Sidret'ul Müntenha; Son Sınır Ağacı

tek_agac111

Zerreler Küreler Âlemi ve İnsanDeğerli okurlarım kainat, zerreler ve kürelerden oluşur. Zerreler (tanecikler/quant) âlemi, dalgacıklar parçacıkların dünyasıdır; madde evreninde gördüğümüz her şeyi onlar meydana getirirler. Küreler âlemi ise gezegenler yıldızlar galaksilerin ortamıdır.


Çıplak gözle baktığımızda, uzayın derinliklerine uzanan evrenin pek azını görürüz. Güneş’e doğrudan bakamayız. Çünkü, Gezegenimize yaşam sunan yıldızdan yayılan parlak ışınlara gözlerimiz dayanamaz. Görüldüğü üzere insan, fiziksel yetenekleri bakımından, zayıf bir yaratıktır. Ama aynı zamanda in san, yaşadığımız âlemin en güçlüsüdür. Onu diğer yaratıklara üstün kılan yanı aklı ve sonsuzu algılayabilen gönlüdür.


Ölümün ötesinde ne var?


Varoluş, Kâinat ve Manevî Âlem

Değerli okurlarım sormak ve düşünmek, sır kapısının anahtarlarıdır. İnsan sorular labirentinde dolaşır, varoluşunu sorgular... “Ölüm ötesinde ne var?” der; hakikati bilmek ister. Evrenle ilgili bazı cevapları artık biliyoruz. Mesela, felsefenin asırlar boyu tartıştığı “Madde ezelî mi – sonradan mı?” sorusunun cevabı verildi: Zaman ve uzay (evren), 13 milyar 700 yıl önce, hiçlikte (mutlak yoklukta), bir noktacık halinde belirerek ortaya çıktı. Böylece kâinatın ezelî (hep var) olmadığı, bir başlangıcının bulunduğu ve sonu olacağı, çağdaş bilim tarafından tespit edildi.


Ancak, cevapların aydınlığı sınırlı; geriye büyük bir bilinmeyenler alanı kalıyor. Mesela; düşünce ve duygulardan oluşan mânâ âleminin mahiyetini biliyor muyuz: Böyle bir âlem var mıdır? Varsa, nerededir? Mânâ madde ilişkisi var mıdır; varsa, geçici midir kalıcı mı? Düşünce, sonuçları (etkileri) vasıtası ile biliniyor, ancak elle tutulamıyor; düşüncenin mahiyeti nedir? Değerli okurlarım, önce “Var mı?” sorusuna yanıt arayalım... Soralım: “Bilim, mânâ (manevî) âleminden söz edilmesine itiraz edebilir mi?”


Bilim insanları “Mânâ âlemi nerededir, mahiyeti nedir? “sorusuna yanıt verip açıklayamaz, ancak; o âlemi inkâr da edemez... Çünkü böyle yaparlarsa, bilimi var eden etkenleri, yani; duygu ve düşünceyi inkâr etmiş olur: Merak, duygudur... Fikirler ise, düşüncenin ürünleri... Bunlar  olmasa bilim olabilir mi?


Duyguları, düşünceyi, beyinsel fonksiyonlar biyokimyasal süreçler şeklinde izah edip bırakamayız. Neden? Çünkü böyle bir açıklama yetersiz kalmaya mahkûmdur; insan doğasındaki biyokimyasal süreçlerin rolü sınırlıdır: Biyokimyasal süreçler, insanın, mânâ ile madde arasında sürüp giden ilişkilerinde aracı işlev görürler, o kadar... Ayrıca çağdaş bilim, “Hiçlikten varlık (uzay ve zaman) nasıl ortaya çıktı?” sorusuna doyurucu bir cevap verebiliyor mu?.. Veremiyor: “Big bang/ büyük patlama anında evren sıfır hacim sonsuz yoğunluktaydı” deyip, geçiyor...


Bu açıklama yeterli mi!? “Hiçlikte beliren ve düzenli genişleyerek evreni oluşturan madde, daha önce neredeydi, nereden çıktı? Uzayın kenarı ya da bir sınırı var mı? Kâinatın sonu nasıl ve ne zaman gelecek? Uzay zaman iç içeliği ne demek oluyor? Zaman nedir?” Bu sorulara çağdaş bilimden yanıt yok.

 

Sırlar Perdesi Önündeki İnsan

Değerli okurlarım, çağdaş bilim, insan ve kâinat kitaplarının okunmasından ibarettir. Bilim, kâinat ve insan doğasında zaten var ve işlevsel olanı keşfeder, anlar, kullanmayı öğrenir ve onu anlatır. Öteler hakkındaki bilgileri vahy pınarından alırız: Peygamberler aracılığıyla yapılan tebligat (kutsal beyanlar), Tanrısal kattan inen bilgileri ihtiva eder, İlahî ikrâmdır.


Kutsal beyan ve metinlerde haber verilenlere göre Dünya, insanlar için, bir öğrenme ve sınav yeridir. Kutsal beyanlarda bildirilen bazı olay ve yerlerin sır perdesi ardında ardında tutulması bundandır... Bu, İlahî Takdir’in muradıdır... Neden? Çünkü sır perdeleri eğiticidir... İnsanları; düşünmeye, araştırarak öğrenmeye yönlendirir. Sidretu’l Münteha olayı da bu türdendir.

 

“Sidret’ul münteha”yani; “Son sınır ağacı”


Sidretu’l Münteha
Kur’an-ı Kerim’in Necm Sûresi 13-18 ayetlerinde şöyle buyuruluyor: “13 Andolsun onu bir inişinde daha görmüştü: 14 Sidretu’l Müntehada, 15 Ki onun yanında oturmağa değer bahçe vardır. 16 Sidreyi kaplayan kaplıyordu.17 Göz şaşmadı ve azmadı, 18 Andolsun, Rabbinin büyük ayetlerini gördü!”


Ayetler, Hz. Muhammed (s.a.v)’in, Sidre’yi kaplayan manevî ortamda, Rabbinin büyük ayetlerini gördüğünü ve olağanüstü olaylar yaşadığını, açıkça ifade ediyor. Sidre nedir:


Değerli okurlarım, sidre, ağaçtır. “Sidret’ul münteha” ifadesi ise bir terkiptir ve “Son sınır ağacı” anlamındadır. Sidre ‘nin bir de hayret anlamı vardır: Seder ve Sederat, göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bu sebeble müfessirler, sidre-i müntehayı, her iki mânâyı da gözeterek, hayret ve hayranlık doğurmak anlamını da dikkate alarak yorumlamışlardır. Sidre kelimesinin kök anlamı, maddiyatı olmayandır. Münteha ise, onun olduğu yer demektir. Bu sözcükler birleşik olarak, fiziksel varlığın bulunmadığı ortamı ifade ediyor. Bu anlamı itibariyle Sidretu’l Münteha, mânevi bir ortamdır, mânâ âlemidir; maddesiz soyut ortamı anlatır...

tek_agac222


Sidre Olayı Maddi midir Ruhani mi?
Kur’an’ın Necm sûresi, “Ven necmi izâ hevâ/Aktığı zaman yıldıza andolsun ki!” ayeti ile başlar. Bu ayet, Kur’an’ın icâzını, yani, insanları aciz ve hayran bırakan söz ve anlam boyutları derinliği ve güzelliğini gösteren örneklerdendir: Yüce Allah’ın gökte akan/kayan yıldıza yemini ile başlayan surede, Vahy Meleği Cebrail’in “Yüksek ufukta asıl suretiyle” görünerek, “Ve bir yıldız gibi semada kayarak” Hz. Peygamber’e yaklaşması ve vahyetmesi anlatılır.

 

Üslûptaki söz güzelliği, muhteşemdir. Necm, 4-18 ayetlere göre, “Cebrail, yüksek ufukta doğrulmuş, uzanarak sarkmış, Hz. Peygamber’e iki yay (kabı kavseyn) kadar yaklaşarak, vahyetmiştir...”Hadis ve tefsir kaynaklarından Sidre hakkındaki bazı bilgileri paylaşalım: İbnü Abbas ve Ka’b’dan nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır. Melekler, nebiler ve mahlûkat içinde bulunan âlimlerin ilmi (bilgileri) sonuçta ona (o noktaya kadar) ulaşır.

 

“Herhalde Sidre, İlk vahyin indiği Hira Dağı yakınındaki ağaçların en büyüğü olsa gerek.” Prof. Dr. S. Ateş


Ondan ötesi ise gaybdır. Gaybı ise Allah’tan başkası bilemez. Fahreddin Râzî tefsirinde şunları söyler: Sidre-i müntehâ, hayret-i kusuâ (en son hayret) mânâsını ifade eder. Yani akılların daha fazlası tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber şaşırmadı kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektir. Prof. Dr. S.Ateş ise sidre olayını şöyle yorumluyor:


“Ayetin ruhuna dönerek Peygamber (s.a.v)’in, Cebrail’i, Sidre denilen ağacın yanında görmüş olduğu kanaatine vardık. Herhalde Sidre, İlk vahyin indiği Hira Dağı yakınındaki ağaçların en büyüğü olsa gerektir. İşte Hz Peygamber doğrusunu Allah bilir böyle bir ağacın yanında ruhanî sahneyi görmüştür.” Prof.Dr. S. Ateş, “Muhammed’in kalbi gördüğünde yanılmadı” ayetine dikkatleri çekiyor ve bu ayetin Sidre olayının manevî ortamda geçtiğine, yaşananların gönülgözü ile görüldüğüne kanıt olduğunu söylüyor.


Madde ile Mânâ Arasındaki Sınır
(Bir başka rivayete göre) Hz Peygamber (s.a.v) yaşadığı görüyü (rüyet) şöyle anlatıyor: “Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arş’ın altına geldiğimde, Arş’ın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet...”


Sidretu’l Münteha olayı şöyle özetlenebilir: Hz. Peygamber, Hira Dağı’nda, Sidre ağacının yanında uzlette (insanlardan uzakta) yalnızdır... Görü/rüyet orada başlar, ruhanî ortamı nur sarar... Allah Resulü (s.a.v), Cebrail (a.s)’i yüksek ufukta asıl sureti (biçimi) ile görür... Cebrail’in Tanrısal vahyi iletmeye başlamasıyla, Hz. Resul’e “Rabbinin büyük ayetleri gösterilir... Gözü şaşmaz, azmaz” ve: “Gönül gördüğünde yanılmaz”


Görüleceği üzere, fizikî (maddî) ortamda başlayan bir olayın ruhanî boyutta devamı söz konusudur. Bilindiği üzere Hz. Peygamber ilk vahy olan Alak Suresi’nin 1-5. ayetlerini de Cebrail (a.s)’den Hira Dağı’nda mağarada uzletteyken ve rüya ortamında almıştı. Sidre olayını iki aşamalı ele alarak anlayabiliriz:


Bir; Sidretu’l Münteha, dünyasal boyutuyla; Hira Mağarası yakınlarında bulunan nebk adlı Arabistan kirazı ağacının bulunduğunoktadır. İki; Sidretu’l

Münteha’nın, madde ile mânâ arasındaki sınırı sembolize etmesi bakımından mânâ âlemi’nde de yeri vardır: Sidre, dünyasal olanın bittiği, maddî varlığın olmadığı mânâ âleminin başladığı sınırdır. Hz. Peygamber’e o sınırın öteleri (cihetsiz boyutsuz maddesiz âlem) gösterilmiştir.

 

Mânâ âlemini uzaklarda aramayınız; çalın gönlünüzün kapısını, göreceksiniz; kapı içerden açılacaktır.


Işığa Açılan Kapı
Değerli okurlarım, miracı/göğe yükselmeyi, uzayın derinliklerine seyahat olarak algılamayınız... Miraç, gönül semasının derinliklerinde cereyan eder; ruhanî olarak yaşanır, İlahî olana doğru yükseliştir. Biz insanlar bu yükselişi gönül dünyalarımızda yaşarız. Allah bu imkânı kullarının hepsine sunmuş... Sorun bizden insanlardan kaynaklanıyor; içimizdeki ışığa açılan kapının farkında olmadan yaşıyor, ömür sermayesini tüketiyoruz. Mânâ âlemini uzaklarda aramayınız; çalın gönlünüzün kapısını, göreceksiniz; kapı içerden açılacaktır...


Mânâ: Belirli insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa öğelerinde alışılmışın dışında birtakım belirtiler ve işlevlerle kendini gösteren gizemsel, dinsel ve büyüsel güç. Manevî: Görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, ruhanî, tinsel. Cebrail: Vahiy meleğidir. Hz Peygamber’e asıl suretiyle iki kez görünmüş, daha çok insan şeklinde cisimlenerek (belirerek) görevini yerine getirmiştir. Sorunsal: Çözümü belli olmayan... Doğru olma ihtimali bulunmakla birlikte, şüphe uyandıran. İlk Vahy: Hz Muhammed (s.a.v) ilk vahyi Hira Dağı’ndaki mağarada Cebrail (Vahy Meleği) ‘den rüya ortamında almıştı. Allah’ın ilk emri İKRA / OKU buyruğudur. Vahy, Allah’ ın, kulu Muhammed’e kutsal bilgileri ( Kur’an ayetlerini) melek aracılığıyla bildirmesi / indirmesi yönteminin adıdır. Ayet: İzler, işaretler, mucize anlamındadır, Kur’an’daki ifadelere de ayet denir.




Sayı 9 (Temmuz - Ağustos 2012)

Bu yazı 7518 defa okundu.