Zaman Nehri ve Adana

Kentler insanlar gibidir:

Doğarlar... Gelişirler...

Bir gün gelir toprağa karışırlar...

Günler dantel gibi dokuyarak

ayları, yılları örer...

Zaman dediğimiz boyut işte böyle bir nehir gibi akar...

Yıllarla birlikte anılar da çoğalır. Sakin bir köşede kendimizi dinlerken anılar koridoruna girmeyen, geriye, çocukluk ve ilk gençlik çağlarına koşmayanımız var mıdır?

 

İlk gençlik çağını anımsayıp özlemle dolmamak, o çağı unutmak mümkün müdür?

Olmaz... O çağ, asla unutulmaz. İşte böyle anlarınızdan birinde, yaşamın “Hangi dönemi daha güzeldi?” diye hiç sormadınız mı kendinize?..

Sahi, yaşamlarımızın hangi dönemleri daha güzeldi?

Çocukluğun düşler dünyası mı?

 

Geleceğe kanat çırptığımız umut çağı ilk gençliğin, renkli hayallerle süslenmiş, duygu yüklü günleri mi? Yoksa; yetişkin olup hayata atıldığımız çağda yalın ve sert yüzüyle karşımıza çıkan,

gerçek yaşamın gri renkleri mi daha güzeldir?

Kentler de insanlar gibidir: doğarlar (kurulurlar) gelişirler ve bir gün, zaman boyutunun bir noktasında ya doğal afetlerle yıkılarak, ya da insanlara yaşam sunacak imkanlarını yitirerek terk edilip toprağa karışırlar... Kentlerin de birer yaşam öyküleri vardır, aslında insanları anlatırlar o öykülerle... Zamanın sisleri ve toprağın örtüsü altında, bir başka çağın insanlarının o toprağı kazmasını beklemeye başlarlar...

Dünya yaşamında kent ve insan ilişkisi, bir sarmal oluşturur...

İnsanla kent iç içedir; birlikte yaşam döngüsü kurarlar.

Zaman nehrinin çırpıntılı dalgalarının kollarında, bilinmeyenin ufkuna doğru akarlar.

 

Uygarlık Tarihi, Bir Bakıma, Kentlerin Tarihidir

 

Adana da, gezegenimiz üzerindeki diğer kentlerden farklı değildir: Dünya’nın öteki ucunda yaşayan insanlar kentleri niçin kurmuşlarsa, Adana da benzer ihtiyaçlar nedeniyle kurulmuştur.Tarihin derinliklerinden gelip binlerce yılı yaşam öyküsüne ekleyerek günümüze ulaşmıştır. Bundan sonra sizlere, bu sayfalarda yaşadığımız şehri, Su Ve Güneş Kenti Adana’yı, yaşam çemberimde yer alan insanlar ve olaylarla anlatacağım.

 

Su yolları (kanallar)ve Adana çocukları

 

Çocukluğumun Adana’sı yeşili bol, betonu az bir kentti...

Kent merkezi güneyde Dağlıoğlu, Akkapı; kuzeyde Yeni İstasyon’un oraya kadardı. Yeni İstasyon’dan ötesi bağların bahçelerin Adana’sıydı...

Çocukluktan çıkıp gençliğe adım atılan günlerin, baba sopası yemekten korkmayan delifişek gençleri olarak bağların arasındaki dere yataklarından yürüyerek, Büyük Kanal’a yüzmeye giderdik.

Büyük Kanal, Eski Baraj Regülatörü’nün oradan, Seyhan Nehri’nden ayrılan su yoluyla doğar, Çukurova’nın batısı ve doğusundaki toprakları sulamak üzere iki kola ayrılır, öyle akar.

 

Büyük Kanal’dan söz edince, Küçük Kanal’ı da anlatmak gerekir...

 

Küçük Kanal, Büyük Kanal’dan ayrılan kolların oluşturduğu su yollarının adıydı. Biri Mithatpaşa ile Namık Kemal Mahallelerinin arasından, öteki de Büyük Kanal üzerindeki 4. Köprü (bizim aramızdaki adıyla Sifonlu Köprü)‘den ayrılır Cinali’ye yönelirdi. İşte o suyolları, Adana çocuklarının yüzmeyi öğrendikleri, dış dünyanın zorlu koşullarıyla tanıştıkları, asıl tehlikenin doğa değil öteki insanlar olduğunun ilk derslerini aldıkları yerlerdi.

 

Bazen kanalda yüzme sevdasına; fark etmeden paralarımız çalınırdı; kimi zaman da farkeder öteki çocuklarla kapışırdık...

“El yumruğu” ile ilk tanışmamız oralarda olurdu çoğu kez...

Tehlikeliydi; ama ne yapar eder yine de yüzmek için kanala giderdik. Ama kanala girdiğimizi tecrübeli annelerimizden saklamak zordu. Çünkü ne kadar saklamaya çalışırsak çalışalım, kireçli olan kanal suyuna girdikten sonra, vücudumuzdan herhangi bir yeri tırnakla çizdiler mi, beyaz bir çizgi olurdu; Saklayabilirsen sakla…

İşte böyle değerli okurlarım...

Yollarında koştuğumuz, kollarında hayata atıldığımız Adana, güneşten akan altın huzmelerle suyun ve toprağın buluştuğu yerdir...

Toprakla insanın el ele yeşil bereketi ürettiği kenttir.

 

Zaman nehri ve insan

 

İnsan, zamanı, yeni milenyumun ufkundan geçmişe bakınca fark ediyor.

Zaman nasıl da hızlı aktı öyle...

Ömür ne kadar da çabuk geçiyor!

İşte o düşler dünyası çocukluğumuz şimdi bir uzak hayal... Geriye kalan, güçlükle anımsanan bir anı demeti, o kadar...

İlk gençlik rüzgarlarının gönüllerimize duygu, geleceğe umut savurduğu o günler de bir nisan yağmuru gibi geçip gidiverdi işte...

Zaman nehrinin çırpıntılı dalgalarıyla birlikte günlerimiz geleceğe akarken, bir de ne gördük; hayatımızın büyük bölümü gerilerde kalıvermiş bile...

O yıllardan geriye kalan, bir kaç fotograf ve bir tutam anı...

Sonsuzluk içinde bir yer tutmuyorsak...

Adına zaman dediğimiz o sürekli genleşen, o bir tek an’ın koynunda gökkuşağı gibiysek...

Bir yağmur öncesi gelip bulutlar gibi silinip gidecek renkler isek; hayat, acı bir alaydan başka ne olabilir ki?..

 

Değerli okurlarım,

“Altınşehir Adana Dergisi’nin sayfalarında bu ilk yazı ile siz okurlarımıza seslenirken, bu yayının Adana’ da yaşayan insanlara yeni ufuklar açacağı umudunu taşıyorum. Bana ayrılan köşede anıları paylaşırken günümüzün Adana’sını da konuşacağız.

 

fevziacevit@altinsehiradana.com




Sayı 1 ( Mart - Nisan 2011 )

Bu yazı 5271 defa okundu.