Miro İle Miro Olmak


Bu bir kuş! Bu bir uçak! Hayır, bu Miro!

Miro'nun her biri birbirinden karmaşık eserlerini yakından görme şansı bulduktan sonra, Süpermen çizgi filmlerinde ve romanlarında kullanılan o klişe cümleyi bu şekilde değiştirmekte ve yazıma böyle giriş yapmakta bir sakınca görmedim. Bunun nedenini ilerleyen satırlarda fark edeceğinizi ve bana hak vereceğinizi umuyorum. Hem, belki "Miro ile Miro olmak"tan ne kastettiğimi de anlayabilir, benimle aynı hisleri paylaşabilirsiniz... Başlıyorum...


Önce Rönesans Vardı...

Evet, önce Rönesans vardı... Papa'nın nefesinin her fırsatta insanların ensesinde olmasına rağmen, Rönesans Avrupa'sında, özellikle de İtalya'da tam bir yeniden doğuş yaşanıyordu. Da Vinci, Michelangelo ve Rafael gibi ustaların ince ince işlediği kusursuz figürler ışıl ışıl parlıyor ve insanları hayran bırakıyordu. "Gerçeğe ne kadar yakın olursa o kadar iyi" düşüncesinin hakim olduğu yıllardı. Fakat bu çok uzun sürmeyecekti... Dünyada hangi kadın, hangi erkek kusursuzdu ki; Mona Lisa ve Baküs'ün kusursuz olması gerekiyordu? Büyük usta Mikelanj'ın, Sistine Şapeli'nin altarına çizdiği Son Hüküm'de öngördüğü gibi; yıllar içinde tablolardaki figürler eğildi, uzadı ve bozuldu. Dünya Sanatı'nda nesne'nin düşüşü, özne'nin yükselişi böyle başladı... Ta ki Miro'ya kadar...


Joan Miro Kimdir?

Katalan ressam ve heykeltraş Joan Miro Ferra 1893'te İspanya, Barselona'da dünyaya gelir. Francesc Gali's Escola d'Art isimli sanat okulunu bitirir. 1918 yılında Barselona'da ilk sergisini açar. 1920 yılında Paris gezisi sırasında ünlü Kübist ressam Pablo Picasso ile tanışır. Hayatının dönüm noktalarından biri olarak kabul edilebilecek bu olaydan sonra Miro, zamanının yarısını Paris'te geçirmeye başlar. Burada Dada hareketine katılır. 1925'te Paris'teki Galeri Pierre'de açtığı sergi, büyük bir sürrealist hareket olarak yankı bulur. 1936'da iç savaş nedeniyle İspanya'dan ayrılmak zorunda kalsa da, 1941'de geri döner. Yağlıboya ve akrilik tablolar, taşbaskı ve aside yedirme baskılar, heykel ve dokuma gibi farklı tekniklerle eserler üreten sanatçı; 1983'te, İspanya''nın Palma de Mallorca şehrinde hayata gözlerini yumar. Fakat Miro ölmemiştir. Şüphesiz dünya döndüğü sürece de ölmeyecek, yaşayacaktır. Kadınları, kuşları ve yıldızlarıyla...


Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar...

Miro ile Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu'muz bünyesindeki Sanat Tarihi Atölyesi sayesinde tanışmıştım. Onun dünya sanat tarihinde önemli bir yeri olduğunu biliyordum; ama ne bunun sebebinin, ne de bu kadar çarpıcı ve güçlü bir dile sahip olduğunun farkındaydım. Google amca sayesinde eserlerinin kopyalarını sanal ortamda görüyordum elbet, ama orjinal halleriyle karşılaştığımda bu kadar etkileneceğimi tahmin etmezdim!

Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılan "Joan Miro: Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" sergisinin haberini aldığımda çok heyecanlandım ve mutlaka bu sergiyi göreceğime, Miro'yu anlamaya çalışacağıma dair kendime söz verdim. Koordinatörleri arasında bulunduğum bir projenin destekçileriyle görüşmek için İstanbul'a gittiğimizde, Altınoran'dan dostum Taner Kinar ile sergiyi gezme fırsatı bulduk.

Sabancı Holding sponsorluğunda, Barselona'daki Joan Miro Vakfı, Mallorca'daki aile koleksiyonu ve yine Mallorca'daki Pilar ve Joan Miro Vakfı işbirliğiyle gerçekleştiren sergide; kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan 125 eser bulunuyordu. Miro'nun hayatındaki dönüm noktalarını vurgulayan bir zaman tünelinden geçtiğimizde artık bambaşka bir dünyadaydık. Hiç büyümeyen bir çocuğun hayal dünyasında...


Miro'nun Dünyası

Önceleri içten içe "Ne var, bunu ben de yaparım" dediğimiz her eserin orjinalini gördüğümüzde, aslında ne kadar ince işlendiğini ve taklit etmenin, kopyalamanın ne kadar zor olduğunu gördük. Her eserin önünde dakikalarca durduk; fakat zorlama çözümlemelere girmeden, "Bak, bu bir kuş! Bak, buraya kadın çizmiş!" diyerek eseri keşfe çıktık. Miro'nun kontrast renkleri, duygusu güçlü figürleri ve şiirsel anlatımları bizi aldı, havalara uçurdu. İlk birkaç eserde yabancılık çektikten sonra artık biz de Miro gibi düşünmeye, daha da önemlisi hissetmeye başladık. Sanatta öznenin ve duygunun tavana vurduğu ana şahit olduk. Miro olduk. Çocuk olduk, çocuksu bir heyecanla, adeta yerimizde zıplayarak sergiyi gezdik.

Bir çocuk, kağıda çizdiği figürün "kuş" olduğunu söylüyorsa "Ama bu kuşa hiç benzemiyor?" diyemezsiniz. Böyle söylediğiniz takdirde alacağınız cevap yalnızca "Kuş işte!!!" olur. Hem size ne oluyor? Resmi çizen çocuk, dolayısıyla kuş ona ait. Yani siz kuşları bir gagası, bir kuyruğu, iki kanadı olan karmaşık bir canlı olarak görebilirsiniz. Fakat çocuğun gözünde o, belki de sadece bir üçgenden ibarettir. Eserleri inceledikçe anladım ki Miro için de aynı şey geçerli. Sözgelimi Miro sadece uzun ince bir çizgiyle insanı betimleyebilir. "İnsan" denen canlının, onun tahayyülündeki yansıması budur belki de. Dolayısıyla sizin "Böyle insan olur mu?" sorunuza verecek "mantıklı" bir açıklaması olmayabilir. Bu yüzden, içinizdeki çocuğu uyandırmadığınız sürece Miro'yu ve eserlerini anlamanız çok zor. İnsanın bazen tek bir çizgiden ibaret olabileceğine inanmıyorsanız, bir daha Miro görmezsiniz olur biter.

Bir Miro tablosuna bakarken emin olabildiğiniz tek şey, renkler ve figürler aracılığıyla tablodan size geçen yoğun duygular oluyor. Her bir eseriyle bangır bangır "Ben Akdeniz'liyim!" diye bağıran Joan Miro insanı heyecanlı bir maceraya ve yeni bir deneyime davet ediyor. Bu yolculukta size eşlik edenler ise kadınlar, kuşlar ve yıldızlar oluyor. Sergi 8 Mart 2015 tarihine kadar görülebilir.


Sürrealist? Dışavurumcu? Fovist? Soyut?

Savaş ve yıkım dolu bir çağda yaşayan Joan Miro, içindeki çocuğu korumak için kendine bir "Kaçış Merdiveni" çizdi. Bu merdiveni tırmanarak gökyüzüne ulaştı ve kuşların, yıldızların dünyasında ısrarla ve inatla sanat yapmaya devam etti. Peki ama, Miro'nun eserleri hangi sanat akımına aitti? Dali gibi sürrealist miydi? Edvard Munch gibi dışavurumcu mu? Matisse gibi Fovist, yani renk teröristi miydi? Yoksa eserleri Soyut Sanat kategorisine mi giriyordu? Bence hepsi, ya da hiçbiri.

Çok yaşa Miro... Kadınların, kuşların ve yıldızlarınla...

 




Sayı 25 (Mart - Nisan 2015)

Bu yazı 5625 defa okundu.