İsa’dan Daha Popüler John Winston Lennon
Bir duygu, tasarı ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüne kısaca “sanat” diyoruz. Yani yöntemler çok çeşitli; ama sanırım müzik, tüm sanatlar içinde ifade ve etkileme gücü en yüksek olanlardan birisi. Çünkü hem sözü, hem melodiyi ve çoğunlukla görsel unsurları bir arada kullanabilme imkanı sunuyor insana. Belki de bu yüzdendir en popüler ve en çok“yapılmaya çalışılan” sanat türü olması. Evet, müzikle iştigal eden sayısız insan var, ama ne yazık ki büyük bir kısmı “kakafoni” dışında bir şey üretemiyor. Zira müzik, uzun bir zamandır “sanatsal” işlevi dışında endüstriyel bir üründür. Ve sistem, sanatsal ögeleri önemsemiyor, sadece çabuk üretilen, hızla tüketilen ve idrak gerektirmeyen ruhsuz sesleri pompalamaya devam ediyor, zavallı kulaklarımıza.
Çünkü müzik, her şeyden önce bir “sanat” ürünüdür ve çok güçlü bir ifade biçimidir. Neyse ki zamanın tüm evrelerinde arkasında beyin bulunan kulaklara hitap eden sesler ve sözler üreten “sanatçılar” var, sayıları hızla azalsa da… Yeni yazı dizimizin öznesi, bu müzisyenler olacak. Duygularını ve fikirlerini notalarla, sözleriyle, duruşlarıyla ve tavırlarıyla gezegenin yüzüne vuran, müziği hem sanat, hem de ifade aracı haline getiren ve kitleleri peşine takıp, cesurca yürüyen “özel” insanlar. Kimi sözleriyle, kimi yarattığı yeni bir müzikal türle, kimi tavırlarıyla, kimi kıyafetleri ve sahne şovlarıyla, kimi de sadece varlığıyla çığır açan kahramanlardan bahsedeceğim sizlere. Enstrümanları silah, sözleri mermi, müzikleri marş, tavırları eylem olan “Melodik Devrimciler”den.Oysa; “Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür!” sözüyle ne güzel anlatmış işin aslını Victor Jara.
Ben 5 yaşındayken annem bana hep mutluluğun ‘hayatın anahtarı’ olduğunu anlatırdı.
Okula başladığımda bir sınavda; büyüyünce ne olmak istediğimi sorduklarında ‘Mutlu olmak istiyorum.’ diye yazdım. Bana soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara hayatı anlamadıklarını söyledim
9 Ekim 1940’ta İngiltere’nin Liverpool kentinde büyük bir efsane dünyaya gözlerini açtı. Birer işçi olan anne ve babası, John iki yaşındayken boşandılar. Teyzesi Mary “Mimi” Smith tarafından büyütülen John, babasını 20 yıl boyunca yalnızca iki kez görebildi. 1957’de lisedeyken, teyzesi ona ilk gitarını hediye etti. Aynı yıl, annesi bir polis otosunun altında kalarak öldü. Bu olayla çok sarsılan John, yıllar sonra Beatles’ın en ünlü şarkılarından ‘Julia’da annesine olan sevgisini anlattı ve ilk oğluna da “Julian” ismini verdi. Kendisi gibi annesini henüz 14 yaşıdayken kaybeden Paul McCartney ile kaderlerinin tek ortak noktası ise bu acı olmayacaktı. Çünkü birlikte kurdukları grup, müzik tarihinin en sevilen gruplarından birine, her ikisi de ölümsüz birer efsaneye dönüşecekti.
Şubat 1958’de Paul McCartney, George Harrison’ı Lennon’a tanıttı. Temmuz 1960’ta grubun ‘The Silver Beatles’ olan adı ‘The Beatles’a çevrildi. Bir yıl sonra da Ringo Starr gruba katıldı. Grubun ilk 45’liği olan ‘Love Me Do’ Ekim 1962’de piyasaya çıktı. The Beatles ile dünya çapında başarı kazandılar, bazı eleştirmenler tarafından dünyanın gelmiş geçmiş en iyi grubu olarak nitelendirildiler. Kazandıkları ödülleri kendileri bile sayamıyordu.
Burada uzun uzun efsanevi The Beatles’ı anlatmayacağım ben size. Şüphesiz The Beatles ‘müzikal bir devrimci’dir, müzik tarihinin en önemli figürlerinden biridir, bugün bile dünyanın en çok satan gruplarının başında gelir, yani büyüklüğü ve etkisi tartışılmaz. Ama benim yazımın konusu, The Beatles’ın beyni; zeki, yaratıcı, sivri dilli asi çocuğu ve romantik devrimcisi olan John Lennon.
“Müzik herkesindir.
Ancak yayımcılar ona insanların
sahip olduğunu düşünüyor.”
Lennon her zaman grubun en aykırı ve ‘siyasi’ kişiliği oldu. Hatta 1963’te Kraliçe Elizabeth ve Prenses Margaret’in de katıldığı Londra’daki Royal Variety Performance’da çalarken mikrofondan; “Arkada ucuz koltuklarda oturanlar ellerinizi çırpabilir misiniz? Onun dışında herkes, sadece mücevherlerinizi şıngırdatsanız yeter.” diyerek yeni bir sansasyona imza attı.
Daha sonra Amerika’daki bir röportajında John Lenon o olay yaratacak sözü söyledi: “… Şu an İsa’dan daha popüleriz ama hangisi ilk gidecek bilmiyorum, Rock’n Roll mu, Hristiyanlık mı?…” Her ne kadar espri olsun diye söylemişse de bu söz elbette dokunduğu konu dolayısıyla toplumun büyük bir kesiminin tepkisiyle karşılaştı. Beatles plakları yakılmaya başlandı, Hristiyan örgütlerce kara listeye alındılar. Daha sonra ABD basınına yaptığı açıklamada: “Herhalde ‘televizyon İsa’dan daha popüler’ deseydim hiçbir şey olmazdı. Ben Tanrı karşıtı, İsa karşıtı ya da din karşıtı değilim… Ne dediysem onu dedim ve yanlıştı. Ya da yanlış anlaşıldı ve şimdi de bütün bunlara yol açtı; ama benden mutlaka bir özür bekliyorsanız ve bu sizi mutlu edecekse özür dilerim.” şeklinde konuşmuştu.
“Hayat; biz onu planlarken
başımızdan gelip geçenlerdir.”
Lennon, 1964’te “In His Own Write” ve 1965’te “A Spaniard In The Works” adlı kitaplarını yayımladı. Ve o yıllarda hayatına giren biri, hem Lennon’ın hem de grubun kaderini tamamen değiştirecekti. Tüm fanatik The Beatles hayranlarının lanetlediği ve “grubu dağıtan kaltak” olarak nitelendirdiği avangard ressam ve “konsept” sanatçısı Yoko Ono…
Yoko Bir Şeytan mı ?
Yoko, kendi felsefesi, ürettikleri, müziği ve yaptıklarıyla Lennon’ı derinden etkiledi. Her ne kadar kızsak da Yoko bir ‘şeytan’ değil, Lennon’ın uğruna eşini ve oğlunu terk ettiği büyük aşkı, müzik ve eylem arkadaşı, oğlunun annesi ve bir sanatçıdır. Lennon, Yoko ile tanıştıktan sonraki dönemlerinde; The Beatles’ı aşan parçalara, derin politik duyarlılığa ve anarşizme kayan tarzına ulaştı. Belki de Yoko, Diego’nun Frida’sı, Robert Mapplethorpe’un Patti’si olmuştur Lennon için…
1968 yılında Yoko ile birlikte “Unfinished Music, No.1: Two Virgins” albümünü çıkardılar. “Two Virgins”, içeriği ve Lennon ile Ono’ya ait çıplak fotoğraflar yüzünden birçok tartışmalara neden oldu. Çift, 20 Mart 1969’da evlendi ve bundan birkaç ay sonra avandgard albümleri, “Unfinished Music, No.2: Life With the Lions” ve “The Wedding Album”ü yayınladılar. Vietnam Savaşı’na karşı yaptıkları ve adeta bir marşa dönüşen şarkıları ‘Give Peace a Chance’ de bu dönemde yapıldı. Bir sonraki ay Lennon ve Plastic Ono Band, eroin bağımlılığına karşı verdiği savaşı anlatan “Cold turkey”i yayınladı. Lennon ve Ono barış kampanyalarına devam ediyorlardı. ‘War Is Over! (If You Want It)’ ile billboardları sarsıyorlardı. Şubat 1970’te bir hafta içerisinde ‘Instant Karma’ şarkısını yazdı ve bu parça İngiltere ve Amerika listelerinde hit oldu. Bu parçanın hit olmasından iki hafta sonra Beatles üyelerinden Paul McCartney, grubun dağılacağını açıkladı. Lennon da kendi albümü “John Lennon/Plastic Ono Band”ın tanıtımını Beatles’in çevresinde dönen birçok efsanenin yanlışlarını anlattığı bir söyleşide tanıttı.
“Gerçekten sevginin bizi kurtaracağını düşünmüştüm ve
hala tek ihtiyacınız olan şey sevgi.”
“Beatlemania” olmasa da Beatles sona ermişti; oysa John’un hayatında bazı şeyler yeni başlıyordu. John ve Yoko’nun balayı Amsterdam’daki bir otel odasının yatağında geçti. Hair Peace ve Bed Peace (saç barışı ve yatak barışı) yazan koca iki pankartla beraber yataklarında bir hafta geçirdiler, tüm kameralar ve dünyanın gözleri önünde. Bu güzel ve sıra dışı protesto John’u ‘barışın çığlığı’ haline getirdi ve o bu lakabı gururla taşıyıp Yoko’suyla beraber çok daha fazlası için çalıştı. John altısı Yoko Ono’yla olmak üzere on bir albüm yaptı.
,Nixon Onu Ulusal Tehlike
Olarak Gördü
1971 yılının başında Lennon New York’a taşındı. Burada yeni bir marş haline gelen ‘Imagine’ parçasını yayınladı. Bu parçanın hit olmasının ardından Lennon ve Ono daha fazla politik aktivitelere girdiler. Gelişen politik tavırlarının sonucu, 1972 yılının yazında “Sometime in New York City” albümünü çıkarttılar. Bu albüm tümüyle politik parçalardan oluşuyordu. 1973 yılında “Mind Games”i yayınladı. Bir yıl sonra da 1974’te Ono’dan ayrılarak Los Angeles’a taşındı.
Daha sonra Lennon ve Ono yeniden birleşti. 1980’de Lennon ve Ono’nun ortak çalışması olan “Double Fantasy” yayınlandı. Yoko ve John’un bol yankılı ve politik yaşamları birilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Bir New York aşığı olan ve orada hayatını sürdüren Lennon, Nixon yönetimi sırasında ulusal tehlike olarak hedef gösterilmiş ve sınırdışı edilmek istenmişti. Çünkü Lennon, insanları yazdığı ve bestelediği parçalarıyla katıldığı televizyon programlarında cesur, özgür açıklamalarıyla; peşinde dolanan kameralara verdiği zekice cevaplarıyla ve yaratıcı eylemleriyle her daim barışa çağırıyor, Vietnam Savaşı’nı sorgulatıyordu. Demokrat Carter başkanlığı kaybedince yükselen ‘yeni sağ’ın hedeflerinden biri olmaya devam etti.
“Tanrı, acımızı ölçtüğümüz bir konsepttir.”
“Büyük bir olasılıkla bir kaçık
tarafından haklanırım.”
1960’ta, henüz gencecik bir “Beatle’ iken bir röportajda nasıl öleceği sorulduğunda bu cevabı veren Lennon’ın bu kehaneti 20 yıl sonra gerçekleşti. 8 Aralık 1980’de New York’ta kaldığı otelin önünde, Mark David Chapman adında bir adam, elindeki plağı Lennon’a uzatıp imzallattı, hemen sonrasında da Lennon’ı vurdu. Akli dengesi yerinde olmadığı öne sürülen Mark David Chapman, Lennon’ı çok sevdiğini ama ‘The Beatles’ı dağıttığı için’ öldürdüğünü söylese de aklı başında herkes olayın bu kadar basit olmadığını biliyordu. Lennon sistemin tekerine çomak sokuyordu ve durdurulması gerekiyordu. Ve bu sebeple bu ‘güzel ruhlu adam’; hayatını sevgi ve barışa adamış koca bir yürek, çirkin bir savaşın kurbanı ama aynı zamanda müziğin ve felsefenin ölümsüz efsanelerinden biri haline geliyordu...
Edip Kuzey Akten
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları