ÖZGÜRLÜK - ÖZGÜR DÜŞÜNCE - ÖZGÜR DÜŞÜNME

KAVRAMLARI ÜZERİNE

 

Özgürleşme kavramının  Sümerin çivi yazılı tabletlerinde ‘amargi ‘(anaya dönüş) sözcüğünden başladığı söylenebilmektedir.

 

Roma da ise özgürlük kavramı  “ Roma yurtdaşı ‘özgürdür’ zira yasalarla korunur. Köle ‘özgür’ değildir zira Roma yurtdaşlığına sahip değildir” şeklinde algılanmaktadır. (Bu tümcedeki “Roma” ve “Köle” kelimelerinin yerine  güncel kelimeler yerleştirerek benimsendiğinde. özgürlük anlayışının Roma İmparatorluğu  dönemine geriletildiğini görebiliriz.)

 

Vehbi Hacıkadiroğlu ise ; ‘insanı tanımak için özgürlüğü iyi anlamak gerektiğini,özgürlük aradığı için insanın, hayvandan ayrıldığını, özgürlüğün temellerinden birinin bilgi olduğunu, tutsaklıklardan kurtuldukça insanın özgürlüğünün arttığını, işbirliği ve toplumsallık eğiliminin, insan olmanın zemini olduğu, insanın özünün özgürlük aramak olduğunu’ belirtmektedir.

 

Özgürlük; Doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olma, serbestlik, herhangi bir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme ya da davranma. Herhangi bir koşula bağlı olmama durumu. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi olarak tanımlanmıştır.[Türk Dili, Toplum Bilim Sözlüğü O.Hançerlioğlu]

 

İnsan kendi kaderine egemen olabilir mi? Onu değiştirebilir mi? İnanç sistemlerinin kaderciliği buna olumsuz yanıt veriyor, olamaz, çünkü insanlığın yolu Yaradan tarafından önceden çizilmiş ve belirlenmiştir. Baron d’Holbach gibi özdekçiler de bir başka yoldan aynı sonuca varıyorlar: olamaz, çünkü doğal zorunluluğa bağlıdır. Çağdaş var oluşçuluğa göre ise ‘’İnsan, kendisini, nasıl isterse öyle yapar’’.

 

Doğal zorunluluk karşısında insan özgürlüğü sorununa ilk bilimsel yaklaşımı XVII. Yüzyılda Hollandalı düşünür Baruch Spinoza; özgürlüğü düşüncede bulur. Ona göre her şeyi anlamak özgür olmaktır. Açık düşünceye kavuşan insanın tutsaklığı yok olur. İnsanlar bilmediklerinin tutsağıdırlar. Bilgilenince özgürleşirler. ‘’Özgür insan us ilkelerine göre yaşayan insandır’’. Bu anlayış XVIII. Yüzyıl Alman idealistleri [Fichte, Schelling, Hegel] tarafından geliştirilmiştir. Hegel özgürlüğü ‘’bilincine varılmış zorunluluk’’ olarak tanımlamış ve birbirine karşıt sayılan bu iki kavram arasındaki diyalektik bağımlılığı göstermeye çalışmıştır. Ancak bu metafizikçiler de yanlış bir alanda, zorunluluğu ancak düşüncenin zorunlu olarak gelişmesi olarak anlıyorlar ve özgürlüğün ruhsal alanda gerçekleştirildiğini ileri sürüyorlardı. İnsan yaşamının özdeksel koşullarından ve bu koşullarla zorunlu olarak belirlendiğinden habersiz idiler. İnsanlığın Özgürlüğünü bilimsel olarak çözümleyen ilk öğreti XIX. Yüzyılın ikinci yarısında oluşan bilimsel felsefedir. Bu çözüm: ‘’Zorunluluk, doğanın ve toplumun nesnel ve özdeksel yasalarına boyun eğme ‘’ zorunluluğudur. İnsanlar doğaüstü varlıklar değildir. İnsanlar toplum üstü varlıklar da değildir. İnsanlar: doğa yasalarını da, içinde yaşadıkları toplum yasalarını da dışlayamazlar, İnsanlar bu yasaları tanıyıp, ne olduklarını ve nasıl işlediklerini öğrendikçe bu yasaları alt edebilirler ve böylece özgürleşebilirler. İnsanlar genel çekim yasasını ortadan kaldıramazlar, ama aerodinamiği bularak genel çekimi alt ederler ve göklere yükselebilen uçaklar yaparlar. Bilim ve tekniğin günümüze kadar gelen ve süren gelişmeleri bunun sayısız örneklerini yansıtmaktadır. 

 

Fransız devriminde yazılan İnsan ve yurttaş hakları bildirgesinin [26 ağustos 1789] 4. Maddesi; İnsanın özgürlüğünü: “Başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir’’ diye tanımlamış ve bu tanım hemen bütün demokratik ülkelerin Anayasasında yer almıştır. Teşkilatı Esasiye Kanunun 1. maddesinde.’’ Hürriyet; başkalarına zarar vermeyecek her türlü tasarrufta bulunabilmek ‘’ olarak tanımlanmıştır.

 

Özgürlüğün özgür düşünmek anlamına geldiği ve özgür düşüncenin önündeki en büyük engellerin doğmalar, bağnazlıklar ve önyargılar olduğunun  çağlar boyunca karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Bu engelleri aşmanın tek yolunun bilimsel düşünebilme becerisi eşliğinde aydınlanmak, bununla da yetinmeyip aydın olma sorumluluğu ile kendini insanların özgürleşmesine adamak olduğu benimseyişiyle, tüm insanların barış ve mutluluğunu istemek ve bunun içinde çalışmak gerektiğini biliyoruz. Düşünme Özgürlüğü bir eylemdir. Özgür düşünme eylemidir. Her türlü dogmadan, bağnazlıktan, boş inançlardan, önyargılardan, olumsuz tutkulardan ve kanıksanmış görüşlerden kurtarılmış bir yetkinliği tanımlar. Belirli görüş veya düşünceyi,  ya da inanç sisteminin ilkelerini körü körüne benimsemeyi reddederek, bunları sorgulayabilen kişilerin, bu eylemleri sonucunda “özgür düşünceli” olabilecekleri söylenebilir sanırım.

 

AİH Sözleşmesinin ’nin 9. maddesi aynen şöyledir : “ Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, aleni veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak sureti ile dinine veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. Düşünce özgürlüğü bu madde ile koruma altına alınmıştır. Düşünce özgürlüğü yüzyıllardır tartışılan konuların başında gelmektedir. Düşünce dışarıya vurmadıkça mutlak koruma altındadır. Düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama, yani ifade özgürlüğü arasında ayrım yapılamayacağı çoğunlukla kabul edilmiş bir görüştür. Kişinin iç dünyasını ilgilendiren ve dışarı vurulmayan düşünce hiçbir sistemde cezalandırılmamıştır. Düşünce özgürlüğü ile kast edilen aslında ifade özgürlüğüdür.

 

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün olmaması durumunda düşünce özgürlüğünden söz edilmesi olanaklı değildir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü aynı zamanda diğer bireylerin de öğrenme ve bilgilenme özgürlüklerinin kaynağı olup bu özgürlük ortadan kaldırılır veya demokratik toplumda olmayacak şekilde sınırlandırmaya tabii tutulursa öğrenme özgürlüğüne ve aynı zamanda ifade özgürlüğüne müdahalede bulunmuş olunur ve demokratik sistemlerde ise bu kabul edilemez bir durumdur.

 

Aslına bakarsanız, engellenmek istenen ne düşüncelerin kendisi, ne de düşüncelerin ifade edilmesidir. Engellenmek istenen şey toplumun bireyleri ile bu düşüncelerin buluşmasıdır. Baskıcı, özgürlüklerin kısıtlandığı toplumlarda ortadan kaldırılmak istenen esas itibariyle bilgiye ulaşma özgürlüğüdür.

 

Kısaca Toparlamak istersek:

Özgür Düşünebilmek, günümüzde bir entelektüelin, aydının, çağdaş kişinin özgürlüğünün ön koşuludur. Günümüzde Özgür insan, özgürce düşünebilen ve kanaatlerini özgürce ifade edebilen insandır. Bunun ön koşulu da doğru, çarpıtılmamış bilgiye erişim hakkıdır. Bilgi edinme özgürlüğü adını verebileceğimiz bu hakkın yetersiz olduğu ülkelerde kamuoyunun sağlıklı oluşmadığı, demokrasi dışı rejimlerin kitle iletişim araçlarını kullanarak gerçeğe aykırı durumları kendi halklarına benimsettikleri görülmektedir. İşte bu nedenle, demokrasilerde düşünce özgürlüğü kavramının temel öncülü, vatandaşların bilgiye erişim hakkıdır. Bunlar için verilen mücadele demokrasi mücadelesidir. Ancak bazen demokratik hak olarak görünen bir takım hakların elde edilme mücadelesi her zaman demokrasi mücadelesi anlamına gelmeyebilir. Bildiğiniz gibi bazen demokratik görünümlü talepler, demokrasiyi gitmek istediği yere kadar kendilerini taşıyacak bir araç olarak kullananlar tarafından haykırılmaktadır. Asıl mücadele, toplumda özgür düşünen insanların çoğaltılması için verilmelidir. Özgür düşünen insanlar düşünce üretmekten alıkonulamaz. Düşünce oluştu mu, onu sonsuza değin hiçbir güç hapsedemez. Ama düşünce yoksa düşüncenin özgürce ifade edilebilir olmasının çok ta bir anlamı olamaz. Düşünme bir beyin faaliyetidir, Beyindeki bir üretim sürecidir. Düşünce bu sürecin sonucu ortaya çıkan üründür. Üretim yoksa ürün de yoktur. Özgür Düşünce; bu üretim sonucu ortaya çıkan ürünün serbestçe dolaşım olanağıdır. Demokrasi açısından asıl olan özgür düşünme sonucunda oluşan ürünün toplumla buluşabilmesidir. Bu da bilgiye ulaşabilme özgürlüğüdür.

 

Özgürleşme süreci farkında olma sürecidir. Farkında olmak ise bireyin tarihsel ve toplumsal süreç içinde gelen bilgilerin gerçekle uyumu ve neyi nasıl yaptığının farkına varabilmesidir. Birey bunu tamamlayınca usu tutsaklıktan kurtulur ve kendini yönetebilir. Ancak bu devamlılık ve ilgi gerektiren bir süreçtir. Özgürlük, insanların  doğanın ve toplumun nesnel yasalarını bilinçli olarak kullanabilmeleriyle mümkün olabilir.    Özgür düşünmek ise bilimsel düşünmedir. O halde boş inançlar, kötü tutkular, dogmalarla savaşarak bilincimizi arıtıp bilimsel bilgilerle donanmalıyız ama bir yandan da toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmalıyız. İşte hoşgörü burada gerekiyor. Evet, özgürlük  bireyin başkasını rahatsız etmeyecek şekilde, dilediğini yapabilmesidir. Fakat kişinin özgürlüğü, başka bir kişinin özgürlük alanına girmeye başladığı yerde biter, hoşgörü başlar.

 

Hoşgörü nedir? Özgürlük, neden hoşgörüyü gerektirir?

 

Voltaire, hoşgörü nedir sorusuna şöyle bir cevap verir: “Hoşgörü, insanlığın bir parçasıdır. Hepimizin hataları ve eksikleri var; gelin karşılıklı olarak birbirimizin hata ve eksiklerini bağışlayalım, çünkü hoşgörü doğanın ilk yasasıdır.

 

”Kavramsal olarak bir tanımlama yapmak gerekirse hoşgörü; kendi yaşam tarzımıza uymayan farklı inanç, düşünce ve davranışlara müdahale etmemektir. Veya onaylamadığımız bir davranışı güç kullanarak değiştirmeye çalışmamaktır. 

 

Her insanın doğuştan veya sonradan kazanmış olduğu farklı özellikleri vardır. Bu farklılıkları koruyarak,  özgürlük içinde bir arada yaşama kültürünü oluşturabilmek için, hoşgörü ilkesini, özgür bir toplumun vazgeçilmez ilkesi olarak görmemiz gerekir. Hoşgörü, kişilerin kendi özgürlük sınırları içerisinde sergiledikleri davranış, düşünce ve tercihlere saygı duyabilmektir. 

 

Bilimsel olmayan bilgilerle donanmış kişi özgür değildir, kendini yönetemez demiştik. Çünkü sahip olduğu bilgilerin denetimi altındadır. Yeni bilgilere ve öğretilere açık değildir, her şeye kapalıdır. Öncelikle elde ettiği bilimsel bilgilere hoşgörü ile yaklaşarak, tutsağı olduğu bilimsellikten uzak bilgilerden kurtulabilir. Bilincini arıtan ve kendini özgürleştiren kişi artık uygun ortamı bulduğunda çevresini de arıtıp aydınlatabilir. 

 

Sonuç olarak insan, doğa ile ilişkileri sonucu olarak ve yine düşünme özgürlüğü ile ortaya çıkardığı bilimin yol göstericiliği ile özgürleşir. Bunu becerebilen insan özgür düşüncesi ile bilimin gelişimine katkıda bulunarak,  özgürlüğün sonsuzluğunda ve hoşgörü ortamında, yaşamını tüm insanların özgürleşmesi için sürdürecektir.

 

Geldiğimiz bu noktada nesnel özgürlüklerden bahsetmenin uydun olacağı düşüncesindeyim.

 

Nesnel Özgürlükler insana doğuştan verilmemiş olup, İnsanın sonradan  toplum içerisinde kazandığı özgürlüklerdir. Nesnel özgürlükler bir insanın temel haklarından sayılır. Bu haklar: “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde de yansımasını bulur.

 

Nesnel özgürlüklerin önemli örnekleri:

Politik özgürlük; Kişinin toplum yönetim biçimi konusundaki benimseyişinin, körü körüne bağlılık olmaması, amaçlarını gerçekleştirmek üzere aşırı hırs ve baskı oluşturmaması gerekir. Azınlığın hakları ve düşüncesine de eşit saygı duyulmalıdır.

 

Sosyal Özgürlük: Dilediği yaşam biçimi, uğraşı, eğlence, mesleki uygulama, sanat ve sosyal ilişkilerini seçebilme hakkına sahip olmaktır.

 

Ekonomik özgürlük: Çağın uygarlık düzeyinin gerektirdiği ölçüde sürekli bir kazanç olanağına sahip olmak.

 

Davranış özgürlüğü: Hiçbir baskı ve etki altında kalmaksızın, başkalarına da zarar vermeksizin istediğini, istediği zaman yapabilmektir.

 

Söz Özgürlüğü: Düşünce ve görüşlerini kendine saklamaksızın, başkalarının da hak ve özgürlüklerine engel olmadan düşüncelerini söz ve yazı ile açıklayabilmektir. 

 

Nesnel özgürlüklerin her biri töresel kurallar dışında hiçbir alt sınırı olmayan, başkalarının aynı özgürlüklerinin kısıtlanmaması için üst sınırları bulunan özgürlüklerdir. Bu üst sınırların herhangi bir gerekçe ile aşılması, bencillikle ve ayrımcılıkla eşdeğerdir. Eşitlik ve insancıllık ilkesi ile de çelişir. Nesnel özgürlüklerin üst sınırı toplum içerisinde eşitlik ve adaleti sağlar.

 

Düşünce Özgürlüğü  Neden Düşüme Özgürlüğünden daha öne çıkmaktadır?

 

Bana göre bunun nedeni Düşünme Özgürlüğünün bireysel bir sorun olmasına karşın, Düşünce Özgürlüğünün toplumu ilgilendiren bir sorun olmasıdır. Düşünme özgürlüğü bireysel, Düşünce özgürlüğü ise toplumsal alanlarda yer alırlar.

 

Düşünce Özgürlüğü ve özgür düşünce  demokratik özgürlükler alanıdır. Düşüncenin özgürce ifade edilebilmesi, paylaşılabilir olması, aynı zamanda bilgiye ulaşabilme olanağıdır. Düşünce Özgürlüğü yoksa bilgiye ulaşma özgürlüğü de yok demektir.

Demokratik özgürlüklerin en önemlisi yok demektir. Bu alanda verilen mücadele, halkların yönetimler karşısındaki özgürlük alanlarının sınırlarını genişletme mücadelesidir. Toplusal bir mücadele alanıdır. Demokrasi tarihi büyük ölçüde Düşünce Özgürlüğü mücadelesi tarihidir.

 

Düşünme Özgürlüğü ise bireysel bir konudur. Düşünme Özgürlüğü önündeki engeller özneldir. Kişinin bunlardan kurtulabilmesi için, öncelikle kendi zihnindeki engelleri tespit etmesi gerekir. Kişinin neredeyse doğumundan beri benimsediği, sahiplendiği, savunduğu inanç ve değerleri birer sivilce gibi sıkıp atması hiç kolay değildir. Bu, bir ölçü aletinin kalibrasyon sorununu ölçü aletinin kendisini kullanarak düzeltme, kalibre etme çabasına benzer. 

 

Düşünmek sorgulamaktır. Sorgularken günah sınırını aşmakta olduğuna inanıyorsanız sorgulayamazsınız. Düşünme özgürlüğünüz günahla, günah korkusu ile sınırlanmıştır. Kutsal kitapta, Allah önce Adem’i çamurdan yarattı sonrada kadını onun kaburga kemiğinden yaptı diye yazıyorsa evrim teorisini incelemeniz ve yaradılışı sorgulamanız için ya cehennemde cezalandırılmayı göze almanız, daha doğrusu önce kendi inançlarınızı aşmanız gerekir.

 

Düşünme özgürlüğü; birey olmanın, birey olduğunun farkına varmanın koşuludur. Düşünme özgürlüğü bireyin inanış, bilgi, görgü, deneyimleri ve bireysel yetenekleri ile sınırlıdır. Düşünme Özgürlüğü olmadan akıl yetkinleşemez, bilim gelişemez.

 

Düşünme özgürlüğümüzün engelleri duygularımız ve genetik mirasımızda olabilir. Düşmanlık ve intikam duyguları, korku, öfke hatta aşk Düşünme Özgürlüğümüzü sınırlandırabilmektedir. Çünkü zihnimiz bu duyguların işgali altında iken bağımsız olarak düşünemez. Bu güçlü duygusal durumlar karşısında ilkel benliğimizdeki genetik kodlar kontrolü ele alabilirler.

 

Cehalet, korku, bağnazlık ve ön yargılar zihinlerimizdeki prangalarımızdır. Düşünme Özgürlüğü, aklın özgürleşmesi demektir. Zihinlerdeki prangaların kopartılması, kendimizin oluşturduğu parmaklıkların yıkılması demektir. Özgür düşünemeyen kişiler, diğer özgürlükleri gerçek anlamları ile kavrayabilmesi bile beklenemez. Özgür düşünemeyenler, Bilimsel düşünemez.  Entelektüel kişilerin ,  en önemli sorunu düşünce özgürlüğü değil, düşünme özgürlüğüdür. Kişinin değer yargılarından ve peşin fikirlerinden sıyrılıp zihnini özgür kılarak düşünebilmesi, düşündüğünü özgürce ifade edebilmesinden çok daha zor bir iştir. ‘’Düşünme özgürlüğü ancak özgürlüğün her çeşidini savunan, koruyan, sürekliliğini sağlayan ortamda yaşar, gelişir, işlevselliğini sürdürür. Bu tür bir özgürlük ortamı sağlayamamış toplumlarda demokratik bir düzenin varlığından söz edilemez. Özgürlük; insanın bireysel emeği, çabası, ailesi, çevresi ve içerisinde yaşadığı toplumun katkılarıyla ve yasaları ile oluşur veya kısıtlanır, kaybedilir.  Özgürlük insanın kendisini tanıması, insan olma sürecinde emeği ve bilgisi ile gelişir, erdemler ile olgunlaşır. Özgürlük, bilgi, tolerans, sevecenlik ve yüreklilik ister.

 

Ulusal kurtuluş savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizi kuran, ulusumuzun ve insanlarımızın özgürlükleri için, bilimin ve aklın aydınlattığı çağdaş devrimleri gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk  “Özgürlük benim karakterimdir’’, ‘’Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır’’.




Sayı 15 (Temmuz - Ağustos) 2013

Bu yazı 9337 defa okundu.