüreğiyle hep vardı. Türkçemizin büyük şairi Nazım Hikmet Ran adına kurulan vakfın yönetiminde hep vardı. Ölümüne değin de bu görevini sürdürdü. Ölümcül hastalığının da farkındaydı ama bunu hiçbir zaman kullanmadı ve dostlarını üzmemek için gizledi. Tam ülkemden umudumu kesmişken cenaze töreniyle bile bana yine de umut verdi bu bilge adam. Hiçbir resmi ve siyasal organizasyon olmamasına karşın 100.000 civarında insan son yolculuğunda yanındaydı. Ölüm anından(16 eylül 2016) cenaze töreni (18 eylül 2016) sonrasına değin; yazılı, görsel ve sosyal medyada en çok söz edilen kişi ve olay olarak rekor kırdı. Demek ki benim gibi yüzbinlerce kişinin yüreğindeki yeri aynıydı.
Güle güle git güzel insan; seni hep böyle dürüst, namuslu ve kararlı bir Aydın olarak anımsayacağız.
 
Metin Bahçivan
30 Eylül 2016 / Adana
 



SAYI 35 (Kasım- Aralık 2016)

Bu yazı 5060 defa okundu.