YENİ BİR GÖZLE, YENİ BİR ADANA…

Dzenlenmi_sy_by

Geçenlerde arabayla küçük bir köyün önünden geçiyordum. Gölün kenarına kurulmuş bir köydü bu…  O an ağaçların suya yansıyan yeşili ile mavi dans ediyor gibi gelmişti bana. Meleşen koyun yavrularının sesi, suyun kenarındaki güvercin beyazı evden yayılan radyonun namesine vokal yapıyordu. Kuzeyden tatlı sertesen rüzgarın uğuldaması da bu vokale eşlik ediyordu. Rüzgarın kaldırdığı samanların rengi ile yarışacak kadar alımlı saçlara sahip bir kız etrafta koşuştururken, huzur veren saf güzelliğini sanki tüm dünyaya ilan ediyordu. Arabamı yol kenarına çektim… Köyü doyasıya izlemeye başladım…Dalmışım… İçime bir çoşku doldu, zevkten uçuyordum…  Haykırdım; “Ahh… Ne kadar güzel benim memleketim…”

Dalmışım dedim ya… Köyün yanında ne kadar zaman geçirdiğimi o yaşlı teyze bana hatırlattı; “Oğlum bir saattir rüyada gezer gibi bize bakıyorsun… Hayrola?”  Acaba “Bir saat” diye söz gelişimi söylemişti. Yoksa gerçekten bir saattir orada mıydım? Yaşlı kadını o evin penceresinden bana bakarken görmemin üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş miydi acaba? Bilmiyorum!
“Köyünüzün güzelliğine hayran oldum” dedim. “Şu suya bak!Sanki renkler dans ediyor!” “Şu bizim boklu su mu?”diye cevap verdi. “Oğlum sen divane misin, nesin? İlerideki fabrikadan zehirli madde atıyorlarmış suya. Koyunlar içince hasta oldular. Onun için meleşip duruyorlar. Torunlara bir durup, bir tembih ediyorum. Aman sudan uzak durun diye. Radyo arada bir ölenleri söyleyip çalmaya devam ediyor.” “Bir de aksilik rüzgar çıktı. Bizim buralarda buna Poyraz derler. Bir çıktı mı ne saman bırakır uçurmadık ne de ekin bırakır yatırmadık.

Al başına belayı!” 
Bu sırada sarı saçlı güzel kız geldi yanımıza… 12-13 yaşlarında bir şeydi. Belki de biraz daha büyük.Sohbet konusu açmak için iltifat ettim ama sözümü bitiremedim; “Böyle güzel bir yerde yaşamakla  Ne kadar şanslısın” “Ne şansı? Keşke şehir de olabilsem… Burada ilkokulu bitirdim ama gerisi yok. Ömür boyu koyun pisliği temizleyip, rüzgarın dağıttıklarını mı toplayacağım?”  “Bu köy olmasaydı annemle babam da yaşayacaktı!” Sorarak bakan gözlerime cevabı yaşlı kadın verdi;“Torunumdur garibim. Babası balıkçılık yapardı gölde. Fakirlik ya, ağları çekecek yardımcıya para veremediği için karısını da yanına alırdı. Bir gün bu poyraz kayıklarını devirdi. Zavallılar ölüverdi işte. Göl yuttu onları…” Birden bire, yeni gördüğüm bana çok güzel gelen bu yerin, buranın içinde yaşayanlar için bir kabus olabileceğini hissettim. Tabi ki bunun tersi de doğru… Yabancı olan birinin gördüğü güzellikleri içinde yaşayanlar kanıksadığı için fark edemiyor.  

Ünlü düşünür Schopenhauer bu hissettiklerimi onaylarcasına  şunları yazmakta;“Sözgelimi bütünüyle yabancı bir kasabanın görünümü çoğu kez yolcu üzerinde görülmedik şekilde hoşbir izlenim bırakır. Oysa söz konusu kasaba aynı etkiyi orada yaşayan kimseler üzerinde kesinlikle doğurmaz.(…)yolculuk etmenin zevki kısmen buna dayanır.” 



Son söz; Lütfen Güzel Adanamız’ı alıştığımız kalıpların dışına çıkarak, sanki gezmeye gelmiş bir yabancıymış gibi yeniden keşfetmeye çalışalım. Bakalım hangi güzellikleri göreceğiz. Belki o zaman çok yavan kalmalarına rağmen kentimizi başka kentlerle kıyaslamayız. Bence onun Türkiye’deki tek rakibi İstanbul.




Sayı 4 ( Eylül - Ekim 2011 )

Bu yazı 11994 defa okundu.